O |
Säd
|
O |
|
45- Ey Muhammed! Güçlü ve anlayışlı olan
kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u da an.
46- Biz onları Ahiret yurdunu düşünen, gönülden
bağlı kullar yaptık.
47- Onlar bizim yanımızda seçkin ve hayırlı
kimselerdir.
48- İsmail'i, Elyas'ı, Zülkifl'i yi de an. Hepsi
iyilerdendir.
49- Bu bir hatırlatmadır. Korunanlar için güzel bir
gelecek vardır.
50- Kapıları onlara açılmış, Adn
cennetleri vardır.
51- Orada tahtlara yaslanmış olarak çeşitli
meyveler ve içecekler isterler.
52- Yanlarında bakışlarını yalnız
kocalarına diken kendileriyle yaşıt güzeller vardır.
53- İşte hesap günü için size söz verilen bunlardır.
54- Doğrusu, verdiğimiz rızıklar tükenmez.
55- Bu böyledir; ancak azgınlara kötü bir gelecek vardır.
56- Cehenneme girerler. Orası ne kötü bir konaktır.
57- İşte bu kaynak su ve irindir, artık onu
tadsınlar.
58- Ve daha başka çeşit çeşit azab vardır.
59- İnkârcıların ileri gelenlerine "işte
bu topluluk sizinle beraber gerçeğe karşı
direnenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesin. Onlar mutlaka ateşe
gireceklerdir" denir.
60- Toplulukta bulunanlar ise; "Hayır, asıl siz
rahat yüzü görmeyin; bizi buraya getiren sissiniz, ne kötü
bir duraktır" derler.
61- Rabb'imiz! Bunu kim başımıza getirdiyse,
ateşte onun azabını kat kat artır" derler.
62- Bize ne oldu ki, dünyada iken kötülerden saydığınız
adamları burada niçin görmüyoruz? derler.
63- Hani onlarla alay ederdik. Yoksa onları gözden mi
kaçırdık?
64- İşte ateş halkının
tartışmaları böyledir ve bunlar gerçektir.
Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve aynı
şekilde Hz. İsmail kesin olarak Hz. Davud ve Hz. Süleyman'dan
önce peygamber olmuşlardı. Fakat Onların Hz.
Eyyub'tan önce mi, sonra mı peygamber olduklarını
bilmiyoruz. Elyesa ve Zülkifl peygamberlerin durumu da Hz.
Eyyub'un durumu gibidir. Bu son iki peygamber hakkında bir kaç
kısa işaretten başka bir açıklamaya
Kur'an-ı Kerimde yer verilmemiştir.
İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerden
birinin adı İbranice "İlyesa"dır. Bu
da tercihe şayan görüşe göre Arapça'daki "Elyesa"dır.
Zülkifl hakkında ise Kur'an-ı Kerimin onu "seçkinlerden"
biri olarak nitelemesinden başka bir şey bilmiyoruz.
Yüce Allah, Hz. İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u "kuvvetli
ve basiretli kullarımız" diye
tanıtıyor. Bu da onların elleriyle güzel işler
yaptıklarını, sağlıklı görüş
veya doğru düşünce sahibi olduklarını ortaya
koyan bir kinayedir. Sanki güzel iş yapmayanın hiç eli
yokmuş, sağlıklı düşünmeyenin aklı
ve görebilme yeteneği yokmuş gibi!
Bunun yanında onların onurlandırıcı
sıfatlarından da söz ediliyor. Yani yüce Allah onlara
özellikle güzel bir sıfat vermiştir ki, ahiret yurdunu
hatırlasınlar. Bunun dışında kalan her
şeyden soyutlansınlar:
"Biz onları, ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle
temizleyip kendimize halis kul
yaptık."
İşte onların özelliği ve üstünlüğü
budur. Onları Allah katında seçkin insanlar haline
getiren de bu özellikleridir:
"Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır.
Yüce Allah, aynı şekilde Hz. İsmail, Hz. Elyesa
ve Hz. Zülkifl'in de seçkinlerden olduğuna
tanıklık etmektedir. Peygamberlerinin sonuncusu ve elçilerinin
en seçkinini onları hatırlaması, onlarla
yaşaması, onların sabırlarını ve
Allah'ın onlara merhametini düşünmesi için
yönlendirmektedir. Yalancı ve sapık olan toplumundan gördüğü
sıkıntılara karşı sabretmesini
istemektedir. Zira sabır peygamberliklerin yoludur. Çağrıların
yoludur. Yüce Allah sabreden kullarını yüzüstü bırakmaz.
Sabırlarına karşılık onlara iyilik,
rahmet ve bereket verir. Onları seçkin kulları
arasına katar... Allah'ın katındaki mükafat daha
iyidir. Tuzak kuranların tuzakları ve yalan
sayanların yalanlamaları Allah'ın rahmeti
koruması, ikramı ve ihsanı yanında
basitleşmektedir.
Önceki bölüm, yüce Allah'ın seçkin kullarıyla
birlikte geçen hayat ve anılarla ilgili bir gezintiydi.
Sınanma ve sabır, rahmet ve ikram durumlarını
sergiliyordu. Yani, yeryüzünde ve bu dünyada yaşanan o yüksek
değerli hayatın bir hatırlatmasıydı.
Şimdi ayetlerin akışı, devam etmektedir. Gerçek
anlamda Allah'a bağlı olan kullarla, ilahi mesajı
yalan sayan azgınların ahiret alemindeki, öbür
hayattaki durumlarını sergilemektedir. Onların bu
hallerini bir kıyamet sahnesinde gözler önüne sermektedir.
Bu konu "Kur'an da Kıyamet Sahneleri"
kitabından biraz kısaltarak aktarıyoruz.
Sahne, bütünü, bölümleri, çehreleri ve şekilleriyle
birbirini tamamen iki manzara ile başlıyor: Gerçek
anlamda Allah'a bağlı olan "takva sahiplerinin"
ve onları bekleyen "güzel bir geleceğin"
manzarası... Tam karşısında Allah'a
karşı gelen "azgınların" ve
onları bekleyen "kötü bir geleceğin"
manzarası... Birincilerin durumu iyi. Onlar için Adn
cennetleri vardır. Kapıları onlara sonuna kadar açıktır.
Onlar orada yan gelip yatacak, rahat edeceklerdir. En güzel
yiyecekler ve en güzel içecekler onlarındır.
Ayrıca onlar için genç-güzel huriler vardır. Bunlar güzelliklerine
rağmen "gözleri eşlerinden
başkasını görmeyen" gözleri başkasını
aramaz ve başkasına takılmaz. Hepsi de genç ve yaşıttır.
Bu sürekli bir zevk ve Allah katından verilen bir
rızıktır. "Bitmez-tükenmez
bu nimetler"
Diğerlerine gelince onların bir konakları
vardır. Fakat orada rahat yüzü görülmez. Burası
cehennemdir. "Orası ne kötü bir konaktır" Onların
orada kaynak sulardan içecekleri, kusmuktan yiyecekleri .vardır.
Bu da ateşe girenlerin vücutlarından süzülüp akan
pis ve iğrenç şeylerdir! Ya da onların bu türden
daha nice ezaları, cefaları vardır ki, bunlara
ayeti kerimede "ezvac" yani birbirine benzer eziyetler
denilmektedir.
Sahne, kapsadığı karşılıklı
konuşmalarla somutlaşan, canlı hale gelen
üçüncü manzara ile tamamlanıyor. Burada cehennemlik olan
azgınlardan bir topluluk görülüyor: Bunlar dünyada
birbirini seven, birbirine dost olan kimselerdi. Bu gün onlar
birbirini tanımıyor, birbirinden kaçıyorlar.
Bunların bazıları sapıklığı
aşılıyor, bazıları mü'minlere karşı
üstünlük taslıyor, onların çağrılarını,
cennete ilişkin inançlarını alaya
alıyorlardı. Nitekim Kureyşin ileri gelenleri de böyle
yapıyor ve: "Kur'an aramızda O'na mı
indirilmeliydi" (Sad Suresi. 8) diyorlardı .
Şimdi onlar bölük-bölük ateşe
atılıyorlar. İşte onlar şimdi
birbirlerine: "İşte bu topluluk sizinle beraber
gerçeğe karşı direnenlerdir." dediklerine
cevapları ne oluyor? Cevapları öfke dolu, tepki dolu: "Onlar
rahat yüzü görmesin. Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir."
Peki kendileriyle alay edilenler susuyorlar mı?
Hayır! Onlar da cevap veriyorlar: "Toplulukta
bulunanlar ise; `Hayır asıl siz
rahat yüzü
görmeyin, bizi buraya getiren sizsiniz, ne kötü bir duraktır'
derler." Yani
bu azaba düşmemize siz sebep oldunuz. Birden öfke, bunalım
ve intikam dolu bir dua yükseliyor. "Rabb'imiz! Bunu kim
başımıza getirdiyse, ateşte onun
azabını kat-kat artır derler."
Sonra ne oluyor? İşte onlar mü'minleri arıyorlar.
Dünyada kendilerine karşı üstünlük tasladıkları,
haklarında kötü düşündükleri, cennete ilişkin
inançlarını alaya aldıkları mü'minler...
Evet onlar inananları arıyorlar. Onları kendileri
gibi ateşte bulamıyorlar. Birbirlerine soruyorlar: Onlar
nerede? Onlar nereye gittiler? Yoksa burada oldukları halde
biz mi onları göremiyoruz? "Bize ne oldu ki,
dünyada iken kötülerden saydığımız
adamları burada niçin görmüyoruz? derler." (Bir
kıraatte göre "Ette
haznahum Sihriyyen" cümlesi
soru değil, normal haber cümlesidir. Biz de bu kıraatı
tercih ettik. Zira buna göre anlamı daha açık ve
sağlıklı almaktadır. Bu durumda "Ette
haznahum Sihriyyen" (onları alaya alırdık)
kendisinden önceki cümleyi tamamlamış ve
"ricalen" (adımlar) kavramının
sıfatı olur.)
Halbuki onların arayıp sordukları adamlar
uzakta, cennettedirler!
Sahne, cehennemliklerin gerçek durumlarını ortaya
koyarak sona eriyor!
"İşte ateş halkının
tartışmaları böyledir ve bunlar gerçektir."
Onların sonları ile gerçekten Allah'a bağlı
takva sahiplerinin sonları arasında öyle mesafeler var
ki. Bunlar onların kendilerini alaya aldıkları,
Allah'ın onları seçmesini çok gördükleri kimselerdi.
Onlar: "Rabb'imiz!
Bizim azab payımızı hesap gününden önce
ver" derken,
paylarını almakta acele ederken bu kadar kötü bir
nasibin kendilerini beklediğini hiç düşünmemiş
olmalılar!
Surenin son bölümü baş tarafta işlenen tevhid,
vahiy ve ahiretteki ceza-mükafat meselelerine tekrar
dönmektedir. Bu arada vahyin bir delili olarak Hz. Adem'in kıssasına
değinilmekte, o gün yüceler aleminde meydana gelen
olaylardan söz edilmektedir. O günden kıyamet günündeki
hesaba çekilmenin sapıklık veya doğru yol
üzerinde olmaya bağlandığı belirtilmektedir.
Kıssa aynı zamanda şeytanın içindeki kıskançlık
duygusunun onu azdırdığını ve
Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırdığını da ortaya
koymaktadır... Çünkü o, yüce Allah'ın Hz. Adem'e
verdiği nimeti ve ihsanı çok görmüştü.
Şeytan ile Ademoğulları arasındaki ateşi
sönmeyen ve asla gevşemeyen sürekli mücadeleyi ve savaşı
da sergilemektedir. Bu savaşın amacı daha çok
insanın şeytanın ağına düşürülmesi,
onların kendisiyle beraber ateşe girmeleri ve böylece
ataları Hz. Adem'den intikam alınmasıydı. Zira
şeytanın kovuluşuna o sebep olmuştu. Bu
savaş amaçları belli olan bir savaştır. Ama
ne yazık ki, Ademoğulları ezeli düşmanlarına
teslim olmaktadırlar!
Sure, vahiy konusunu ve onun ötesindeki gerçeğin
önemini pekiştirerek sona eriyor. Fakat ilahi mesajdan
haberi olmayanların ve onu yalanlayanların bu gerçekten
haberleri dahi olmamaktadır!
|
|
O |
|
O |
|