İnsan, geçmiş nesillerin sonlarını düşündüğünde,
gözleriyle onların erimiş toprak haline gelmiş
evlerini, tarihi mimarilerini seyrettiğinde, hayalinde bu
evlerde yaşayan o insanları
canlandırdığında, geçip giden bedenlerini-kişiliklerini,
yok olan ruhlarını, hareketlerini ve
duruşlarını, düşüncelerini ve umutlarını,
arzularını ve amellerini... Evet bu bütün hayalleri,
somut tabloları, heyecanları ve duyguları düşündüğü
zaman... Sonra gözlerini açıp, boşluk ve
ıssızlıktan başka bir şey görmediğinde...
İşte o zaman insan önceki milletleri yutan gücün
kendisini de yutmak üzere olduğunun farkına varır.
O zaman önceki milletleri yakalayan kudret elinin kendisini de
yakalayabileceğini anlar. O zamanda artık uyarmanın
ne demek olduğunu anlar. İbret alınacak
olayların gözleri önüne serildiğini görür. Önceki
milletlerin akıbetleri aklı başında olan
insanlar için bir
ibret olması gerekirken bu insanlar ne oluyor da
doğru yola gelmiyorlar: Sağduyu sahiplerinin bu
olaylardan çıkaracakları birçok dersler vardır.
Eğer yüce Allah'ın üstün bir hikmetin gereği
olarak onları, bu dünyada azap ile cezalandırmamaya
ilişkin sözü olmasaydı, öncekilerin başına
gelenler onların da başına gelirdi. Fakat senin
Rabb'in daha önce onlara söz vermiş ve onlara
belirlenmiş bir süre tanımıştır: "Eğer
Rabb'inin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş
bir vadesi olmasaydı, yok edilmeleri kaçınılmaz
olurdu."
Belli bir süreye kadar ertelendiklerine, kendi hallerine bırakılmayıp,
mühlet verildiklerine göre -Ey Muhammed- onlara karşı
ve sırf bir sınanma aracı olarak kendilerine
verilmiş. O dünya hayatının güzelliklerine karşı
senin bir sorumluluğun yoktur. Onlara sunulanlar sırf
bir sınanma aracıdır.
Yüce Allah'ın sana nimet olarak verdikleri, onlara
sınanma aracı olarak verdiğinden çok daha iyidir.