Görülüyor ki, Hz. Musâ'nın samimi, doğru ve inanç
yüklü kısacık sözleri, eğrilik
yanlılarının kampı üzerine bir bomba gibi
inerek onların saflarını darmadağın etti.
Onların kendilerine ve güçlerine olan güvenlerini sarstı,
savundukları inançlardan ve düşüncelerden kuşkulanmaya
başladılar. Bu yüzden aralarındaki ayrılar yüreklendirmelére
ve karşı tarafa dönük kışkırtmalara
gerek duydu. Oysa Hz. Musa ile Hz. Harun sadece iki kişi
idiler. Buna karşılık büyücüler kalabalıktı.
Üstelik arkalarında Firavun, Firavun'un
krallığı, ordusu, zorbalığı ve
serveti vardı. Ama Hz. Musa ile Hz. Harun da yalnız
değillerdi. Onların beraberlerinde her şeyi
işiten ve her şeyi gören Rabbleri vardı.
Gerek azgın ve zorba Firavun'un, gerekse
sırtlarını bu zorbaya dayamış olan büyücülerin
tutumlarını da ancak bu faktörün
ışığı altında açıklayabiliriz.
İşin en başına dönersek şu soru
kafamıza takılır:
Hz. Musa ile Hz. Harun kimdirler ki bu iki garip adam kim
oluyorlar ki, önce Firavun onlara meydan okuma gereğini
duyuyor, sonra onların meydan okumalarını kabul
ediyor; arkasından plânlarını ve
tuzaklarını kurup karşılaşma alanına
geliyor, onca büyücüyü biraraya getiriyor, kalabalıkları
karşılaşmayı izlemek üzere meydanda topluyor;
üstelik kendisi ve önde gelen yakınları
yarışmayı görmek için meydandaki yerlerini alıyorlar.
Nasıl oldu da Firavun, Hz. Musâ'nın kendisi ile
tartışmasına, ona kafa tutmasına göz
yumabildi. Oysa Hz. Musa, onun amansız baskısı
altında ezilmiş, köleleştirilmiş bir toplum
olan İsrailoğullarından biri değil mi? Burada
Hz. Musa ve Harun ile beraber olan ve her şeyi işitip
her şeyi gören yüce Allah'ın bu iki garip elçisine
sunduğu bir heybetle, bir ürkütücü saygınlıkla
karşı karşıyayız.
Yine hünerli büyücülerin saflarım parçalanma
tehlikesi ile karşı karşıya getiren o
kısa konuşmanın gücünün arkasında da bu
heybeti, bu ürkütücü saygınlığı aramak
gerekir. Bu parçalanma sarsıntısı üzerine
büyücüler aralarında fısıldaşmaya, somut
tehlike, çanları çalmaya, birbirlerini kışkırtmaya;
birlik, dayanışma ve direnme çağrılan yapmaya
mecbur olmuşlardır. Sonra ileriye atıldılar.