Dikkatlere sunulan bu evrensel ayet, vahyin tanıklık
etmek üzere geldiği gerçeğe tanıklık etmek
amacı ile yaratılmıştır. Ne varki onlar
bu gerçekten kuşku duyuyorlar, onu yorumlarken görüş
ve inanç ayrılığına düşüyorlar.
Göklerin ve yerin şahsında somutlaşan ayet
tartışmaya ve kuşkuya katlanamaz. Çünkü bu
ayetin ifade ettiği anlam kesindir. İnsanın öz
yaratılışına kendine özgü diliyle hitap eder.
Gerçeği öğrenmenin peşinde olan hiçbir tartışmacı
bu konuda tartışmaya girmez. Gökleri ve yeri var edip
yönlendiren insan olmadığını, onun
dışında Allah'ın yarattığı
herhangi bir varlığın da bunu gerçekleştiremeyeceğine
içtenlikle tanıklık eder. Onları varedip yönlendirenin
varlığını kabul etmekten başka seçenek
yoktur. Çünkü göklerin ve yerin dehşet verici büyüklüğü,
ince ahengi, kesintisiz işleyen düzeni, değişmez
yasalar sisteminin birliği... Evet bütün bunları,
akıl açısından yaratıp yönlendiren bir ilahın
varlığı ile açıklamaktan başka seçenek
yoktur. İnsanın öz yaratılışına
gelince; o, bu evrenin mesajını dolaysız
algılar, bu mesajla ilgili olarak dışardan bir tek
söz bile duymadan önce bu mesajı kavrar, onu benimser.
Gökler ve yer ayeti özünde bir başka ayeti de
barındırıyor:
Göklerde
bulunup ta bizim kavrayamadığımız hayat türleri
bir yana-. Şu yeryüzündeki hayat da tek başına
bir ayettir. Nasıl ortaya çıktığını
bırak, hiç kimse mahiyetine derinlemesine inemediği
sırrın. Hiç kimsenin nereden geldiğini, nasıl
geldiğini, nasıl canlıları bürüdüğünü
bilemediği kapalı bir sır. Bu sırrın
kaynağını ve mahiyetini ortaya çıkarmak
amacı ile başlatılan tüm girişimlerin yüzüne
kapıları kapanmış, perdeler gerilmiştir.
Ve bu araştırmaların tümü -hayatın ortaya çıkışından
sonra- canlıların gelişmesi, türlere ayrılmaları,
farklı görevler üstlenmeleri konusu ile sınırlı
kalmışlardır. Bu dar ve gözler önündeki kısımla
ilgili olarak değişik görüşler ve teoriler ortaya
atılmıştır. Perdenin gerisi ise hiçbir bakışın
uzanamadığı, hiçbir düşüncenin ulaşamadığı
bir sır olarak varlığını korumuştur...
Kısacası hayat sırrı Allah'a özgü bir
meseledir. Ondan başkası bu sırrı kavrayamaz.
Her yere dağılmış bulunan bu canlılar...
Yeryüzünde ve yerin altında, denizin derinliklerinde ve
uzay boşluğunda yaşayan bu canlılar -Gökyüzünde
yaşayan başka canlıları bir yana bırak-
insanın çok az bir kısmını bildiği ve
sınırlı araçlarla ancak bilinen türlerini
kavrayabildiği bu her tarafa dağılmış
canlılar. Gökte ve yerde dolaşan bu canlıları
yüce Allah dilediği zaman biraraya toplar. Bir tek tanesi
bile kaybolmaz onların. Eksiksiz bir araya gelirler!
Öte yandan insanoğlu kafeslerinden uçup gitmiş bir
evcil kuş sürüsünü veya peteklerinden kaçmış
arı sürüsünü toplamaktan acizdir.
Sayısını ancak yüce Allah'ın bildiği
yığınlarca kuş sürüsünü. Allah'tan başka
kimsenin sayamadığı arı, karınca ve
benzeri hayvan yığınlarını. Allah'tan
başka nerede olduklarını kimsenin bilemediği
haşere, parazit ve mikrop sürülerini. Yine Allah'tan başka
kimsenin haberdar olmadığı, balıkları ve
deniz hayvanlarını. Her tarafa
dağılmış bulunan evcil ve
yırtıcı hayvanları. Yeryüzünün her
bölgesine yerleşmiş insan gruplarını.
Bunlarla birlikte göklerin bilinmezliklerinde gizlenmiş
bulunan yüce Allah'ın yarattığı
sayısız canlıları... Hepsini... Hepsini.
Dilediği zaman yüce Allah biraraya getirir.
Bütün bu canlıların göklere ve yere yayılması
ile bir araya getirilmeleri için bir söz yeterlidir. İfade,
Kur'an'ın olayları sunuş yöntemi uyarınca
yayılma sahnesi ile toplanma sahnesini bir çırpıda
ve aynı anda karşılıklı olarak sunuyor.
Çünkü daha dil bu kısacık Kur'an ayetini tamamlamadan
kalp bu iki dehşet verici sahneyi aynı anda
seyredebiliyor:
Bu iki sahnenin ışığında ayetlerin
akışı onlara bu dünya hayatında kendi elleri
ile kazandıkları şeylerden dolayı
başlarına gelecek akıbetten sözediyor. Ama bu akıbet
onların dünyadaki tüm kazançlarının
karşılığı değildir. Çünkü yüce
Allah onları bütün yaptıkları işlerden
dolayı sorumlu tutmuyor. Bir çoğunu
bağışlıyor. Bu arada ayet-i kerime
onların güçsüzlüklerini tasvir ederek, bu niteliklerini
onlara hatırlatıyor. Böylece koskoca canlılar
aleminde sadece küçücük bir grup olduklarını somut
biçimde ortaya koyuyor.
"Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi
ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. O,
yine de çoğunu affeder. Yeryüzünde O'nu aciz bırakamazsınız.
Allah'tan başka bir dostunuz da, yardımcınız
da yoktur."
Birinci ayette yüce Allah'ın adaleti ve şu
zayıf insana yönelik rahmeti belirginleşiyor. Çünkü
insanın başına gelen her kötülüğün, insanın
kendi elleriyle hazırladığı bir sebebi
vardır. Ne varki yüce Allah, onu her yaptığından
dolayı suçlu bulup cezalandırmıyor. Çünkü yüce
Allah insanın zayıf bir yaratık olduğunu, onun
fıtratına bazı itici özellikler verdiğini ve
bu itici özelliklerin zaman zaman insanı etkisi altına
aldığını biliyor. Bu yüzden bir hoşgörü
örneği ve insana yönelik rahmetinin belirtisi olarak çoğu
suçlarını bağışlıyor.
İkinci ayette ise insanın
zayıflığı önplana çıkarılıyor.
Buna göre insan yeryüzünde Allah'ın kurduğu düzeni
değiştiremez, Allah'ın yasasının
işlemesine engel olamaz. Öte yandan onun Allah'tan başka
dostu ve yardımcısı da yoktur. Şu halde gerçek
dostuna ve yardımcısına sığınmaktan
başka ne yapabilir? Nereye gidebilir?