Yüce Allah, surenin başında müşriklere
uydurulan masalın meleklere ilişkin bölümüne temas
ettikten sonra, burada da o masalın şeytanlara
ilişkin ikinci yarısına değinmektedir.
Cahiliye Arapları, Allah ile cinler arasında bir
hısımlık olduğuna inanıyorlardı.
İçlerinden bazıları gerek bu yüzden ve gerekse
şeytanların seçkin melekler topluluğu (Mele-i A'la)
ile ilişkileri olacağı varsayımı ile
gaybı bileceklerini düşünerek şeytanlara
tapıyorlardı.
Göklerin, yeryüzünün ve aralarında olanlarla "doğu"ların
zikrinden sonra, "doğu"lar da ister
yıldız ve gezegenlerin doğusu olsun, isterse yeryüzü
bölgelerine arka arkaya gelen "doğu"lar olsun
ister her ikisi birden olsun ve bunların nurları ve
ışıklarından söz edildikten sonra söz sırası
yıldızlara gelmektedir.
Bu süsü görmek ve bu kâinatın kuruluşunda ana
unsurun "güzellik" olduğunu kavramak için
gökyüzüne bir kez bakmak yeterlidir. Orada sanatkârın
sanatında eşsiz bir var ediş, güzel bir ahenk
görürsünüz. Orada "güzellik" derinde ve
karakterdedir, yoksa gelip geçici ve yüzeysel değildir.
Sanatkârın tasarımı, yaratmada güzellik ve aynı
derecede "görevi eksiksiz yerine getirme" üzerine
kuruludur. Gökte her şey bir ölçü üzeredir. Her şey
görevini hassasiyetle yerine getirir. Gökyüzü her şeyi
ile güzeldir.
Gökyüzü... Üzerine serpilmiş yıldızlar... Bu
tablo, insanın gözünün görebileceği en güzel
tablodur. Göz bu tabloya bakmaya doyamaz. Her yıldız ve
her gezegen gözünü ışık-ışık büzüp
sana dikmektedir. Sanki sana bir göz atan sevgi gözüdür o. Ona
göz attığın zaman sanki gözünü yumup
kaybolmakta, ondan yüzünü çevirdiğinde tekrar canlanmakta
ve parlamaktadır. Gönüllere bir teselli olmak üzere
geceden-geceye ve bir andan diğerine yerleri
değişmekte, bulundukları yerler birbirini
izlemektedir. Onların verdiği doyumdan gönüller asla
usanmaz.
Sonra, bundan sonraki ayet bu yıldızların
başka bir görevi daha olduğunu, bunların içinden
şeytanlar, seçkin meleklerin topluluğuna (Mel-i A'la)
yaklaşmasınlar diye onlara atılan alevli gök
cisimleri olduğunu ifade etmektedir: "Ve onu itaat
etmeyen her şeytandan koruduk." "O şeytanlar yüce
alemi (mele-i A'la'yı) dinleyemezler; her yandan kendilerine
mermi gibi yıldızlar atılır." "Kovulup
atılırlar. Ve onlar için sürekli azap vardır."
"Ancak meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan
olursa, onu da delen ve yakan alevli yıldızlar takip
eder."
Yıldızlar içinde, gökyüzünü azgın ve haddi
aşan bütün şeytandan koruyan; onların
arkasından atılan mermi gibi yıldızlar
vardır. Bu yıldızlar, gökyüzünü korur ve
seçkin meleklerin konuşmalarım duymalarına engel
olurlar. Şeytan onları dinlemeye yeltendiğinde,
atılan o yıldızlar her yönden şeytanı
yakarlar ve derhal kovup uzaklaştırırlar... Ve o
şeytana ahirette de sürekli, ardı arkası kesilmez
bir azap vardır. Şeytan bazen seçkin meleklerin
toplumunda geçen konuşmaları aniden çalıp
kapabilir. Onun peşine de alev almış
yıldız takılır, Şeytan gökten inerken
ona yetişir onu vurur ve adamakıllı yakıp kül
eder.
Bizler azgın, sapkın şeytanın nasıl
kulak verip dinlediğini, nasıl çalıp çarptığını
ve atmosferi delen alevli yıldız ile nasıl
kendisine ateş edildiğini bilmiyoruz. Çünkü bütün
bunlar karşımızda olan şeyler değildir.
Bunların nasıl olduğunu düşünmekten insan
olarak aciziz. Bu tür konularda bizlerin yapacağı,
Allah'tan bu konuda gelen açıklamaları tasdik edip
inanmaktır. Zaten şu kainatta, bilgi namına
dış kabuktan başka ne biliyoruz ki?
Allah ile aralarında akrabalık bağının
olduğunu iddia ettiklerinden burada önemli olan seçkin
meleklerin topluluğuna ulaşmalarına engel olunan ve
orada olup bitenleri dinlemelerine set çekilen
şeytanların bu şeytanlar olduğudur. Bu
iddialarından bir parçası doğru olsaydı,
onlara yapılan muamele değişik olurdu. Bu sözde hısım
ve nesep akrabalarının sonucu asla kovulmak, ateşe
tutulmak ve yakılmak olmazdı.
KÖR, SAĞIR VE ALAYCI KÂFİRLER
Yüce Allah, meleklerden söz ettikten sonra, göklerden,
yeryüzünden ve bun