Hz. Davud, birinci "aşama"nın son ayetinde
kullanılan deyimle "Allah'a bağlı" bir
kuldu. Bilindiği gibi ilk "aşama"nın son
ayeti şu idi.
"Allah'a bağlı her kulun bundan
alacağı ders vardır."
Okuduğumuz ayetlerin ilkinde bu noktaya işaret
edildikten sonra Hz. Davud'un hikâyesini anlatıyor. Hikâyeye
O'na sunulan ayrıcalığa değinilerek giriliyor,
arkasından bu ayrıcalığın ne olduğu
açıklanıyor. Okuyoruz:
"Ey dağlar, O tesbih ettikçe siz de söylediklerini
tekrarlayın."
Bu konuya yer veren kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre
Hz. Davud'un eşi görülmemiş derecede güzel bir sesi
vardı. Bu güzel sesi ile yanık ilâhiler (mezamir)
okurdu. Bu ilahilerin bazıları "Kitab-ı
Mukkaddes'in "Eski Ant (Tevrat)"
dedi.
Ayet, bize yüce Allah'ın Hz. Davud'a sunduğu
ayrıcalığı şöyle tanımlar: O
tesbihleri sırasında Allah'a
bağlılığın ve kendinden geçmişliğin
o kadar ileri bir derecesine ermişti ki, kendisi ile evren
arasındaki bütün perdeler ortadan kalkmış, özü
evrenin özü ile bütünleşmiş, tesbih nameleri evrenin
tesbihleri ile birleşmiş, bunun sonucu olarak O'nun
tesbih cümlelerini dağlar ve kuşlar tekrar eder
olmuştu. Çünkü O'nun varlığı ile evrenin
varoluşu arasında bir başkalık, bir engel
kalmamıştı. Bu böyledir. Tüm varlıklar yüce
Allah ile ortak bir ilişki kurdukları zaman canlı türleri
arasında, hatta cansız varlıklar ile canlılar
arasındaki farklılıklar ortadan kalkar, bütün
varlıklar yüce Allah'ın sunduğu dolaysız ve
tek özde buluşur. Bu ortak öz, daha önce farklılıkların
ve benzemezliklerin perdesi altında saklı idi. Fakat yüce
Allah'a yönelen ortak tesbihlerde bu özün, varlık türleri
arasında iletişim kurduğu, onları ortak bir
melodinin titreşimlerinde buluşturduğu görülür.
Bu öylesine yüce bir arınma, saflaşma ve
ışığa dönüşme derecesindedir ki, insan
bu düzeye ancak yüce Allah'ın özel bağışı
sayesinde tırmanabilir. Yüce Allah, bu düzeye yükselttiği
kulların maddi varlık perdesini aradan
kaldırır, onu ilâhi özüne dönüştürerek tüm
evrenle bütünleşmesini sağlar, evrendeki herkesle ve
her şey ile dolaysız ve engelsiz bir iletişim kurar.
İşte Hz. Davud'un, Rabb'ini öven, ilâhi okuyan yanık
sesi etrafa dağılınca dağlar ve kuşlar bu
kutsal nameleri tekrarlıyor; evren, özüne sinen ve ortaksız
yaratıcıya yöneltilen bu övgülerin muhteşem
korosuna katılıyordu. Bu anlar olağanüstü
derecede acayip anlardır. İnsan bu coşkudan
haberdar olmadıkça, hiç değilse ömrünün tek bir anında
bu türden bir deney yaşamadıkça, bu evrensel
orkestradan yükselen ortak namenin zevkine varamaz. Ayetin son
cümlesini okuyoruz:
"Ayrıca demiri, avucunda yumuşattık."
Bu olay, yüce Allah'ın Hz. Davud'a sunduğu
ayrıcalıkların bir başka örneği idi.
Ayetlerin havasından anladığımıza göre
bu olay, insanların bilgilerine ve deneyimlerine tamamen
yabancı olan bir "harika" idi. Öyleyse olay,
demirin ısıtılarak eritilmesi ve böylece işlenmeye
elverişli bir yumuşaklığa
kavuşturulması olayı değildi. Doğrusunu yüce
Allah bilir, ama burada söz konusu olan bir "mucize"
idi. Bu mucize sayesinde biline gelen yöntemler dışında
demir yumuşatılıyordu. Gerçi eğer Hz. Davud'a
demiri ısıtarak yumuşatma yöntemi öğretilmiş
olsaydı, bu da başlı başına
anlatılmaya değer, Allah vergisi bir "ayrıcalık"
olurdu. Fakat biz bu ayetlerin yansıttığı
havayı ve çağrışımı özenle göz
önünde tutuyoruz. Ayetlerin yansıttığı hava,
mucizeler havası ve uyandırdığı çağrışım,
alışılagelmişi aşan "harikalar"
çağrışımıdır. Devam edelim:
"İnsan vücudunu iyice saracak geniş
zırhlar yap ve bu zırhların parçalarını
birbirine ölçülü biçimde tak"
Ayetin orjinalinde kullanılan "sabiğat" sözcüğü
"zırhlar" anlamına gelir. Elimizdeki bilgilere
göre Hz. Davud'dan önce zırhlar, tek parçadan oluşmuş
metal levhalarından yapılırdı.
yekpare
zırhlar, hem ağır ve hem de içlerindeki vücudun
hareket etmesini zorlaştıracak nitelikte idi. Bu yüzden
yüce Allah, Hz. Davud'a ilham yolu ile biribirine geçen, oynak
halkalardan oluşmuş zırhlar yapmayı öğretti.
Böylece zırhların, insan vücuduna göre şekil
almaları ve vücudun hareketlerine bağlı olarak
esnemeleri mümkün oluyordu. Burada Hz. Davud'a bu halkaları
birbirlerine sağlam biçimde, arada boşluk
bırakmaksızın, eklemenin emredildiğini görüyoruz.
Amaç, zırhın sağlam olması, düşman
oklarını geçirecek deliklerinin bulunmamasıdır.
İşte "zırh parçalarının biribirine
ölçülü biçimde takılması"nın anlamı
budur. Bu emir, tümü ile ilham yolu ile gerçekleşen bir öğretme,
bir ders verme mucizesi idi.
Arkasından Hz. Davud'a ve ailesine şöyle sesleniyor:
"İyi ameller işleyiniz. Çünkü ben yaptıklarınızı
görüyorum."
Sadece sağlam zırhları yapmakla yetinmeyiniz.
Yaptığınız her işi özenerek yapınız.
Elinizden çıkan her işi gören ve bu işin
hakkettiği karşılığı size verecek
olan Allah'ın sizi sürekli olarak gözetlediğini bir an
bile unutmayınız. Çünkü O'nun gözünden hiçbir
şey kaçmaz, yaptığınız her işte
O'nun sürekli gözetimi altındasınız.