O |
Saffat
|
O |
|
100- Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver.
101- Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjde/edik.
102- Çocuk onun yanında koşma yaşına
gelince ona; "Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum,
bir düşün ne dersin? Çocuk; "Babacığım
sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden
bulacaksın " dedi.
103- İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası,
oğlunu alnı üzerine yere yatırınca.
Hz. İbrahim şu ana kadar gerçekten bitip tükenmez
bir yalnızlık içinde idi. Akrabalık,
arkadaşlık ve tanışıklık
bağlarını geride bırakıyordu.
Hayatının geçmişinde
alıştığı her şeyi, üzerinde
büyüdüğü şu toprağa kendisini bağlayan her
şeyi, o toprak üstünde yaşayan ve kendisini ateşe
atan kavmi ile yol ayrımına geldiği şu
toprağa kendisini bağlayan her şeyi geride
bırakıyordu. Kendisine gittiğini açıkladığı
Rabb'ine yöneliyordu. O'na yöneliyordu, O'ndan imanlı bir
nesil, iyi bir evlat dilemek için O'na yöneliyordu.
"Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver."
Yüce Allah, her şeyi geride bırakıp her
şeyden soyutlanan ve temiz bir kalp
ile kendisine gelen salih kulunun duasını kabul eder.
"Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik."
Sözün gelişi ve surenin akışına göre bu
oğul İsmail'dir. Rabb'inin kendisini "oğul"
diye nitelediği İsmail'in
uysallığının örneklerini ileride göreceğiz.
Şimdi biz zihnimizde yapayalnız, bir başına bütün
yakınlarından ve ailesinden kopmuş ve hicret
etmiş olan İbrahim'in sevincini canlandıralım.
Rabb'inin "uysal" diye nitelediği bu "oğul"
müjdesi ile ne kadar sevindiğini bir düşünelim.
Şimdi İbrahim'in hayatında yer alan eşsiz,
büyük ve değerli bir tutuma göz atmamızın
zamanı gelmiştir. Hatta bu tutum bütün insanlık
hayatında eşsiz ve benzersiz bir tutumdur. Şu an,
Kur'an'daki anlatılan hikâyenin eşsiz ifadesi ile, yüce
Allah'ın müslüman ümmete vahy ettiği ve gözlerimizin
önünde sergilediği, babaları İbrahim'in "örnek
tutumu"nu öğrenmemizin zamanıdır.
" Çocuk
onun yanında koşma yaşına gelince İbrahim
ona; `Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir
düşün ne dersin?' Çocuk; `Babacığım, sana
emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın'
dedi."
Aman Allah'ım! Bu ne hoş bir iman, itaat ve
teslimiyettir! Bu, ailesinden ve yakınlarından
kopmuş, toprak ve vatanından hicret etmiş bu
yaşlı İbrahim, işte bu kişiye
ihtiyarlığında kendisine bir oğul veriliyor.
Uzun zamandır ümitle beklemişti onun gelmesini. Bu
çocuk dünyaya gelince, Rabb'inin "uysal" diye nitelediği
meziyete sahip bir "oğul" olarak dünyaya geliyor.
İşte İbrahim'i izliyoruz.
Tam oğluna alıştığında ve
oğlu çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına
eriştiğinde ve yaşantısında ona
eşlik edebilecek çağa geldiğinde... Evet
İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla
huzur bulduğu anda rüyasında oğlunu
boğazladığını görür. Bu rüyanın
Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret
olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına itaat ve
teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet bu bir
işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy
değil, direkt bir emir de değil. Ancak Rabb'inden bir
işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek
için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu
niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için
bu yeterli. Fakat İbrahim bu isteğe can
sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık
göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde
boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk,
iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acaip
bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde
görülüyor.
"Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum,
bir düşün ne dersin?"
Bu sözler sinirlerine hakim, yüzyüze geldiği emrin hak
olduğundan emin, görevini yaptığına güvenen
bir insanın sözleridir. Aynı zamanda bu sözler, karşılaştığı
emir kendini korkutup da, acele ve telaşla bir an önce ondan
kurtulmaya ve işi bitirmeye çalışan ve işin
sinirlerinin üzerindeki baskısını atıp rahata
ermeye çabalayan bir kimsenin sözleri değildir.
Durum gerçekten zordur. -Bunda hiç şüphe yoktur-
Kendisinden biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor.
Ondan oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi
oğluna emretmesi de istenmiyor. Ondan bu işi bizzat
kendisinin yapması isteniyor. Bizzat neyi yapacak?
Oğlunu boğazlayacak. O -bununla birlikte- emri bu
şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte,
oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda
görüşünü bildirmesini istemektedir.
İbrahim Rabb'inin işaretini yerine getirmek için oğlunu
aldatmaya başvurmuyor. Aksine, oğluna bu emri
alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu
emir, İbrahim e göre diğer emirler gibidir. Rabb'i
istiyor... Rabb'inin istediği olsun. Baş ve göz
üstüne... Oğlu bunu bilmeli. Emri zorla ve mecbur ederek
değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o
da, itaatin karşılığını elde etmeli,
o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını
tatmalı. İbrahim, kendisinin tatmış
olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın
istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya
hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o
da elde etsin istiyor. Babasının görmüş
olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif
edilen çocuk ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce
babasının yükseldiği ufka yükselmekte. "Çocuk.
Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın' dedi." Oğul, emri
sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat
bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor.
"Babacığım" bu sözde sevgi ve yakınlık
var... "Boğazlanma" durumu, onu huzursuz etmiyor;
korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor.
Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. "Sana
emredileni yap." Babasının
kalbinin hissettiklerini o daha önceden hissediyor. Rüyanın
işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir
olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye
sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve
emre uymak için yeterli. Sonra bu söz Allah'a karşı
edebtir. Bu, kendi gücünün sınırını ve
dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu güçsüzlüğüne
karşı Rabb'inden yardım dilemektir. Ve kurban
olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin Allah
olduğunu bilmektir. "İnşallah
beni sabredenlerden bulacaksın dedi." Oğul,
kahramanlık, cesaret gösterisiné kalkışmamış,
umursamaksızın tehlikeye
atılmamıştır. Kendi şahsında ne gölge
ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir. Bütün
yaptığı, kendisinden yüce Allah'ın
dilemiş olduğu şeylere, Allah'dan yardım görmüşse
ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü
Allah'a bağlamaktır. "İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın." Allah'a karşı
ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli
bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!
İlahi sahne burada söz ve diyalogtan sonra bir adım
daha atmaktadır. Emrin uygulanması
adımını atmaktadır.
İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası,
oğlunu alnı üzerine yere yatırınca:
Bir kez daha, insanoğlunun adet edindiği
şeylerin arkasından itaatin şerefi, imanın büyüklüğü,
hoşnutluğun iç huzuru yükselmekte. Baba gidiyor, oğlunu
şakağı üzerine yatırıp
hazırlıyor, oğul teslim olmuş, yüz çevirmiş
olmamak için kıpırdamıyor. Durumları apaçık
ortaya çıkıyor. İkisi birden teslim olmuşlar.
İşte "İslam" budur. İslamın
aslı budur. Güven, boyun eğme, iç huzur, hoşnutluk,
teslimiyet, uygulama... İkisinin birden içlerinde sadece bu
duygular var. Ancak büyük imanın doğurduğu bu
duygular.
Bu, cesaret ve kahramanlık değil.
Atılganlık ve cüret değil. Savaş
meydanında mücahit atılganlık yapabilir, ölürler
ve öldürülürler. Bir fedai artık dönmeyeceğini bile
bile atılganlık yapabilir. Fakat bütün bunlar başka,
İbrahim ile İsmail'in burada yaptıkları
şey başkadır. Ortada ne akan kan vardır, ne
itici kahramanlık ve ne de geri dönme ve acizlik korkusu.
Gizli olan acele ile atılganlık vardır. Bu
ancak bilinçli, şuurlu, yönelen, arzu eden, ne yaptığını
bilen, olup bitene
karşı iç huzuru taşıyan bir teslimiyettir.
Hayır, hayır! Aksine ortada,
sakin bir
hoşnutluk, tadı müjdelenmiş bir itaat ve onun
hoş lezzeti vardır.
İşte burada İbrahim ve İsmail görevlerini
yerine getirmişlerdi. Emir ve tek lifi
uygulamışlardı.
Artık geriye, İbrahim'in İsmail'i
boğazlaması, kanını akıtması ve
canını alması kalmıştı. Bu da yüce
Allah'ın ölçüsünde hiçbir şey ifade etmezdi.
İbrahim ve İsmail o ölçüye Rabb'lerinin kendilerinden
istemiş olduğu bütün ruhlarını, azimlerini
ve duygularını koyduktan sonra bunun bir değeri
yoktu.
İmtihan bitmişti. Gerçekleşmişti. Sonuçları
ortaya çıkmıştı. Hedefleri gerçekleşmişti.
Geriye sadece bedensel bir acı eksik kalmıştı.
Sadece kan akmamıştı. Kesilmiş bir ceset
yoktu. Allah'ın imtihan etmekteki hedefi insanların
canını yakmak değildi. Onların
kanlarından ve cesetlerinden bir beklentisi yoktu. Kullar
Allah'a samimi olduklarında, bütün benlikleri ile
görevlerini yapmaya hazır olduklarında o görevi yerine
getirmiş olurlar. Teklifi gerçekleştirmiş olurlar
ve imtihanları başarı ile vermiş olurlar.
Yüce Allah İbrahim ve İsmail'in
doğruluklarını bilmişti. Böylece onları
görevlerini yapmış, gerçekleştirmiş ve
doğru olmuş saydı.
|
|
O |
|
O |
|