1- Güneşe ve onun
ışığına,
2- Ardından gelmekte
olan Ay'â,
3- Onu ortaya koyan
gündüze,
4- Onu bürüyen geceye,
5- Göğe ve onu
yapana,
6- Yere ve onu yayana.
Yüce Allah, bu varlıkların
ve kainat tablolarının üstüne yemin ettiği gibi,
ruhun üstüne, ona yetenekler verilmesinin ve iyilik ile
kötülüğün ilham edilmesinin üstüne, yemin ediyor. Bu
yemin ayette sıralanan yaratıklara büyük bir değer
kazandırmaktadır. Ayrıca bu yeminden
yararlansınlar ve "bu yaratıklar ne gibi
değerler ve ne gibi anlamlara sahip ki yüce Allah'ın
kendi üzerlerine yemin etmesine uygun olmuşlar" diye düşünmeleri
için insanların dikkatini bunların üstüne çeviriyor.
Kainat sahneleri ve onun
dış görüntüleri ile insan kalbi arasında
kelimenin tam anlamı ile gizli bir dil vardır. insan
kalbi bu dil ile fıtratın özünde ve duyguların
derinliğinde tanışmıştır. Kainat
tabloları ile insan ruhu arasında,
karşılıklı etkileşim ve hiçbir ses ve
hiçbir çığlık çıkmadan
karşılıklı bir konuşma ve dertleşme
vardır. Evet, kainat tabloları insan kalbi ile
konuşurken, ruha ilham verirken,
canlılığını yitirmemiş insan denen
varlığa uygun bir hayat sunarken, hiçbir çığlık
ve ses duyulmaz. insan o tablolarla yüzyüze gelirken, onlara
yönelirken ve karışlıklı dostluğu,
konuşmayı, etkileşimi ve ilhamı yazarken hiçbir
çığlık ve ses duyulmaz.
Bunun için Kur'an-ı
Kerim, insan kalbini çeşitli yerlerde, çeşitli
üsluplarla kainat tablolarına yöneltir. Bazen doğrudan
doğruya yapar bunu bazen de, şu yaratıkların
ve tabloların üstüne yemin edilmesinde olduğu gibi,
dolaylı dokunuşlarla ve bunların arkalarından
gelen gerçekleri bir çerçeveye koyarak, yapar. Bizler
özellikle bu cüzde, bu tarz yönlendirme ve dokunuşları
çok fazla gördük. insan kalbini duygu ve ilham istesin ve -karşılıklı
olarak anlaştıkları dil ile-
fısıldamış olduğu işaretleri,
çevreye yaydığı konuşmaları kainattan
alsın diye, kainata varıp konuşması için
uyarmayan, bir tek sure yoktur.
Burada Güneşin ve
aydınlığının üstüne insana ilhamlar
veren bir yeminle and içildiğini görmekteyiz... Evet genel
olarak Güneşin ve özel olarak da onun ufuktan yükselip de
kuşluk vaktine girdiği zamanı üstüne yemin edildiğini
görmekteyiz. Çünkü Güneşin en hoş ve en tatlı
olduğu zaman kuşluk zamanıdır. Bu,
kışın insanı ısıtan canlandıran
ve harekete geçiren; yazın da sevimli bir
ılıklığın yayıldığı,
öğle sıcağının insanı
bunaltmasından önceki parlak bir aydınlığın
çevreyi kuşattığı andır. O halde Güneş,
kuşluk zamanı en sevimli ve en berrak
anındadır. Bazıları ayet metninde yer alan (Duha)
sözcüğünün bütün bir günün tamamı anlamına
geldiğini söylemişler ise de, biz bu sözcüğün
akla ilk gelen anlamı olan "Kuşluk zamanı"
anlamında olduğunu kabul ediyor ve bu uzak anlama yönelmeyi
gerekli görmüyoruz. Çünkü gördüğümüz gibi, "Kuşluk
zamanın''nın insan hayatında özel anlamları
vardır.
Ve biz yine burada Güneşi
izleyen Ay'ın üstüne de yemin edildiğini görmekteyiz.
Güneşin ardından hoş, şeffaf, parlak ve
berrak ışığı ile doğan ayın
üstüne yemin edildiğini görmekteyiz. Kuşkusuz insan
kalbi ile, parlayan mehtap arasında eskiden beri süregelen
bir dostluk ve bir sevgi bağı vardır. insanın
iç alemine ve ruhunun derinliklerine işleyen vicdanın
her noktasını kaplayan bir sevgidir bu. insanlar hemen
iletişim kurar, yakınlaşır ve insan kalbi bu
sevgi ile hangi durumda buluşursa buluşsun derhal
silkinir ve kendine gelir. Mehtabın insan kalbine yönelik fısıltıları
ve ilhamları vardır. Mehtap yaratıcıyı
tesbih eder, her türlü eksikliklerden uzak olduğunu
fısıldar durur. Ayın
aydınlığında duygu yeteneğini
yitirmemiş gönüller, nerede ise bu fısıltıları
ve ilhamları duyar gibi olurlar. insan kalbi zaman zaman,
mehtaplı bir gecede her yeri kuşatan nur ve
aydınlık okyanusunda yüzdüğünü, kirlerinden arındığını,
hisseder. Mehtaplı bu gecede
susamışlığını tamamen giderir. Bu
sevimli ışıkla kucaklaşır da o nurun içinde
yüce Allah'ın varlığı ile sükunet bulup
huzura kavuşur.
Sonra güneşi açığa
çıkaran gündüzün üstüne yemin edilmektedir. Ki bu da
ayetin metninde geçen (Duha)'nın bütün gün demek olmadığına,
aksine günün özel bir zamanı olduğuna işaret
etmektedir. Ayet metninde yer alan "Onu ortaya çıkaran"
ifadesinde "O" zamiri daha önce geçen güneş sözcüğünün
yerine kullanılmıştır. İlk akla gelen böyle
olmasıdır. Ne var ki Kur'an'ın iması bu
zamirin "yeryüzü" sözcüğü yerine kullanılmış
olduğunu göstermektedir. Buna göre ayetin anlamı,
"Yeryüzünü ortaya çıkaran gündüze yemin ederim"
demek olur. Kur'an üslubunun tıpkı bunun gibi
ifadelerin akışı içinde gizli, dolaylı çağrışımları
vardır. Çünkü bu çağrışımlar insan
hissi tarafından tanınmaktadır. Dolayısı
ile Kur'an ifadesi bu çağrışımları
gizlice hissettirir. Gündüz yeryüzünü açığa çıkarır
ve gözler önüne serer. Gündüzün insan hayatında
bilindiği gibi birçok etkileri vardır. Fakat
insanoğlu hergün tekrar tekrar gelen gündüzün güzelliğini
ve etkilerini unutabilir. İşte bu gibi hallerde gelen böylesi
kısacık dokunuşlar insanı uyandırır
ve bu büyük olayı düşünmeye teşvik eder. "Onu
örtüp bürüyen geceye" ifadesi de böyledir. Buradaki
"bürüyüş" yukardaki "açığa çıkarış"ın
karşıtı ve tersidir. Gece herşeyi
bağrına basar ve bürüyüp gizler. Bu tablonun da insan
ruhuna etkisi ve aynen gündüz gibi insan hayatında izleri
vardır.
Sonra da yüce Allah,
gökyüzünün ve onun kuruluşunun üstüne yemin etmekte ve "Göğe
ve onu yapana yemin ederim." buyurmaktadır. Ayet
metninde geçen "Ma" sözcüğü, başına
geldiği fiil burada olduğu gibi mastar isme dönüştüren
edatlardandır. Gökyüzü denince insanın aklına
ilk gelen şey, nereye dönersek dönelim, içine yıldızların
ve kendi yörüngelerinde yol alan yığın
yığın serpiştirilmiş olduğu kubbe
gibi tepemizde görmüş olduğumuz enginliktir. Gökyüzünün
gerçek yüzünü ise kavramaktan aciziz. Bizim tepemizde
birbirini tutmuş olarak gördüğümüz nesne, sistemi
bozulmayan ve değişmeyen bir yapıya sahiptir.
Bundan dolayı gökyüzü değişmezliği ve
birbirini tutmuş olması ile "kurulma ve
yapılma" özelliğini elde eder. Ancak gökyüzü
nasıl kurulmuştur, başını ve sonunu
bilmediğimiz uzayda yüzercesine yol alırken, kendisini
oluşturan parçalar dağılmasınlar diye
onları tutan nedir? İşte bizler bütün bunları
bilmiyoruz. Bu konuda söylenenler, değişme ve
çürütülme olasılığı olan sadece birer
varsayımdan ibarettir. Bu görüşlerin ne
değişmezliği ve ne de söylenmiş son söz
almaları sözkonusudur. Ancak herşeyin arkasından
kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da; bu
akıllara durgunluk veren yapıyı yüce Allah'ın
kudret elinin tutuyor olmasıdır. "Gökleri ve
yeryuvarlağını dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını
önleyen sadece Allah'tır. Eğer onlar yörüngelerinden
çıkacak olsalar onları O'ndan başka hiç kimse
dengeye getiremez." (Fatır 41) İşte bilgi
adına kesin olarak bildiğimiz biricik gerçek budur.
Yine yüce Allah
yeryüzüne ve onun yayılmasına yemin etmektedir. Ayet
metninde geçen (Tahv) sözcüğü, tıpkı (dahv)
gibi, yaymak, döşemek, hayata elverişli hale getirmek
demektir. Bu başlı başına bir gerçektir ki,
gerek insan cinsinin ve gerekse canlı olan öteki yaratıkların
hayatları bu gerçeğe dayanır. Yeryüzünde yüce
Allah'ın kudret elinin yoktan var ettiği bu özellik ve
uygunluklar, evet O'nun planlaması ve idaresi uyarınca
yeryüzünü yaşamaya elverişli yapan. iste bu
özellikler ve bu uygunluklardır. Anlayabildiğimiz
kadarı ile, bu özelliklerden birisi aksasa veya bozulsa, ne
yeryüzü yaşanabilir olma özelliğini koruyabilir ve ne
de burada yaşama, bu biçimi ile sürerdi. Yeryüzünün yayılması
bir başka ayette şöyle ifade olunur: "Ardından
yeri düzenlemiştir. Soyunu ondan çıkarmış ve
otlak yer meydana getirmiştir." (Naziat 30)
İşte yeryüzünün döşenmesi bu özelliklerin ve
uygunluğun en büyüğüdür. Ve bu işi üstlenen
ise sadece yüce Allah'ın kudret elidir. Burada yeryüzünün
döşenmesi bu özelliklerin ve uygunluğun en büyüğüdür.
Ve bu işi üstlenen ise sadece yüce Allah'ın kudret
elidir. Burada yeryüzünün döşenmesinden söz ediliyorsa,
bununla ancak ve ancak bu döşemenin gerisindeki kudret
elinden söz ediliyor demektir. Ve insan kalbi ibret alması
ve öğüt elde etmesi için böylesi bir dokunuşla ele
alınıyor ve ona dokunuluyor.
Şimdi bu yeminin
devamında evrene, evrenin tablolarına ve dış görüntülerine
bağlı olarak insan yaratılışına ait
en büyük gerçek geliyor. Bu gerçek, birbirine bağlı
ve birbiri ile uyumlu olan şu varlık alemindeki en büyük
mucizelerden birisidir.