Gönlü okşayan, ılık meltemli bir "giriş"
karşısındayız. Bu giriş, Arap alfabesinin
iki harfi ile başlıyor. Bu harfler, anlamlı bir cümle
oluşturmayan, birbirinden kopuk harflerdir. Böyle başlayan
diğer surelerde dediğimiz gibi bu kopuk harflerin
anlamı şudur: Bu sure -tıpla bu Kur'an gibi- gördüğünüz
bu harflerin bileşiminden oluşur. Yalnız bu surenin
başında kullanılan iki kopuk harfin müzikal
melodileri, tüm suredeki durakların melodileri ile aynı
ses tonunu yansıtır. Bu harfler kısa okunuşlu
"elif' sesleri ile bağlanıyor, böylece ayet sonlarının
melodisi ile ses uyumu meydana getiriyorlar.
Bu iki harfin hemen arkasından böyle kopuk harfler ile başlayan
surelerin tümünde. olduğu gibi "Kur'an" gündeme
geliyor. Bu gündeme geliş, Peygamberimize yönelik bir
"seslenme" biçiminde karşımıza çıkıyor.
Okuyoruz:
"Biz sana bu Kur'anı, sıkıntıya düşesin
diye indirmedik."
Biz sana bu Kur'anı, mutsuzluğunun gerekçesi ya da
sebebi olsun diye indirmedik. Onu okurken ve gereklerini yerine
getirirken sıkıntıya düşesin diye bu
kitab'ı sana indirmiş değiliz. Bu kitab'ı sana
indirmekle seni, gücünü aşan bir yükün, ağır
bir sıkıntının altına sokmak istemedik.
Bu kitap zorluk çekmeden okunabilen, rahat anlaşılır,
akıcı ifadeli bir kitaptır. Getirdiği yükümlülükler
de insan gücünü aşmaz. Sana yapabileceğin görevler
yüklüyor; gücünün yetmeyeceği işleri empoze etmiyor.
Onun gücünün sınırları içinde kalan buyrukları
yerine getirmek bir sıkıntı değil, tersine bir
nimettir; yücelikler alemi ile ilişki kurma
fırsatıdır; güç ve güven arama girişimidir.
İnsana hoşnutluk, birliktelik ve ilişki bilinci
aylar.
Ayrıca biz sana bu Kur'anı, ne insanlarla
ilişkilerinde sıkıntıya düşesin, ne de
insanlar ona inanmıyorlar diye mutsuz olasın diye
indirmedik. Senin görevin, insanları zorla bu kitab'a
inandırmak değildir. Onlar hesabına
hayıflanmanı da istemiş değiliz. Çünkü bu
kitab'ın fonksiyonu öğüt vermek ve uyarmaktır.
Okuyoruz:
"Onu Allah'dan korkanlara uyarı olsun diye indirdik."
Allah'dan korkanlar, kendilerine öğüt verildiğinde
öğüt alırlar, Rabblerinden çekinerek günahlarının
bağışlanmasını dilerler. Peygamberin görevi
işte bu noktada sona erer. O kalplerin kilitli
kapılarını açmakla, gönüllere ve vicdanlara
egemen olmakla yükümlü değildir. Bu iş, Kur anın
indiricisi olan yüce Allah'a düşer. O, tüm evrenin sınırsız
egemeni, kalplerin gizli sırlarının
kuşatıcısıdır. Okuyoruz:
"O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından
indirildi." "O rahmeti bol olan Allah, Arş'a
kurulmuştur."
"Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve
toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur."
Yani bu Kur'anı indiren Allah, yerin ve göklerin, "yüce"
göklerin yaratıcısıdır. Buna göre
yücelikler aleminden gelen Kur'an, tıpkı yer ve gökler
gibi evrensel bir olgudur. Bu ayetlerde evrene egemen olan yasalar
ile Kur'anın insanlara indirdiği hükümler arasında
bağ kuruluyor. Öte yandan yüce gökler ile yeryüzü arasındaki
düzey farkının bir benzeri, yücelikler aleminden inen
Kur'an ile yeryüzü arasında da vardır. Burada bu
simetrik uyuma, bu çakışmaya da dikkat çekiliyor.
Bu Kur'anı yücelikler aleminden yere indiren,
yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan "rahmeti bol
olan"Allah'dır. Buna göre O, Kur'anı, kulu
sıkıntı çeksin, mutsuz olsun diye indirmiş
olamaz. "Rahmeti bol" sıfatı burada bu
esprinin farkına varılsın diye
vurgulanmaktadır. Yüce Allah, tüm evrenin sınırsız
egemenidir. Okuyoruz:
"O rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur."
"Arş'a kurulmak" sonsuz üstünlüğü, sınırsız
egemenliği anlatmayı amaçlayan dolaylı, kinayeli
bir ifadedir. Öyleyse insanların geleceklerine yön verecek
olan O'dur. Peygambere düşen sadece Allah'dan korkanlara öğüt
vermektir. Sonsuz üstünlük ve sınırsız egemenlik
yanında kayıtsız mülk sahibi olmak ve bilgisi ile
her şeyi kuşatmak da O'nun sıfatları
arasındadır. Okuyoruz:
Burada bazı evrensel kesitlerin kullanılması,
Allah'ın yaygın mülkiyetini ve bilgisinin her şeyi
kuşattığını somut şekilde ifade
ederek insanlara kavrama kolaylığı sağlamak içindir.
Yoksa meselenin çapı aslında burada söylenenden çok
daha büyüktür. Kısacası varlık aleminde her ne
varsa bütünü ile O'nundur. Varlık aleminin bütünü ise,
doğallıkla, "göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki
ve toprak altındaki varlıklar"dan çok daha geniş
kapsamlıdır.
Yüce Allah'ın mülkiyet alanına giren her şey
aynı zamanda O'nun bilgisinin kapsamı içindedir.
Okuyoruz:
"Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister
içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da,
saklının saklısını da bilir."
Burada "Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve
toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur
ayetinin içeriği ile "söyleyeceğin sözü ister
sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı
da, saklının saklısını da bilir"
ayetinin içeriği arasında bir uyum, bir çağrışım
örtüşmesi olduğunu görüyoruz. Sebebine gelince
evrenin görünen ve algılanan tüm varlıkları ile
açıkça söylenen, kelimelere dökülen sözler terazinin
bir kefesine konurken, toprak altındaki saklı
varlıklar ile gönüllerde gizli tutulan duygular, ayetin
deyimi ile "saklı ile saklının
saklısı" öbür kefeye konuyor. Böylece
Kur'an'daki uyumlu ve simetrik tasvir üslubunun çarpıcı
bir örneği ortaya konuyor. "Sır" gizli
şeyler demektir. "Sırdan daha gizlisi" ise
saklılığın ve perde gerisinde oluşan daha
ileri derecelerini tasvir eden, somutlayıcı bir ifadedir
ve bu ifade yer katmanlarının derinliklerinde bulunan
varlıkların simetriği, çakışığıdır.
Bu ayetlerdeki Peygamberimize yönelik seslenişin
amacı O'nun kalbine güven aşılamaktır.
Rabbinin yanıbaşında olduğunu, O'nun söylediği
her sözü işittiğini, Kur'anı kendisine
sıkıntı çektirmek için indirmediğini, O'nu
asla yalnız ve kâfirler karşısında desteksiz
bırakmayacağını vurgulamaktır. Eğer
Peygamberimiz O'na sesli olarak yalvarıyorsa bilmelidir ki,
Allah sözün saklısını da, saklının
saklısını da bilir. Eğer Peygamberimizin kalbi
yüce Allah'ın yanıbaşında olduğunu,
gizlisi ile fısıltısı ile, bütün duygularını
bildiğini hissederse güvene kavuşur, hoşnut olur,
bu yüce yakınlığın birlikteliğinden güç
alır. Artık yüce Allah'ın ayetlerini yalanlayan
entrikacıların arasındaki
yalnızlığından ürkmez, inanç sisteminin ve
zihniyetinin karşıtları arasında gariplik,
öksüzlük kompleksine kapılmaz.
Bu giriş bölümü yüce Allah'ın
sınırsız egemenliğini, ortaksız mülkiyetini
ve sonsuz bilgisini dile getirdikten sonra O'nun birliğini,
tekliğini ilân ederek noktalanıyor. Okuyoruz:
"O, kendisinden başka ilah olmayan Allah'dır ve
en güzel isimler O'nun isimleridir."
Buradaki "en güzel" sıfatı hem diğer
ayetlerin duraklarındaki ses uyumuna paralel düşüyor,
hem de o ayetlerin içerikleri ile çağrışım
ortaklığı kuruyor. Bu ortak çağrışım
hem bu giriş bölümünün ve hem de tüm surenin havasına
sinen rahmet, Allah'a yakınlık ve ilahi gözetim çağrışımıdır.
HZ. MUSA VE PEYGAMBERLİGİ
Daha sonraki ayetlerde yüce Allah, Peygamberimize Hz. Musa'nın
hikâyesini anlatıyor. Bu hikâye, insanları yüce
Allah'a çağırma görevini yüklenmek üzere seçilmiş
peygamberlere yönelik ilahi gözetimi kanıtlayan bir örnek
olarak sunuluyor. Hz. Musa hikâyesi, Kur'anda en çok anlatılan
peygamber hikâyesidir. Fakat her surede o surenin ana konusuna,
genel havasına ve çağrışım sistemine
uygun düşen bölümleri anlatılır. Şimdiye
kadar sırası ile Bakara, Maide, A'raf, Yunus, İsra,
Kehf surelerinde bu hikâyenin çeşitli bölümleri sunulmuş,
ayrıca birkaç surede de hikâyeye kısaca
değinilmekle yetinilmişti.
Maide suresinde bu hikâyenin sadece bir bölümüne yer
verilmişti. Bu bölümün konusu, yahudilerin kutsal
topraklardaki bir kentin kapısı önünde durmaları,
kentte zalim bir kavmin yaşadığı gerekçesi
ile içeriye girmek istememeleri idi. Kehf suresinde de hikâyenin
bir tek bölümü yeralmıştı. Bu bölümde Hz.
Musa'nın, Allah'ın "iyi kullarından biri"
ile tanışması ve onunla bir süre arkadaşlık
etmesi anlatılmıştı.
Bakara, A'raf, Yunus sureleri ile bu surede hikâyenin birden
çok bölümüne yer verildiğini görüyoruz. Fakat
hikâyenin bu surelerde anlatılan bölümleri sureden sureye
farklılık gösterir. Kimi surelerde anlatılan bölümler
değişik olduğu gibi, kimi surelerde de ele
alınan bölümün farklı taraflarına dikkat
çekilmektedir. Böylece hikâyenin anlatılan bölümü ile
içinde yeraldığı surenin anlatım
doğrultusu arasında uyum ve paralellik gözetilmektedir.
Meselâ Bakara suresinde bu hikâyeden önce Hz. Adem'in
hikâyesine yer verilmekte, Hz. Adem'in yücelikler aleminde ağırlanması,
yüce Allah'ın kendisini yeryüzü halifesi olarak
görevlendirmesi ve işlediği kusuru
bağışladıktan sonra kendisine nimet
sunması anlatılıyor. Arkasından Hz. Musa hikâyesine
geçiliyor. Bu geçişin amacı şudur:Yahudilere yüce
Allah'ın bağışladığı nimetler
hatırlatılıyor. Verdiği sözü tutarak
kendilerini Firavun'un ve zorba adamlarının elinden
kurtardığına değiniliyor. İstekleri
üzerine kendilerine su sağlandığı, bunun için
yerden fışkıran pınarlara
kavuşturuldukları, ayrıca onlara yiyecek olarak
kudret helvası ile bıldırcın eti armağan
edildiği anlatılıyor. Ayrıca Hz. Musa'nın
yüce Allah ile buluşması, O'nun yokluğunu
fırsat bilen yahudilerin altın bir buzağıya
tapmaları, arkasından yüce Allah'ın bu
sapıklıkları bağışlaması, sonra
kendilerinden, bir kayanın altında
bağlılık sözü alması, arkasından
Cumartesi günü yasağını çiğnemeleri ve en
son olarak itirazcı karakterlerini sergileyen
"inek" hikâyesi gündeme getiriliyor.
A'raf suresinde ise bu hikâyenin öncesinde bir uyarı
yeralıyor. Bu uyarıda Hz. Musa döneminden önce yaşamış
kâfirlerin, yüce Allah'ın ayetlerini yalanlàmış
sapıkların acı sonlarına değiniliyor ve
arkasından söz bu hikâyeye getiriliyor. Hikâyenin orada
anlatılan bölümleri şöyle sıralanıyor: Hz.
Musa'ya peygamberlik görevinin verilişi; değnek ve
"ak parıltı saçan el" mucizeleri;
İsrailoğullarının su baskını,
çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını,
kurbağalar ve kanlı su mucizeleri ile sınavdan geçirilişleri,
büyücüler olay, Firavun ile yüce Allah'ın ayetlerini
yalanlamış yakın adamlarının acı
sonu, Hz. Musâ'nın yokluğunu fırsat bilen
yahudilerin altından yapılmış bir
buzağı heykeline tapmaları. Ve hikâyenin orada
anlatılan bölümleri, "şu okuma-yazmasız
Peygamber"in, yani bizim Peygamberimizin izinden giden mü'minlerin,
yüce Allah'ın rahmetinin ve hidayetinin yeni mirasçıları
olarak ortaya çıktıkları ilân edilerek noktalanıyor.
Yunus suresinde ise bu hikâyenin öncesinde, yüce Allah'ın
ayetlerini yalanlamış eski toplumlara ilişkin
toplu-yokoluş sahneleri sunuluyor. Bu sahnelerin
arkasından ele alınan Hz. Musa hikâyesinde Hz. Musa'nın
peygamber olarak görevlendirilişi, büyücüler sahnesi,
Firavun ile soydaşlarının nehir sularına gömülüp
yok edilişleri ayrıntılı olarak
anlatılıyor.
Bu sureye gelince, Hz. Musa hikâyesinin burada sunulan
bölümlerinden önce bir giriş bölümü ile karşılaşıyoruz.
Bu giriş bölümünde yüce Allah'ın, peygamber olarak görevlendirdiği,
insanlara bu inanç sisteminin sesini duyurmak üzere seçtiği
elçilerine yönelik rahmeti ve himayesi vurgulanıyor.
Arkasından bu hikâye gündeme geliyor. Böylece hikâyenin
tüm bölümleri, bu ilahi rahmetin ve himayenin şemsiyesi
altına alınıyor. Sonra hikâyenin ayrıntılarına
geçiliyor. Önce Hz. Musa ile yüce Allah arasındaki söyleşi
sunuluyor. Bu söyleşide yüce Allah'ın, Hz. Musa'ya yönelik
himayesinin, yüreklendirici desteğinin çeşitli
örnekleri hatırlatılıyor. Bu himaye ve
desteğin, Hz. Musa'nın peygamber olu undan önceki
dönemlerini de kapsadığına, ilk çocukluk çağından
beri bu himayeyi ve desteği hep yanıbaşında
bularak büyüdüğüne yüce Allah'ın kendisini her
zaman koruması ve gözetimi altında bulundurmuş
olduğuna işaret ediliyor. Okuyoruz: