şeklindeki
sözleri "söyleşi" sırasında söylenmemişti.
Fakat ayetler hikâyelerin canlı,
duygulandırıcı, dokunaklı ve vicdanları
etkileyici sahnelerine bir an önce ulaşabilmek için zaman
ve yer boyutlarını dürüp aşıyor ve
olayların arasında sözün akışından
yararlanılarak doldurulabilecek boşluklar
bırakıyorlar.
Buna göre Hz. Musa ile Hz. Harun, baş
kahramanımız Tur dağı yakınlarındaki
"söyleşi"den döndükten sonra buluşmuş
olmalıdırlar. Yüce Allah, Hz. Harun'a, Firavun'u hakka
çağırmaya kardeşi ile birlikte gitmesini
vahyetmiştir. İşte bunun üzerine ikisi birlikte
korkularım, kaygılarını yüce Allah'a
duyuruyorlar:
"Musa ve Harun dediler ki; 'Ey Rabb'imiz, korkarız ki,
Firavun bize karşı taşkınlık yapar, ya da
azgınlığını arttırır."
"Taşkınlık" ilk aşamada hemen
yapılan kötülük anlamına gelir. "Azgınlık"
ise taşkınlıktan da işkenceden de daha
geniş kapsamlı bir kavramdır. O günlerin zorba
Firavunu bu kötülüklerin herhangi birini ya da her ikisini
birlikte yapmaktan çekinmeyecek derecede azıtmış
bir canavardır.
Yüce Allah hemen onlara kesin cevabını
yetiştiriyor. Her türlü korkuyu ve endişeyi silen bir
cevaptır bu. Okuyalım:
"Allah onlara dedi ki; 'Korkmayız, ben sizinle
beraberim; ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm."
Ben sizin yanınızdayım. Ben ki, güçlü,
kahredici, yüce ve uluyum. Ben ki, kullarımın üzerinde
ezici bir egemenliğe sahibim. Ben ki bütün evreni, canlıları,
fertleri ve nesneleri sadece bir "ol" direktifi ile
yaratanım. İşte bu sıfatlarımla sizin
yanınızdayım. Aslında bu kısa ve kesin güvence
yeterlidir. Fakat yüce Allah onların güvenini pekiştirmeyi
uygun görüyor. Bunun için desteğini somut bir gerekçeyle
perçinliyor. Tekrar okuyalım:
"Ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm."
Firavun sizi karşısında görünce istediği
kadar parlasın, taşkınlık yapsın,
azıtsın; ne yazar, ne yapabilir, elinden ne gelir? Her
şeyi işiten, her şeyi gören yüce Allah onlarla
birlikte olduktan sonra o kim oluyor?
Bu güven aysının ardından çağrıyı
nasıl yapmaları gerektiğine, nasıl bir
tartışma yolu izleyeceklerine ilişkin bir talimatla,
bir taktik dersi ile karşılaşıyoruz.
Okuyalım:
"Ona varınız ve deyiniz ki; 'Biz Rabb'inin sana
gönderdiği elçileriz. israiloğullarının
bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin
ver. Onlara işkence etme. Sana Rabb'inden doğru söylediğimizi
kanıtlayacak mucizelerle geldik. Doğru yola girenler
esenliğe ereceklerdir."
"Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini
yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır."
Görüldüğü gibi bu taktik ile ilk önce elçiliklerinin
temel dayanağını vurgulamaları emrediliyor.
Tekrarlıyoruz:
"Biz Rabb'inin sana gönderdiği elçileriz."
Bu çarpıcı girişin amacı Firavun'a evrende
kendisinin ve bütün insanların Rabbi olan bir ilahın
varlığını duyurmaktır. Bu ilah o günlerin
bazı yaygın putperest hurafelerinde ileri sürüldüğü
gibi sadece Musa ile Harun'un, ya da sırf
İsrailoğullarının ilahı değildir. Bu
geleneksel hurafelere göre her oymağın ve her soy
topluluğunun bir, ya da birkaç ilahı vardı. Bunun
yanısıra Firavun'un, Mısır da
tapınılan bir ilah olduğu, çünkü ilahlar
soyundan geldiği saplantısı da
asılsızdır. Bu saplantı çeşitli yüzyıllarda
yaygın bir biçimde savunula gelmiştir.
Arkasından Hz. Musa ile Hz. Harun'un misyonları, elçilik
görevlerinin içeriği açıklanıyor. Okuyoruz:
"İsrailoğullarının bizimle birlikte
Mısır'dan ayrılmalarına izin ver, onlara
işkence etme."
Onların Firavun nezdindeki elçilikleri bu misyonla sınırlı
idi. Yani İsrailoğullarını kurtaracaklar,
Allah'ın birliği inancına döndürecekler ve yüce
Allah'ın kendilerine yurt olarak belirlediği "Kutsal
topraklar"a göç etmelerini sağlayacaklardı (Sonradan
bu yurtlarında kargaşa çıkaracaklar ve yüce Allah
da onları toplu biçimde yok edecektir.)
Arkasından "Allah'ın elçileriyiz" derken
doğru söylediklerine ilişkin kanıtlar gösteriyorlar.
Okuyalım:
"Sana Rabb'inden doğru söylediğimizi
kanıtlayacak mucizelerle geldik."
Bu mucizeler sana Rabbimizin emri ile geldiğimizi,
sınırlarını çizdiğimiz bu görevi bize
verenin gerçekten yüce Allah olduğunu kanıtlar.
Arkasından Firavun'a özendirici, gönül alıcı
bir söz söylüyorlar. Okuyoruz:
"Doğru yola girenler esenliğe
ereceklerdir."
Yani umutları odur ki, Firavun, doğru yola girsin de
esenliğe erenler arasına katılmayı haketsin.
Bu özendirici cümleyi bir tehdit ve korkutma ifadesi izliyor.
Fakat okuyacağımız sözlerin içerdiği tehdit
ve korkutma direkt değildir, dolaylıdır. Çünkü
Firavun'un kof büyüklük kompleksini ve azgınlığını
depreştirmekten dikkatle kaçınıyorlar. Okuyoruz: `
"Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini
yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba çarpılacaklardır."
Umutları odur ki, Firavun, Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlardan, gerçeğe sırt dönenlerden olmaz:
İşte yüce Allah, Hz. Musa ile Harun'un kalplerine
böylece güven aşılamış, onların yolunu
çizmiş ve işlerini programlamıştır.
Artık ne yapacaklarını bilerek,
adımlarını nasıl atacaklarının
bilincinde olarak, kendilerine güvenerek yola çıkabilirler.
Bu noktada sahnenin perdesi iniyor. Bu perde tekrar
kalktığında Hz. Musa ile Hz. Harun'u, azgın
zorba ile karşılıklı konuşurken,
hararetli hararetli tartışırken göreceğiz.
DAVETİN BAŞLANGICI VE FİRAVUN
Hz. Musa ile Hz. Harun, Firavun'un yanına vardılar.
Ayetler onun yanın; nasıl gittiklerini anlatmıyor.
Her şeyi işiten ve gören Rabb'leri yanlarında
olduğu halde o zorbanın yanına vardılar.
Adına konuştukları, sözcüsü oldukları bu güç,
bu otorite ne büyük bir güç, ne ezici bir otoritedir. Bu yüce
otoritenin yanında Firavun gibi bir zorbanın lafı
mı olur? Varsın, kim olursa olsun! Yanma girince
Rabb'lerinin kendilerine duyurmayı emrettiği mesajı
duyurdular ona Şimdi karşısında
durduğumuz sahne Hz. Musa ile Firavun arasında geçen
bir karşılıklı konuşma ile
başlıyor. Okuyalım: