15- Gerçekten bir vadinin sağında ve solunda uzayan iki
ovadan oluşmuş Sebe yurdundan alınacak ibret
dersi vardır. Onlara `Rabb'inizin verdiği
rızıkları yiyiniz ve O'na şükrediniz, işte
size güzel bir ülke ve bağışlayıcı bir
Rabb" dendi.
"Sebe" vaktiyle Güney Yemende yaşamış
bir toplumun adıdır. Bunların yurtları son
derece verimli topraklardan oluşmuştu. Bu topraklar
üzerinde kurulan uygarlığın bazı izleri günümüze
kadar ayakta kalabilmiştir. Sebeliler uygarlıkta ileri
bir düzeye ulaşmışlardı. Öyle ki, güney ve
doğu taraflarım saran denizden gelen bol yağmur
sularını denetim altına almayı
başarmışlar, bu amaçla doğal bir baraj
yapmışlardı. Bu barajın iki yanında iki
dağ yükseliyordu. Barajın önüne ördükleri surlarda
açılıp kapanabilen kapaklar yapmışlardı.
Baraj duvarının ardında büyük miktarda su
biriktirmişlerdi ve bu suyu gerektiği şekilde
kullanıyorlardı. Başka bir deyimle son derece büyük
bir su kaynağına sahiptiler. Bu baraj "Merib
barajı" adı ile anılıyordu.
Ayette geçen "vadinin sağında ve solunda uzayan
iki ova" toprak verimliliğinin, bolluğun,
refahın ve göz alıcı hayat standardının
simgesidir. Bu yüzden bu bol nimetleri bağışlayan
yüce Allah'ı hatırlatan bir kanıt olarak
algılanması istenmiştir. Nitekim Sebe'lilere yüce
Allah'ın verdiği rızıklardan
yararlanırken O'na şükretmeleri emredilmiştir.
Okuyoruz:
"Rabb'inizin verdiği rızıkları yiyiniz
ve O'na şükrediniz."
Onlara yüce Allah'ın nimetleri
hatırlatılıyor. Akıllarına ilk gelecek
nimet verimli ve güzel yurtları idi. Oysa bunun da üzerinde
şükür görevlerinde yaptıkları ihmalkârlıkları
bağışlama ve kötülüklerine göz yumma nimeti
gelir. Okuyoruz:
"İşte size güzel bir ülke ve bağışlayıcı
bir Rabb."
Bolluk ve refah biçiminde somutlaşan yeryüzüne dönük
cömertlik ile bağışlama, kötülükleri
görmezlikten gelme biçiminde ifadesini bulan "gökyüzü
cömertliği"ne bir arada kavuşmuşlardır.
Öyleyse yüce Allah'ı övmelerine, O'na şükretmelerine
ne engel olabilir ki? Fakat onlar ne Allah a şükrediyorlar,
ne da verdiği nimetleri hatırlıyorlar. Okuyoruz:
16- Fakat onlar bu buyruğa sırt çevirdiler. Bu
yüzden üzerlerine Arim selini göndererek o verimli ovalarını
dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir
ağaçlı iki çorak ovaya dönüştürdük.
Adamlar yüce Allah'a hamd etme, iyi amel işleme ve
Allah'ın nimetlerini iyiye kullanma görevlerine sırt
çevirdiler. Bu yüzden yüce Allah, içinde yüzdükleri göz alıcı
refahı ellerinden aldı. Üzerlerine son derece yıkıcı
"Arım" selini gönderdi. Kayaları önünde
sürükleyen bu korkunç sel kurdukları barajı
yıktı. Bunun üzerine büyük bir taşkın
meydana geldi, seller her yanı silip süpürdü. Artık
adamların elinde suları biriktirme imkânı
kalmamıştı. Bu yüzden ortalık susuzluktan
kurudu, kavruk yangın yerine benzedi. O güzelim bahçeler,
üzerinde tek tük bir kaç ağaçtan, bir kaç kuru çalıdan
başka bir yeşillik bulunmayan bir çöle dönüştü.
Okuyalım:
"O verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı
ve az sayıda sedir ağaçla iki çorak ovaya dönüştürdük."
Ayetin orjinalinde geçen "Hamd" sözcüğü
"erik ağacı, ya da her tür dikenli ağaç";
"Esl" kelimesi "Ilgın ağacına
benzeyen bir çalı türü" ve "Sidr" sözcüğü
ise "Arabistan kirazı" anlamını verir. Bu
sonuncu ağaç türü, selden ve yıkımdan sonra
Sebe'lilerin elinde kalan en işe yarar doğal üründü.
Fakat çöle dönüşmüş topraklarında bu ağaç
türüne artık pek seyrek rastlanabiliyordu. Ayetleri
okumayı sürdürüyoruz:
17- Yaptıkları nankörlükten ötürü onları
işte böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını
hiç cezalandırır mıyız ki?
Ayetin orjinalinde yaralan "keferu" sözcüğü
en akla yakın yoruma göre "nimeti görmezlikten gelmek,
nankörlük etmek" anlamına gelir.
Sebeliler bu sıralarda yine evlerinde-barklarında
oturuyorlardı. Gerçi artık
yoksullaşmışlardı, eski göz kamaştırıcı
bolluklarının ve mutluluklarının yerini
yokluklar ve sıkıntılar almıştı.
Fakat bir arada yaşıyorlardı, henüz toplumları
dağılmamıştı. Ayrıca
yurtlarını kuzeylerindeki kutsal kentlere, yani Arap
yarımadasındaki Mekke ile Şam yöresindeki Kudüs'e
bağlayan uygarlık düzeyleri halâ ayakta idi.
Kuzeylerinde yer alan Yemen kenti, sözünü ettiğimiz kutsal
kentlerle bağlantılı, bayındır bir kent
olduğu gibi bu uygarlık merkezleri arasında
gidişi-gelişi sağlayan yol bakımlı,
işlek ve güvenli idi. Ayeti okuyalım:
18- Onların yurtları ile kutsal kentler arasına,
birinden bakınca öbürü görünebilen kısa
aralıklı kentler serpiştirerek konaktan konağa
mesafeleri ölçülebilir bir yolculuk yapmalarını
sağladık. Onlara "Bu yol boyunca hem geceleyin hem
de gündüzün güven içinde yolculuk yapın" dedik.
Elimizdeki bazı bilgilere göre köyün birinden
sabahleyin yola çıkan birisi karanlık basmadan bir
sonraki köye ulaşabiliyordu. Yani bu yöredeki yolculuk
belirli mesafelere bölünmüş, güvenli bir yolculuktu. Ayrıca
konaklama yerleri arasındaki mesafeler kısa olduğu
için yol sıkıntısı çekilmiyordu.
Fakat Sebe'liler zamanla daha da kötüleştiler. Yüce
Allah'ın ilk uyarısı onlara faydalı
olmadı. Kendilerine gelip yüce Allah'a yalvarmaya,
ellerinden giden eski mutluluklarını geri vermesini
dilemeye yönelmediler. Tersine aptallıklarını ve
cahilliklerini belgeleyen şu duayı seslendirdiler. Önce
ayetin tümünü okuyoruz: