İsrailoğulları tehlikeli bölgeyi aşmışlar,
kurtulmuş olarak "Tur dağı" bölgesine
varmışlar, Firavun ile askerlerini boğulmuş
olarak arkada bırakmışlardı. Düşmanlarından
kurtuluşları henüz taze bir olaydı, onu deminki
gibi hatırlıyorlardı, henüz üzerinden fazla bir
zaman geçmiş değildi. O halde bu olay burada
sıcağı sıcağına gündeme getirmenin
amacı onu tarihin arşivine geçirmek, bu arada yüce
Allah'ın kendilerine yönelik somut nimetlerini hatırlatarak
onlara bu nimetleri bilmeye ve şükür ile karşılamaya
yöneltmektir.
Burada Tur dağının sağ yanındaki
buluşma kararına, olmuş-bitmiş bir
gelişme olarak işaret ediliyor. Gerçekten
İsrailoğullarının Mısır'dan çıkışlarından
kırk gün sonra Tur dağına gelmesi
emredilmişti. Burada bir hazırlık döneminden sonra
yüce Allah ile buluşarak kendisine kutsal "Levhalar"da
yeralan İsrailoğulları halkı için düzenlenen
hukuk ilkeleri vahyedilecekti. Çünkü Allah bu halk için Mısır'dan
göç ederek geldiği "Kutsal Topraklar"da yerine
getireceği önemli bir görev belirlemişti.
Yüce Allah, İsrailoğullarına çöldeki
yolculukları sırasında gökten "kudret helvası"
ve "bıldırcın eti" indirmişti.
"Kudret helvası" bir tür ağacın
yapraklarında biriken tatlı bir maddedir. "Bıldırcın"
ise eti yenen bir kuş türüdür. Yüce Allah onlara bu kolay
elde edebildikleri, kolay sindirimli yiyecekleri çöl ortasında
sunuyordu. Kupkuru çölde gerçekleşen bu nimet
bağışı, yüce Allah'ın onlara yönelik
gözetiminin somut bir göstergesiydi. Bu gözetim onların gündelik
yiyeceklerini bile sağlamayı üstleniyor, yemeklerini en
kısa yoldan önlerine getiriyordu.
Yüce Allah kendilerine bağışlanan temiz
yiyecekleri yesinler ve yiyecekler konusunda
azıtmasınlar diye İsrailoğullarına bu
nimetlerini hatırlatıyor. Oburluktan, mide düşkünlüğünden,
uğrunda Mısır'dan göç ettikleri görevlerini
gözardı etmelerinden, yüce Allah'ın kendilerini
omuzlamak üzere hazırladığı yükümlülüğü
yüzüstü bırakmalarından onları
sakındırıyor. Bu uyarıyı yaparken
yiyecekler konusundaki ölçüsüzlüğü "azma, azıtma"
sözcükleri ile ifade ediyor. Böylece daha etkili bir sakındırma
üslubu kullanmış oluyor. Çünkü "azıtma"y
ve "azgınlığı" onlar herkesten iyi
tanırlar. Ondan ayrılalı henüz çok olmadı.
Onun kendilerine nasıl dayanılmaz acılar
tattırdığını iyi biliyorlar, üstelik
onun acı sonunu da kendi gözleri ile gördüler.
İşte bu canlı hatıralar beyinde tazelensin
diye kendilerine şöyle buyuruluyor:
Nitekim Firavun kısa bir süre önce mahvoldu, toz oldu.
Hem tahtından oldu, hem de engin suların dibini
boyladı. "Toz olmak, dibe inmek" burada "azıtma"y,
"büyüklenme"yi ters yönde karşılayan bir
konumdur. Kuran'ın çarpıcı bir simetrik üslubu
ile karşı karşıyayız.
Bu bir uyarı ve sakındırmadır. Yüce Allah
bu uyarıyı uğrunda yurtlarından göç
ettikleri görevi omuzlamak üzere çöllere düşen bir
topluma yöneltiyor. Onları dünya nimetlerine kapılarak
şımarmamaya, baştan çıkıp
gevşememeye çağırıyor. Bu uyarı ve
sakındırmanın yanıbaşında günah işleyip
de arkasından pişman olanların önüne tövbe kapısı
açılıyor. Okuyalım:
"Kuşku yok ki, ben tövbe edip iman edenlere, iyi
ameller işleyip doğru yoldan ayrılmayanlara
karşı affediciyim."
Yalnız tövbe sadece ağızdan çıkan, kuru
bir "söz"değildir, o kalpten kaynaklanan bir
kararlılıktır. Onun özü imanda ve iyi amellerde
gerçeklik kazanır. Belirtisi de gündelik hayatın somut
davranışlarında açığa çıkar.
Eğer kötülükten vazgeçme eylemi gerçekleşir,
sahiden iman edilir ve bu kararlılık
davranışlarla doğrulanırsa, o zaman insan
imanın rehberliği ve iyi amellerin güvencesi altında
doğru yola koyulmuş olur. Buna göre doğru yolda
olmak, eyleme yönelik niyetin ve pratik uygulamanın sonucu
ve meyvasıdır.
Zafer sahnesi ile bu sahneye ilişkin değerlendirme
burada sona eriyor. Bu yüzden sahnenin perdesi iniyor. Bu perde
az sonra tekrar açılınca Tur dağının
sağ yanında gerçekleşen ikinci "söyleşi"
sahnesi ile karşı karşıya geleceğiz.
Yüce Allah, Tur Dağı'nda Hz. Musa -selâm üzerine
olsun- ile tekrar buluşmanın zamanını
belirlemişti. Kırk günlük bir süreden sonra buluşacaklardı.
Hz. Musa bu buluşmada yükümlülükleri, yenilgiden sonra
gelen zaferin yükümlülüklerini alacaktı. Hiç şüphesiz
zaferin kendisine has sorunları, inanç sisteminin kendisine
özgü yükümlülükleri vardır. Bu nedenle sözkonusu
yükümlülüklerin altına girebilmek için maddi ve manevi
bir hazırlık yapılması gerekiyordu.
Bu anlaşma gereği olarak Hz. Musa Tur
dağına çıkarken milletini bu dağın
eteklerinde bırakmış ve Hz. Harun'u kendi yerine
vekil olarak bırakmıştı. Hz. Musa Rabb'ine
niyazda bulunmanın ve O'nun huzurunda durmanın
heyecanı ve arzusu ile dolu bulunuyordu. Daha önce bu aşk
ve heyecanın zevkini tatmıştı. Bu anı dört
gözle beklemeye ve onu iple çekmeye başlamıştı.
Bu aşk ve özlemle Rabb'inin huzuruna gelip durmuştu.
Yokluğunda neler olduğunu, milletinin kendisinden sonra
neler yaptığını bilmiyordu. Sadece onları
Tur dağının eteklerinde
bıraktığını biliyordu.
İşte burada Rabb'i, Hz. Musa'dan sonra meydana gelen
olaylardan kendisini haberdar ediyor. Şimdi bu sahneyi
seyredelim ve karşılıklı konuşmalara
kulak