3- Kâfirler "Kıyamet anı hiç gelmeyecek
"
dediler. Onlara de
ki; Hayır, gaybın bilgisi tekelinde olan Rabb'im
adına yemin ederim ki, o an mutlaka gelecektïr. Göklerdeki
ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne ya da zerrenin daha
küçüğü ve daha büyüğü O'nun bilgisi dışında
değildir, bunların tümü apaçık bir
kitaptadır.
4- Amaç, iman edip iyi ameller işleyenleri
ödüllendirmektir. Onları bağışlanma
ve
onurlu bir
rızık beklemektedir.
5- Bizimle başa çıkabileceklerini,sanarak olanca güçleri
ile ayetlerimize karşı çıkanlara gelince
onları tiksindirici ve acıklı bir azap
beklemektedir.
Kâfirlerin ahireti inkâr etmeleri, yüce Allah'ın
hikmetini ve takdirinin gerekçesini kavrayamamalarından
ileri gelir. Çünkü insanı başıboş
bırakmak yüce Allah'ın hikmetine uygun değildir.
İsteyen iyilik yapsın, isteyen kötülük işlesin,
sonra da iyilik yapan iyiliğinin ödülünü almasın ve
kötülük işleyen de kötülüğünün cezasını
görmesin, böyle bir uygulama yüce Allah'ın amacına
ters düşer. Yüce Allah, ödüllerin ve cezaların ya tümünü
yada bir bölümünü ahirete sakladığını
peygamberlerinin dilinden insanlara bildirmiştir. Yüce
Allah'ın evreni niçin yarattığını
kavrayabilen herkes ahiretin kaçınılmaz olduğunu,
O'nun vaadinin ve verdiği haberin gerçekleşebilmesi için
öbür alemin gerekli olduğunu da kavrar. Fakat kâfirler bu
ilâhi hikmeti kavrama yeteneğinden yoksun oldukları için
"Kıyamet anı hiç gelmeyecek" diyebiliyorlar.
Fakat red nitelikli kesin ve vurgulamalı
cevaplarını hemen alıyorlar. Okuyoruz:
"Hayır, gaybın bilgisi tekelinde olan Rabb'im
adına yemin ed
erim
ki, o an mutlaka gelecektir."
Gerek yüce Allah'ın ve gerekse O'nun peygamberinin
dediği doğrudur. Kâfirler gaybı bilmedikleri halde
yüce Allah'ın işine burunlarını sokuyorlar,
bilmedikleri bir konuda kesin hüküm veriyorlar. Oysa kıyamet
gününün geleceğini kesin bir dille bildiren yüce Allah
"gaybın bileni"dir. O halde O'nun sözü, ahirete
ilişkin kesin bilgiye dayanan doğru sözdür.
Arkasından yüce Allah'ın bilgisi, tıpkı
surenin başlangıcında olduğu gibi evrensel
boyutlarda gözler önüne serilir. Bu sunuş biçimi bir kere
daha kanıtlar ki, bu Kur'an insan sözü, insan eseri değildir.
Çünkü böyle bir düşünce tarzı normal olarak insan
aklının ucundan bile geçmez. Okuyoruz:
"Göklerdeki ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne
yada zerrenin daha küçüğü ve daha büyüğü O'nun
bilgisi dışında değildir; bunların tümü
apaçık bir kitaptadır."
Aynı sözü bir kere daha söylüyoruz: Bu ayetin yansıttığı
düşünce biçimi insan işi değildir. Bu ifadenin
gerek şiir olarak ve gerekse düzyazı olarak
şimdiye
kadar
söylenmiş ve yazılmış olan insan sözleri
içinde bir benzeri yoktur. İnsanoğlu bilginin
sınırsızlığından,
ayrıntılığından ve geniş
kapsamlılığından söz ederken kavramlaştırmayı
düşünemez. Ayetin o bölümünü tekrar okuyalım:
"Göklerdeki ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne ya
da zerrenin daha küçüğü ve daha büyüğü O'nun
bilgisi dışında değildir."
Ayrıntılı ve geniş kapsamlı bilgiyi
tanımlamaya çalışan insan sözleri içinde
böylesine çarpıcı bir yaklaşım tarzına
hiç rastlamış değilim. Gerçek şu ki, her türlü
noksanlıktan münezzeh olan yüce Allah, özünü ve
bilgisini insan hayalini aşan sıfatlarla nitelemekte,
tanımlamaktadır. Bu tanımlama sayesinde
insanın düşünce ufku genişleyerek kulluk
ettiği Allah'ına yükselmekte, sınırlı düşünce
kapasitesinin dar çerçevesi içinde O'nu sıfatları ile
tanıma imkânına kavuşmaktadır.
Ayetin son cümlesi olan
"Bunların
tümü apaçık bir kitaptadır." ifadesinin
akla en yakın yoruma göre anlamı her şeyi kaydeden,
göklerdeki ve yerdeki bir tek zerreyi, zerrenin küçüğünü
ve büyüğünü dışarda bırakmayan
Allah'ın bilgisinin kastedildiğidir.
Bu ayetteki
"Zerre
kadar küçük bir nesne ya da zerrenin daha küçüğü"
ifadesi üzerinde
biraz durmak istiyoruz.
Zerre, yakın zamana kadar cisimlerin en küçük parçası
olarak biliniyordu. Fakat şimdi atomun parçalanmasından
sonra zerrenin daha küçük parçalarının olduğu görülmüştür.
Bu küçük cisimler atomu oluşturan çekirdek, elektronlar,
protonlar ve nötronlar diye anılan parçacıklardır.
Bilindiği gibi bu ayetin indiği dönemde bu parçacıklardan
hiç kimsenin haberi yoktu. Gerek kendi sıfatlarının
ve gerekse yarattığı varlıkların
sırları hakkında kullarına dilediğinden,
dilediği oranda bilgi veren Allah ne kadar yücedir!
Kıyametin geleceği kesin ve kuşkusuzdur. Yüce
Allah'ın bilgisi, küçük-büyük hiç bir nesneyi dışarda
bırakmayacak derecede geniş kapsamlıdır. Niçin?
Okuyalım:
"Amaç, iman edip iyi ameller işleyenleri
ödüllendirmektir. Onları bağışlanma ve
onurlu bir rızık beklemektedir.
"Bizimle başa çıkabileceklerini sanarak olanca
güçleri ile ayetlerimize karşı çıkanlara gelince
onları tiksindirici ve acıklı bir azap
beklemektedir."
Burada bir hikmet, bir amaç, bir ön-tasarı vardır.
Bu noktada yaratma olgusuna ilişkin bir ön-tasarı ile
karşı karşıyayız. Amaç hem iman edip iyi
amel işleyenlere ve hem de yüce Allah'a kafa tutarcasına
O'nun ayetlerine karşı çıkan küstahlara davranışlarının
uygun karşılığını vermektir.
İman edenlere ve bu imanlarını iyi ameller ile
pratiğe yansıtanlara önce "bağışlanma"
vardır. Bunların günahları affedilecektir.
Ayrıca onlara "onurlu rızık" verilecektir.
Bu surede "rızık" terimi sık sık
kullanılır. Buna göre ahiret nimetlerinin, ahiret
mutluluğunun da bu terimle tanımlanması uygun görülmüştür.
Çünkü ahiret mutluluğu her bakımdan, yüce Allah'ın
"rızık" türlerinden biridir.
Olanca güçlerini ortaya koyarak insanlar ile yüce Allah'ın
ayetleri arasına engel koymaya çalışanlara gelince
bunlar için tiksindirici, kötü ve acıklı bir azap
vardır. Ayetin orijinalinde kullanılan "rıcz"
sözcüğü "kötü, iğrenç azap" anlamına
gelir. Bu ceza onların insanları kötü yola sürükleme
uğruna harcadıkları küstahca ve ısrarlı
gayretlerinin karşılığıdır.
Görülüyor ki, kâfirler kıyamet gününün gelmeyeceğini
kesin bir dille ileri sürüyorlar. Oysa bu konu bilgilerinin sınırı
dışında kalan bir gayb konusudur. Buna
karşılık gayb aleminin ortaksız "bilen"i
olan yüce Allah, o günün mutlaka geleceğini belirtiyor. Bu
arada Peygamberimiz de, kıyamet konusunda yüce Allah'ın
direktifi çerçevesinde insanlara bilgi veriyor. İşte
bu vesile ile belirtiliyor ki, "kendilerine bilgi verilenler"
Peygamberimize Allah'dan gelen mesajın insanları üstün
iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna ileten bir
gerçek olduğunu kavrayabilirler ve bu gerçeğin
tanıklığını yaparlar. Okuyoruz: