Sıra sıra duranlar, sevk ve idare edip men edenler ve
okuyanlara... Bunlar bir grup meleklerdir. Allah burada
onları sadece kendisinin bildiği sadece kendisi
tarafından bilinen davranışlarla zikreder. Bu
melekler namazda ayakları ile saf tutmuş olabilecekleri
gibi Allah'ın emrini beklemeden kanatları ile de saf
tutmuş olmaları da mümkündür. Saf bağlayan
melekler böyledir. Bağırıp azarlayarak men edenler
ise mesele bağırıp çağırılarak men
edilmeyi hak etmiş asilerin ruhlarını alırken,
men edenler veya kıyamet günü toplanma ve cehenneme sevk
etme sırasında bağırıp-çağırarak
onları sürenler, yahut herhangi bir durumda ve yerde o
asileri azarlayarak süren meleklerdir. Zikri okuyanlar... Kur'an'ı
ya da başka bir Kutsal Kitab'ı okuyanlar yahut da
Allah'ı anarak tesbih edenler olabilir...
Allah, meleklerin bu zümresi üzerine birliğine yemin
etmektedir: "Ki, ilahınız birdir" Daha
önce belirttiğimiz gibi, bu yeminin sebebi, cahiliye devri
Arapları arasında yaygın olan meleklerin Allah'a
nisbet edilmesi, onların -zanlarına göre- Allah'ın
kızları olması dolayısı ile melekleri
ilah edinmeleri masalıdır. Bu yeminden sonra Allah
kendisini kullarına, birliğine uygun sıfatlarla
tanıtır:
"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların
Rabb'idir. Doğuların da Rabb'idir."
Şu gökler ve yeryüzü insanların gözleri önüne
dikilmiştir. Onları yoktan var eden, yaratan ve şu
müthiş kâinatı idare eden yaratandan söz
etmektedirler. Bu, öylesine müthiş bir mülktür ki, hiç
bir kimse onu yaratmaya ve idare etmeyi iddia edemeyeceği
gibi, hiçbir kimse onun yaratıcısının mutlak
kudretini ve gerçek Rabb'lığını itiraf
etmekten kaçınamaz.
Bunlar, göklerin ve yerin arasında olan, hava, bulut,
ışık, nur ve insanoğlunun mahiyetleri
hakkında peyderpey bilgi sahibi olabildiği ve
bilmedikleri yanında mahiyetlerinden öğrenip ortaya çıkardıkları,
çok az olan ince yaratıklardır.
Gökler, yeryüzü ve bunlar arasındaki korkunç uzaklık,
büyüklük, çok hassas dengeler, çeşitlik; güzellik,
ahenk... İnsanoğlu -eğer kalbi uyanıksa-
bunlar karşısında derin bir etki duymaktan, son
derece güzellik müşahede etmekten ve uzun bir düşünceye
dalmaktan kendisini alamaz. İnsan ancak, kalbi ölmüş
ve hayret verici şeylerle dopdolu olan şu kâinatın
etkisi karşısında etkilenip tepki gösterme
gücünü kaybetmişse, ancak bu takdirde şu büyük
yaratma olayının karşısında etkilenip
duygulanmadan ve düşünmeden geçip gidebilir.
Doğuların da Rabb'idir."
Her yıldızın doğduğu bir yer
vardır. Her gezegenin doğduğu bir yer vardır. Şu
engin göklerin her yöresinde birçok doğuş yerleri
vardır. Bu ilahi ifadede,
yaşadığımız şu yer küremizde
meydana gelen bir realiteye de düşündürücü bir
şekilde temas edilmektedir. Şöyle ki; yerküre güneşin
karşısında ekseni etrafında dönerken dünyanın
çeşitli yörelerinde ard arda "doğu"lar ve
"batı"lar oluşmaktadırlar. Güneşin
karşısında yer alan yörenin "doğu"su
oluşurken, bunun karşısındaki yörenin de
"batı"sı meydana gelmektedir. Sonra yerküre
dönmesine devam ettiğinden, bir sonraki yörenin doğusu
oluşurken, buna karşın diğer yörenin de
"batı"sı oluşmakta böyle sürüp
gitmektedir.
Bu gerçeği Kur'an-ı Kerim nazil olduğu zamanlar
insanlar bilmiyorlardı. İşte o eski zamanda bunu
onlara Allah haber vermiş oluyordu. Şu yeryüzünde doğuların
arka arkaya gelmesindeki çok hassas düzen, doğuların
doğduğu yerlerde şu kainatı saran hayret
verici güzellik... İşte bunların insanoğlunun
kalbine etki etmesi doğaldır. Bunlar insanı
eşsiz şekilde yaratıcısının sanat
üzerinde düşünmeye ve yaratıcı ve idare edici
Allah'ın birliğine imana çağırması da
normaldir. Çünkü o "yaratıcı", güzel ve
hassas yapısında farklılık göstermeyen tek
bir sanatın meyveleri arasından ortaya çıkmaktadır.
Bir olan Allah'ın sıfatları arasında bu
sıfatın burada zikredilmesi bu yüzdendir. Bu surede, bu
ayetlerden sonra gelen ayetlerde, sema'dan ve "doğu"
lardan bahsedilmesinin başka bir gerekçesi daha vardır.
Onu da orada gezegenden, ateş almış yanan
yıldızlardan, şeytanlardan ve yıldız
mermilerinin atılmasından söz ederken göreceğiz.