20- Şeytan, onlara ilişkin beklentisini gerçekleştirmiş
ve bir grup mü'min dışında hepsi ona uymuştu.
21- Aslında şeytanın onlar üzerinde hiçbir
nüfuzu, hiçbir yaptırım gücü yoktu. Ama biz ahirete
inananları, o konuda kuşku içinde olanlardan ayırd
etmek istedik. Her şey, senin Rabb'inin gözetimi altındadır.
Acaba Sebe'liler neden bu yolu izlediler de sonunda böyle bir
akıbetle yüzyüze gelmeyi hakkettiler. Çünkü şeytan
onları ayartabileceğine ilişkin tahmininde
haklı çıkarak onları doğru yoldan çıkarmayı
başardı. Okuyoruz:
"Şeytan onlara ilişkin beklentisini gerçekleştirmiş
ve bir grup mü'min dışında hepsi ona uymuştu."
Normal olarak her toplumda aynı şey olur. Yani
şeytana uymuş her toplumda şeytan'ın
kışkırtmalarına karşı
kararlılıkla direnen küçük bir grup bulunur. Bu
küçük grup herkese şunu kanıtlar. Ortada
değişmez bir gerçek vardır. Onu arayan tanır.
Onu bulmak, ona sarılmak isteyen kimse, şartlar ne kadar
ağır olursa olsun, onu bulabilir.
Ayrıca şu gerçeği akıldan çıkarmamak
gerekir: Şeytan'ın bu adamlar üzerinde karşı
konulmaz, bir yaptırım gücü, önünde durulmaz bir
nüfuzu yoktur. Onlar onun iradesi karşısında
eli-kolu bağlı tutsaklar değildirler. Gerçi
şeytan'a, onları ayartma izni verilmiştir. Bunun
hikmeti şudur: Gerçeğe bağlı olanlar bu
bağlılıklarını sürdürsünler, buna karşılık
gerçeği istemeyenlerin, onu bulmak için çaba harcamayanların
ayakları kaysın. Başka bir deyimle "Kimlerin
ahirete inandıkları" kimler imanları
aracılığı ile sapık yola düşmekten
korundukları meydana çıksın. Bu kimseler "Ahiret
konusunda kuşku içinde olanlardan" ayırd
edilsin. Ahirete kesinlikle inananlar ile bu konuda tereddüt
içinde bocalayanlar, şeytan'ın
kışkırtmalarına pas verenler, yüce Allah'ın
gözetimi altında olduklarını bilmeyenler ve ahiret
gününün beklentisi içinde olmayanlar biribirine karışmasınlar.
Yüce Allah, olup biten her gelişmeyi, bu gelişmeler
daha ortaya çıkmadan, insan gözü ile görülmeden
önce bilir. Fakat olayların ve davranışların
karşılıkları, bu olayların ve
davranışların somut olarak insanların dünyasına
yansımalarına bağlıdır. Bu engin ve açık
alanda yüce Allah'ın olayları ve gelişmeleri
planlayıp yönlendiren iradesinin alanı ile
şeytan'ın insanları ayartma alanı yer
alır. Fakat bu alandaki şeytan'ın yetkisi
sınırlıdır, onun insanlar üzerinde karşı
durulmaz, baş edilmez bir otoritesi yoktur. Ona
insanları ayartma yetkisinin tanınması, yüce
Allah'ın bilgisinde saklı olan akıbetlerin ve sonuçların
pratikler dünyasında ortaya çıkması içindir. Bu
geniş alanda Sebe'lilerin hikâyesi ile her zaman ve her
yerde yaşayan bütün toplumların hikâyeleri bütünleşir.
Buna göre ayetin metnin çerçevesi ve sonunda yer alan değerlendirme
cümlesinin kapsamı da genişlik kazanır. Başka
bir deyimle bu değerlendirme, sadece Sebelileri ilgilendiren,
özel bir yorum olmaktan çıkarak bütün insanlığın
durumunu anlatmaya elverişli bir açıklama niteliği
kazanır. Evet, okuduğumuz hikâye şeytana uyup
yoldan çıkma ile doğru yolu bulmanın, bu iki
olgunun her zaman ve her yerdeki sebeplerinin, sonuçlarının,
şartlarının ve amaçlarının hikâyesidir.
Devam ediyorum:
"Her şey senin Rabb'inin gözetimi altındadır."
Hiçbir şey gözden kaçmaz, kayıplara
karışmaz. Hiçbir şey ihmale uğramaz, göz ardı
edilmez.
Görüldüğü gibi surenin bu ikinci "aşama"sı,
tıpkı ilk "aşama"sı gibi ahiretten söz
ederek, yüce Allah'ın bilgisini ve yoğun gözetimini
vurgulayarak sona eriyor. Bu iki konu zaten surenin tümünün ağırlık
verdiği, özenle tekrarladığı konulardır.
Surenin bu "aşama"sını Allah'a ortak
koşma ve O'nun birliğini onaylama konuları üzerine
düzenlenmiş kısa bir gezi oluşturur. Gezi
kısadır, ama insan kalbini evrenin tüm alanlarında
dolaştırır. Bu gezide insan kalbi, evrenin görünen
ve görünmeyen bölümlerini, algılanabilir kesimleri ile
"gayb" alemini oluşturan kuytuluklarını,
göklerini ve yeryüzünü, dünyasını ve ahiretini
izleme fırsatını bulur. İnsan kalbi, bu gezi
sırasında, eklemleri titreten, yüce Allah'ın
ululuğu karşısında onları kendinden geçirten
korkunç tablolar önünde durdurulur. Bunun yanı sıra
insan rızkının, insan kazancının, ahiret
hesaplaşmasının, hesaplaşma sonundaki
ödülün ve cezanın mahiyetlerini açıklayan
uyarıcı tablolar önünden geçirilir. Kimi zaman
kendini büyük kalabalıklara karışmış
bulurken kimi zamanda tek başına, yapayalnız,
kimsesiz ve herkesten ayrı düşürülmüş durumda
kalır. Bütün bu tablolarda frekans yüksek, cümleler kısa
ve kesin, mizrap darbeleri serttir; bu cümlelerin ilk
sözcüklerini oluşturan "de ki, de ki, de ki," sözcükleri
inkârcıların beynine balyoz gibi iner,
kanıtlarını dobra dobra haykırır,
mesajlarını son derece güçlü ve etkili bir çarpıcılıkla
yüzlere vurur.