O küçücük, güçsüz ve sınırlı zerre, gözlerin
göremediği ululukla, gölgesi altında göklerin ve
yerin küçülerek mikroskobik varlıklara dönüştükleri
o yücelikle karşı karşıyadır ve O'ndan
gelen mesajı algılayabilmektedir. Beşeri
varlığının sınırlı
duyarlığı ile o yüce seslenişi
algılayabilmektedir. Nasıl? Eğer yüce Allah'ın
lütfu olmasa böyle bir şey nasıl olabilir?
O an, bütün insanlığın, Hz. Musa'nın
kişiliğinde yüceldiği, doruklara
tırmandığı bir andır. Bir insan için,
bir an için bile olsa, o görkemli kaynaktan mesaj almaya
dayanmak ne ulaşılmaz bir mazhariyettir! Biçimi nasıl
olursa olsun, böyle bir iletişim kurmaya elverişli
halde olmak, tüm insanlık için ne paha biçilmez bir
onurdur! Peki bu iletişim nasıl gerçekleşti?
Nasıl olduğunu biz bilemeyiz. Çünkü insan aklının
bu olay kavraması, bu konuda yargıya varması sözkonusu
değildir. Onun elinden gelen tek şey, hayretten donup
kalarak bu olayın gerçekliğine tanıklık
etmesi, bu olaya inanmasıdır. Tekrarlıyoruz:
"Ateşin yanına gelince kendisine şöyle
seslenildi; Ey Musa! Hiç kuşkusuz ben senin Rabbi'nim."
Kullanılan fiil "edilgen" çatılıdır.
Buna göre sesin hangi kaynaktan çıktığı,
hangi taraftan geldiği belli değil. Seslenme
olayının nasıl ve ne şekilde meydana
geldiği belirsiz. Tıpkı bunlar gibi, Hz.
Musa'nın bu çağrıyı nasıl
işitebildiğini, bu mesajı nasıl
alabildiğini de bilmiyoruz. Kısacası Hz. Musa'ya
bilmediğimiz bir şekilde seslenilmiş ve o da yine
bilmediğimiz biçimde bu mesajı
algılamıştır. Bu bir ilahi mucizedir. Gerçekleştiğine
inanıyoruz, ama nasıl gerçekleştiğini
sormuyoruz. Çünkü onun oluş biçimi, insan aklını,
insana özgü kavrama kapasitesini aşar. Okumaya devam edelim:
şeklindeki
ikinci cümlede de "olumsuzluk" ve "istisna"
edatlarını birarada kullanarak kesin bir "soyutlama"
anlamı kazandırıyor. Birinci cümle ilahlığın
sırf Allah'a özgü olduğunu perçinlerken ïkinci
cümle bu sıfatı, O'nun dışındaki her
şeyden soyutluyor.
"İlah" varlığı, bu ilaha kulluk
edilmesini gerektirir. Kulluk, hayattaki her türlü faaliyette
yüce Allah'a yönelme anlamına gelen geniş
kapsamlı bir kavramdır. Fakat burada özellikle namaz
ibadetinden söz ediliyor:
"Beni anmak için namaz kıl."
Çünkü namaz en "bütünleşmiş" ibadet biçimi
ve yüce Allah'ı anmanın en mükemmel yoludur. Çünkü
namaz sırf Allah'ı anma amacına yönelik olduğu
belli olan, başka her türlü yan etkiden ve amaçtan arınmış
olduğu tartışmasız olan bir ibadet biçimidir.
Namaz, insanların vicdanlarını sırf bu amaca yönelmeye
hazırlar, yüce Allah ile ilişki kurma özlemi üzerinde
konsantre eder, hissi yoğunlaşma sağlar.
Kıyamet günü beklenen bir randevudur. Bu buluşmada
dünyadaki davranışların adil ve eksiksiz
karşılıkları verilecektir. Bu buluşma
vicdanlara sürekli bir dikkat kazandırır. Herkes o günü
hesaba alır. Herkes tuttuğu yolda ilerlerken titiz ve
ölçülü adımlar atar; sürçmekten, ayağının
kaymasından çekinir. Yüce Allah, bu buluşma gününün
geleceğinin kesin olduğunu pekiştirmeli bir ifade
ile vurguluyor. Okuyalım:
"Kıyamet anı kesinlikle gelecektir."
Fakat bu günün ne zaman geleceğini hemen hemen gizli
tuttuğunu belirtmeyi de gerekli görüyor. Gerçekten
insanların bu konudaki bilgisi son derece azdır, yüce
Allah'ın açıklamaları ile
sınırlıdır. Bu açıklamaların
miktarı, yüce Allah'ın gerek kullarına bilgi
verirken ve gerekse bazı şeyleri bilgilerinden saklarken
gözettiği hikmetin dengesine bağlıdır.
"Bilmezlik" insan hayatının, insanın
psikolojik yapısının temel unsuru, sürükleyici
lokomotifidir. İnsanların hayatında
meraklarını kamçılayan bilinmezler, "meçhuller"
mutlaka bulunmalıdır. Eğer insanlar, şimdiki
doğal yapıları ile, her şeyi bilsélerdi,
bütün faaliyetleri durur ve hayatları kupkuru olurdu. Buna
karşılık şimdi onlar "bilinmezler"in
ardından koşuyorlar, ondan korkuyorlar, ona umutlar
bağlıyorlar. Bu meraklarının itici enerjisi
ile deneyler yapıyorlar, bilgilerini geliştiriyorlar,
gerek kendi organizmalarındaki ve gerekse çevrelerini kuşatan
evrendeki saklı güçleri keşfediyorlar, yüce Allah'ın
gerek iç alemlerindeki ve gerekse dış dünyadaki varlık
ve ululuk kanıtlarını görüyorlar, yüce Allah'ın
izni ve dileği oranında yeryüzünde yenilikler ortaya
koyuyorlar.
İnsanların kalplerini ve duygularını ne
zaman geleceği belli olmayan bir kıyamet gününün
bilinmezliğine bağlamanın asıl önemli yararı
şudur: Bu yolla onların başıboşluğa
sürüklenmeleri, sorumluluk duygusundan arınmaları
önlenir. Çünkü onlar kıyamet gününün ne zaman geleceğini
bilmedikleri için bu konuda sürekli bir endişe ve
kesintisiz bir hazırlık çabası içinde olurlar.
Tabii ki, bu söylediğimiz, fıtratı
sağlıklı ve dengeli olanlar için geçerlidir. Fıtratı
bozulanlara ve ihtiraslarının tutsağı olanlara
gelince onlar bu konuda umursamaz, vurdumduymaz ve
aldırışsız olurlar. Bu yüzden de geriye
giderler, sürekli olarak insanlık düzeyinin aşağısına
doğru kayarlar. Okuyoruz:
"Bu anın geleceğine inanmayanlar,
ihtiraslarının tutsağı olanlar, sakın
seni o anın bilincinden uzaklaştırmasın. Yoksa
mahvolursun, aşağı düşersin."
Çünkü ihtirasların tutsağı olmak,
kıyamet gününü inkâr etmeye yolaçan başlıca
faktördür. Oysa sağlıklı insan fıtratı,
samimi olarak inanır ki, dünya hayatında ne insana
yaraşır olgunluğa erilebilir ve ne de eksiksiz
adalet idealine ulaşılabilir. Bu yüzden mutlaka başka
bir hayat biçimi olmalıdır ki, o hayatta insan için
belirlenen olgunluğun doruğuna tırmanılabilsin
ve bütün davranışlara dengeli
karşılıklar biçen mutlak adalet ideali gerçekleşebilsin.
ALLAH'IN HZ. MUSA iLE SOYLEŞİSİ
Hz. Musa'nın kulaklarına gelen bu esrarengiz ses,
çevredeki tüm varlıklarda yankılanan yüce
"sesleniş"in ilk aşamasıdır. Yüce
Allah, peygamberliğe seçtiği kuluna yönelik çağrısının
bu ilk bölümünde tek Allah ilkesine dayalı inanç
sisteminin temel kurallarını duyurmuştur.
Bu görkemli sürpriz karşısında Hz. Musa, hem
kendini ve hem de o ateşin yanına niçin geldiğini
unutmuş olmalıdır. Herhalde diğer her
şeyden soyutlanarak tüm vücudunu ürperten bu yüce sese
kulak kesilmiş, tüm varlığını içine
dolan bu kutsal mesajı algılamaya vermiştir. O bu
çarpıcı sürprizin sarsıntıları içinde
kendinden geçmişken, vücudun tek bir zerresi bile bu
sürprizden başka hiçbir şeye ilgi duymazken,
ansızın kendisine cevaplandırmasını
gerektirmeyen bir soru yöneltiliyor. Okuyalım: