45- Onlardan önceki bir çok milletler de mesajımızı
yalanlamışlardı., Bu müşrikler onlara
verdiğimiz dünyalıkların onda birine bile
ermiş değillerdir. Buna rağmen peygamberlerimi
yalanladılar, ama bu inkârcılığın
karşılığı nice oldu?
O eski inkârcılara indirilen darbe son derece
yıkıcı ve öldürücü olmuştu.
Kureyşliler, Arap Yarımadası'nın çeşitli
yerlerinde toplu kıyıma uğratılmış
bu eski milletlerin yıkıntılarını görmüşlerdir.
Onlar için bu hatırlatma yeterlidir. "Ama bu inkârcılığın
sonu nice oldu?" şeklindeki alaycı soru,
duygulandırıcı bir sorudur. Bu ilahi
karşılığın nasıl olduğunu bilen
muhatapların kalplerini ürpertir.
MÜŞRİKLERİ GERÇEĞE DÜŞÜNMEYİ
DAVET
Aşağıdaki ayette müşrikler son derece
samimi bir öğütle gerçeği aramaya, yalanı
doğrudan ayırd etmeye, karşısında
bulundukları realiteyi hilesiz ve
katışıksız bir netlikle belirlemeye çağrılıyorlar.
Okuyoruz:
46- Ey Muhammed, onlara de ki; "Size bir tek
öğüdüm var: İkişer iki-şer ve teker teker
Allah ile vicdanınızla başbaşa
kalınız ve düşününüz ki, bu dostunuz deli değildir,
o sadece ağır bir azabın eşiğinde sizleri
uyaran bir peygamberdir. "
Bu ayette müşrikler arzu ve ihtiraslarından,
kişisel çıkarlarından, dünyalık
endişelerden, kalpde çöreklenip onu Allah'dan uzaklaştıran
çeşitli fısıltı ve içgüdülerden, egemen
toplumsal akımların etkisinden, yaygın düşüncelerin
baskısından sıyrılarak vicdanlarının
özgür ufuklarında yüce Allah ile başbaşa kalmaya
çağrılıyorlar.
Burada yalın gerçekle yüzyüze gelmeyi öneren bir çağrı
ile karşı karşıyayız. Bunun için
toplumda geçerli tutulan tezleri ve önermeleri bir yana bırakmak
gerekir. Kalbi ve akli yalın gerçekle bütünleştirmekten
alıkoyan yaldızlı metinleri göz ardı etmek
gerekir.
Burada insanlar fıtratın soğukkanlı ve saf
mantığına çağrılıyorlar. Verimsiz
didişmelerden, saçmalamalardan, demogojilerden, çarpık
görüşlerden, gerçeğin saf çehresini gölgeleyici
yutturmacalardan uzak kalmaya özendiriliyorlar.
Aynı zamanda bu çağrı, gerçeği
aramanın yöntemini öğretiyor. Son derece sade olan bu
yöntem, toplumsal tortulardan, geçmişin paslarından ve
yanıltıcı iç ve dış etkenlerden
sıyrılarak yüce Allah'ın gözetimini akıldan
çıkarmamaya, O'ndan çekinmeye dayanır.
Evet "tek" şart var. Eğer bu şart gerçekleşirse,
yöntem tutarlı olur, doğru yola girilir. Bu şart
ard niyetin, ihtirasın, kişisel çıkarın ve
somut sonuç elde etme kaygısının
baskısından uzak bir arınmışlıkla,
sarsılmaz bir bağlılıkla vicdanın engin
ufuklarında yüce Allah ile başbaşa kalanlar, tüm
benlikleri ile O'na yönelenler bu aşamada hiçbir saptırıcı
dış etkenin etkisi altında kalmaksızın yüzyüze
geldikleri realiteyi değerlendirecekler, onu saf aklın süzgecinden
geçireceklerdir. Acaba bu "Allah'la başbaşa
kalıp düşünme" işlemi nasıl uygulanacak?
Okuyoruz:
"İkişer ikişer ve teker teker Allah ile
vicdanlarınızda başbaşa kalınız."
"İkişer ikişer.'' Çünkü o zaman düzenli
ve soğukkanlı düşünce alışverişi
yapılabilir. Kalabalıkların gelip geçici
reaksiyonlara bağlı mantığından uzak
kalınır. Soğukkanlı bir didikleme ile sürekli
biçimde deliller aranır. Ve "teker teker" vicdanla
yüzyüze gelerek; her şeyden arınmış,
soğukkanlı ve derine inmeyi amaçlayan bir yaklaşımla.
Okumaya devam edelim:
"Ve düşününüz ki, bu dostunuz deli değildir."
Şimdiye kadar onu hep akıllı, tedbirli ve
temkinli olarak tanıdınız. O
akıllılığından ve olgunluğundan
kuşkulanmaya yol açacak bir söz söylemiyor. Söyledikleri,
sağlam mantıklı, tutarlı ve açık
anlamlı sözlerdir. Devam ediyoruz:
O sadece ağır bir azabın eşiğinde
sizleri uyaran bir peygamberdir."
Ağır azabın gerçekleşmek üzere olduğunu
somut bir anlatımla bildiren bir uyarı
karşısındayız. Zaten bir adım öncesinde
uyarıcının çığlığı
kulaklarımızda yankılanmıştı. Amaç
bu çığlığa kulak verenlerin kurtulması
idi. Bir evde yangın çıktığını düşünelim,
kaçamayanlar yanıp kül olmak üzereler. Tam o anda bir
alarm sesi duyuluyor. İşte bu da aynen öyle. Bu ifade,
realiteyi haber vermesinin yanı sıra son derece orjinal,
duygulandırıcı ve çarpıcı bir tasvir
örneği olarak karşımıza çıkıyor.
İmam-ı Ahmed Hanbeli'nin, Ebu Naim Beşir b.
Muhacir'e ve onun da Abdullah b. Bureyre'ye dayanarak verdiği
bilgiye göre sahabilerden Bureyre şöyle diyor:
- Bir gün Peygamberimiz çıkageldi ve yüksek sesle üç
kere "Ey insanlar, benim ile sizin durumumuz neye benzer
biliyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler "Allah ve
Resulü daha iyi bilir" diye karşılık verince,
Peygamberimiz sözlerine şöyle devam etti:
"Benim ve sizin durumumuz şuna benzer. Bir toplum düşününüz.
Baskınına uğramaktan korktukları bir düşmanları
var. Bu yüzden aralarından birini düşmanın yolunu
gözetlemeye gönderirler. Adamlar oldukları yerde dururken,
gözetleme görevlisi düşmanı görür. Hemen dönüp
komşularını uyarmayı düşünür. Fakat
komşularını uyarmayı başaramadan düşman
tarafından yakalanacağından korkar. Bu yüzden
havaya kaldırdığı gömleğini sallayarak `Ey
insanlar basıldınız, ey insanlar
basıldınız, ey insanlar
basıldınız' demek ister."
Yine aynı kanaldan öğrendiğimize göre
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle
buyuruyor:
"Ben tam kıyamet günü ile birlikte gönderildim.
Hatta az kalsın o beni geçecekti." Bu son derece çarpıcı
ilk mesajı şu ikinci mesaj izliyor: