O |
Tä-Hä
|
O |
|
57- Dedi ki; "Ey Musa, sen bizi büyücülüğünle
yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?"
58- "Biz de seninki gibi bir büyü ile karşına
çıkacağız. Seninle
buluşacağımız bir zaman belirle . Bu
randevudan sen de bizde caymayalım. Buluşma yerimiz açık
bir düzlük olsun."
59- Musa "Sizinle buluşmamız süslenme
gününüzde, halkın toplandığı kuşluk
vakti olsun" dedi.
Görülüyor ki, Firavun, Hz. Musa karşısında
pesetti, tartışmayı sürdüremedi. Çünkü Hz.
Musâ'nın öne sürdüğü deliller son derece açık
ve güçlü idi. Sebebine gelince bu delilleri, yüce Allah'ın
evrendeki ayetleri ve Hz. Musa eli ile gösterilen özel mucizeler
oluşturuyordu. Firavun tartışmayı sürdüremeyince
Hz. Musa'yı büyücülükle suçlama
şarlatanlığına başvurdu. Ona göre değneğin
yerde sürünen bir yılana dönüşmesi ve koltuk
altına daldırılan sapasağlam bir elin ak
parıltı saçarak dışarı çıkarılması
birer "büyü"den başka bir şey değildi.
Büyücülüğün Firavun'un aklına gelen ilk ihtimal
olması, aslında normaldi. Çünkü bu sanat o günlerde
Mısır'da pek yaygındı. Üstelik Hz. Musa'nın
gösterdiği bu iki mucize nitelikleri itibarı ile
geleneksel büyü gösterilerine pek benziyorlardı.
Büyücülüğe gelince bu bir hayal oyunudur, gerçek değildir.
Özü bakımından gözü ve diğer duyu
organlarını yanıltmaya dayanır. Bu
yanıltmaca, bazan algı aldanmasına kadar işi
vardırabilir. Beyinde gerçek algılara benzer somut
algılar meydana getirebilir. O durumlarda insan, aslında
varolmayan bir nesneyi sanki varmış gibi, ya da
olduğundan farklı bir biçimde görebilir. Tıpkı
bunun gibi büyülenmiş insanlarda, kimi zaman öyle sinirsel
ya da organik etkilenmeler görülebilir ki, somut dış
etkenler olsa aynı etkilenmeleri meydana getirirler.
Ama Hz. Musâ'nın mucizeleri bu türden aldatmacalar değildirler.
Onlar yüce Allah'ın yoktan varedici sanatının
eserleridir. Bu güçlü sanat, nesnelerin yapısını
gerçekten değiştirir. Bu değiştirme kimi
zaman geçici, kimi zaman da kalıcı olur. Şimdi
okuduğumuz ayetleri inceleyelim:
"Dedi ki; Ey Musa, sen bizi büyücülüğünle
yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?"
Anlaşılan Firavun'un,
İsrailoğullarını köleleştirmesi,
onların nüfusça çoğalıp iktidarı ele geçirmeleri
korkusundan kaynaklanan politik bir önlemdi. Zaten diktatörler,
iktidarlarını korumak için en vahşice, en barbarca
cinayetleri işlemekten çekinmezler. Bu uğurda
insanlıkla, ahlak kuralları ile şerefle ve vicdanla
en bağdaşmaz entrikalara, gözlerini kırpmadan
başvururlar. İşte bundan dolayı Firavun,
İsrailoğullarına karşı sinsi bir
soykırım politikası uyguluyor, onları eziyordu.
Bu politikası uyarınca bu toplumun erkek çocuklarını
öldürüp kız çocuklarını sağ
bırakıyor, normal yaştaki erkekleri de
ağır angaryalara koşarak tedrici bir ölüme
sürüklüyordu. Bu yüzdendir ki, Hz. Musa ile Harun, kendisine
"İsrailoğullarının bizimle birlikte
Mısır'dan ayrılmalarına izin ver, artık
onlara işkence etme" dedikleri zaman, onun bu öneriye
verdiği karşılık, "Ey Musa, sen bizi büyücülüğünle
yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?" şeklinde
oldu. Çünkü İsrailoğullarının serbest
kalmaları, iktidarını ve ülkesini ele
geçirmelerinin ilk adımı olarak yorumluyordu.
Madem ki, Hz. Musa, bu amaçla
İsrailoğullarının serbest
bırakılmalarını istiyordu ve madem ki, gösterdiği
bütün olağanüstü kanıtlar basit birer büyü
gösterisiydi, o halde ona verilecek cevap son derece kolaydı.
Okuyoruz:
"Biz de seninki gibi bir büyük ile karşına çıkacağız."
İşte zorbaların, diktatörlerin geleneksel mantığı
budur. Onlara göre inanç sahiplerinin mücadelelerinin arkasında
mutlaka dünyaya ilişkin bir amaç yatar. Onların
savundukları dava, iktidar ve koltuk ihtirasını
gizleyen bir maskeden başka bir şey değildir. Sonra
onlar dava adamlarında bazı kozlar, bazı
haklılık kanıtları görürler. Bu kanıtlar,
kimi zaman Hz. Musa'nın mucizeleri gibi, olağanüstü
uygulamalar olur. Kimi zaman da olağanüstü bir nitelik taşımamakla
birlikte insanların kalplerini yavaş yavaş
etkileyen önlemler olur. O zaman diktatörler hemen bu önlemlere
görünüşte onlara denk düşen, benzer önlemlerle karşılık
verirler. Bize karşı büyü ile mi karşı çıkılıyor?
Biz de ona büyü ile karşı koyarız. Bize sözle mi
karşı çıkıldı? Biz de ona aynı türden
sözlerle karşılık veririz. Bize karşı
reformculuk, aksaklıkları düzeltme silahı ile mi
çıkılıyor. Biz de bu kampanyaya karşı sözde
reformcu ve aksaklıkları düzeltici gibi görünürüz.
Bize yararlı bir iş yapılarak mı
karşı konuluyor? Biz de başka bir iyi iş
yapıyormuşuz gibi sahneye çıkarız.
İşte zorbaların zihniyeti, iktidarlarını
koruma yöntemlerinin özü budur. Fakat onlar bilmezler ki,
inanç sistemlerinin "iman" kaynaklı birikimleri ve
yüce Allah'ın yardımı biçiminde cephaneleri vardır.
İnanç sistemleri düşmanlarını bu birikimler
ile ve bu cephanelerle yenerler. Yoksa görünüşlerle ve
şekilci önlemle değil.
İşte bu amaçla Firavun, Hz. Musa'dan kendi
büyücüleri ile karşılaşacağı bir
"randevu" belirlemesini istedi. Meydan okuma edası
ile karşılaşma zamanının seçimini karşı
tarafa bıraktı; "Seninle
buluşacağımız bir zaman belirle" dedi.
Meydan okuma edasını pekiştirmek amacı ile
kararlaştırılacak randevudan tarafların
caymamasını ısrarla vurguladı; "Bu
randevudan sen de biz de caymayalım" dedi.
Ayrıca karşılaşma yerinin seyircinin
izlemesine elverişli, geniş bir düzlük olmasını
önerdi; "Buluşma yerimiz açık bir düzlük
olsun" dedi. Böylece meydan okumasının dozunu
daha da arttırdı.
Hz. Musa, Firavun'un bu meydan okuma amaçlı teklifini
kabul etti. Karşılaşma günü olarak da Mısır
halkının süslü elbiseler giyerek ve takılar
takarak meydanlarda, açık yerlerde toplandıkları,
şenlikli bir bayram gününü seçti. Okuyalım:
"Musa dedi ki; 'Sizinle buluşmamız süslenme
günü olsun.
Ayrıca halkın o gün kuşluk vakti
toplanmasını önerdi. Böylece karşılaşma,
hem herkese açık bir alanda olacak ve hem de günün aydınlık,
güneşli bir diliminde yapılacaktı. Görülüyor ki,
Hz. Musa, Firavun un meydan okumasına aynen
karşılık verdiği gibi üstelik daha cesurca
davranarak bir bayram gününün en aydınlık, en bol güneşli
ve en kalabalık olmaya elverişli bir zaman dilimini seçti.
Sabah vaktini seçmedi, çünkü o saatlerde halkın çoğu
henüz evlerinden çıkmamış olurdu. Öğle
vaktini seçmedi, çünkü halkın toplanmasını
ayrı sıcak engelleyebilirdi. Akşam saatlerini de seçmedi,
çünkü bu saatlerde hava kararacağı için halk toplantı
yerinde kalmaz, dağılmaya başlar, ya da
dağılmasa bile olup bitecekleri iyi göremezdi:
Böylece "iman" ile "azgınlık"
arasındaki meydan okumanın ilk perdesi burada
noktalandı.
Bu noktada perde kapanıyor. Bir süre sonra tekrar açıldığında
"karşılaşma" sahnesi ile yüzyüze geleceğiz.
|
|
O |
|
O |
|