Ne ölür de kurtulur ve nede canlanır da huzurlu bir
hayat yaşar. Onun için tek realite ne ölümle noktalanacak
olan ne de "hayat" ile sona erecek olan bitimsiz bir
azaptır.
Bu acı tablonun karşı yüzünde yüce dereceler
ve içlerinde sürekli kalınacak cennetler vardır. Bu
cennetlerin köşkleri altından akan nehirler,
ortalığa gönül okşayıcı bir serinlik
yayarlar. "işte günahlardan arınmışların
ödülü budur" kötülüklerden uzak duranları,
temiz kalmayı başaranları böylesine mutlu bir son
beklemektedir.
Görülüyor ki, mü'min kalpler bu acımasız
zorbanın tehditleri ile alay ettiler. Mü'mine yaraşır
sözü yüzüne karşı dobra dobra haykırdılar.
Güven verici imanın aşıladığı
üstünlük duygusu ile, yalın imanın önerdiği
çekingenlikle ve köklü imanın gürleştirdiği
umutla bu küstah zorbaya meydan okudular.
Bu tablo, insan kalbinin özgürlüğünü ilân eden bir
belgesi olarak insanlık tarihine geçti. İnsan kalbinin
yeryüzü tutsaklığını, yer kaynaklı
otorite bağımlılığını, ödül
tutkusu ile iktidar korkusunu alt edişini
insanlığın siciline yüz ağartıcı
bir sayfa olarak işledi. İnsan kalbi bu mertçe ve dobra
dobra çıkışı, ancak imanın
ışığı altında gerçekleştirebilir.
Burada sahnenin perdesi iniyor. Az sonra tekrar
kalktığında bu hikâyenin başka bir sahnesi
ile, yeni bir halkası ile yüzyüze geleceğiz.
Bu yeni sahne düşünce ve inanç düzeyinde zafere ulaşan
gerçeğin ve imanın, bu üstünlüğünün arkasından,
görülen pratik hayatta da zafere ermesinin somut belgesidir.
Yukardaki ayetlerde değnek mucizesinin, büyücülük karşısında;
büyücülerin kalplerini aydınlatan imanın, göz boyayıcılık
karşısında yine bu kalplerdeki imanın çıkar
beklentileri, korkutmalar, tehditler ve yıldırmalar
karşısında zafere erişinin hikâyesini okumuştuk.
Şimdi de bu yeni sahnede hak, batıl
karşısında; doğru, eğri
karşısında; hidayet, sapıklık
karşısında; iman, kaba güç karşısında,
bu kez, görünen pratik hayat düzeyinde zafer kazanıyor. Bu
ikinci zafer, ilk zaferle bağlantılıdır, onun
uzantısıdır. Çünkü pratik hayattaki zafer. ancak
insanın iç. dünyasında gerçekleşecek zaferden
sonra kazanılabilir. "Hak" yanlıları
savundukları gerçeğe vicdanlarında, iç dünyalarında
üstünlük kazandırmadıkça onu dış dünyada
üstünlük tahtına çıkaramazlar. Gerçeğin ve
imanın yalın bir özü, reel bir kimliği
vardır. Bu inananların duygularında
somutlaşınca yol almaya ve kendini açığa
vurmaya başlar, ve insanlar onu gerçek kimliği ile görme
imkânına kavuşurlar. Buna karşılık iman,
kalpteki somutlaşmamış, bulanık bir sembol ve
gerçek (hak) da vicdandan kaynaklanmayan kuru bir slogan olarak
kaldıkça, zorbalık ve batıl, bu imanı ve bu
hakkı yenilgiye uğratabilirler. Çünkü zorbalığın
ve batılın, gerçek maddi güçleri vardır; sözde
kalan, içtensiz imanın ve hakkın bunlara verecek, denk
karşılığı yoktur.
Demek oluyor ki, imanın özü vicdanlarda gerçeklik
kazanmalı ve hakkın kimliği kalplerde
somutlaşmalıdır. Ancak o zaman iman ile hak,
batıla üstünlük sağlayan ve zorbalığa
saldırganlık cesareti veren reel maddi güçleri alt
edebilirler. İşte Hz. Musâ'nın büyücülük-ve
büyücüler karşısında, arkasından büyücülerin
Firavun ile onun önde gelen kurmayları
karşısında kazandıkları parlak zaferin
sırrı bu noktada gizlidir. İşte
aşağıda okuyacağımız ayetlerin gözlerimizin
önünde canlandıracakları sahne bu gerçeği bir
daha kanıtlayacaktır. O sahnede göreceğiz ki,
eğer hak yeryüzünde somut bir zafer kazanmışsa bu
zafer, hak yanlılarının imanlarının
dışa yansıyarak zalimlerin kaba güçlerini dize
getirmeleri sayesinde elde edilmiştir. Şimdi ayetleri
okuyalım: