O |
Säd
|
O |
|
30- Biz Davud'a Süleyman'ı hediye ettik. Süleyman ne
güzel kuldu! Doğrusu O daima Allah'a yönelirdi.
31- Ona bir akşam üstü, çalımlı ve safkan
koşu atları sunulmuştu.
32- "Süleyman! Gerçekten ben at (mal) sevgisine Rabb'imi
anmayı sağladıkları için düştüm"
dedi. Atlar koşup toz perdesi arkasından kayboldular.
33- Süleyman! "Atları bana getirin " dedi.
Bacaklarını ve boyunlarını okşamaya
başladı.
34- Andolsun, Süleyman'ı denedik. Tahtının
üstüne bir ceset gibi bıraktık, sonra O, yine eski
haline döndü.
35- Süleyman: "Rabb'im! Beni bağışla, bana
benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık
ver. Sen şüphesiz daima bağışta
bulunansın " dedi.
36- Bunun üzerine Süleyman'ın buyruğu ile
istediği yere kolayca giden rüzgârı emrine verdik.
37- Bina ustalarını ve dalgıçlık yapan
şeytanları da emrine verdik.
38- Demir zincirlere bağlı diğer
yaratıkları da onun emrine verdik.
39- İşte bizim bağışımız
budur; "ister ver, ister tut, hesapsızdır"
dedik.
40- Doğrusu onun, bizim yanımızda yüksek bir
makamı ve güzel bir geleceği vardı.
Burada cins atlar anlamında ki "Safinatul
Ciyad" kavramı
ile Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine atılan "ceset"
kavramına ilişkin işaretler var. Tefsir
kitaplarının ve rivayetlerinin içeriklerine bakarak bu
iki işarete ilişkin kalbime yatan bir yorum veya bir
rivayete rastlayamadım. Bu konudaki tüm açıklamalar
asılsız İsrail efsaneleri temelsiz veya
saptırmalara, (yanlış yorumlara) dayanmaktadır.
Ben de bu iki olayı kalbime yatacak biçimde düşünüp
yorumlama imkânına ulaşamadım ki, bu düşüncelerimi
burada aktarıp hikâye edeyim. Bunları açıklama vé
tasvir etme konusunda sahih bir hadisin dışında
sağlıklı bir kaynağa da rastlayamadım.
Burada sözünü ettiğimiz aslında sahih bir hadistir.
Ama bu sahih hadisin açıklamaya çalıştığımız
bu iki olayla ilgisi sağlam değildir. Bu hadis de Ebu
Hureyre'nin (Allah ondan razı olsun) Allah'ın elçisinden
-salât ve selâm üzerine olsun- rivayet edip Buhari'nin
sahihinde merfu olarak tahris ettiği hadistir. Hadisin metni
şöyle "Hz. Süleyman bir ara: Bu gece yetmiş
kadınla yatacağım. Her biri Allah yolunda cihad
edecek bir süvari doğuracak dedi ve "Allah dilerse"
cümlesini eklemedi. Hz. Süleyman bu yetmiş kadınla
yattı. Ancak hiç birinin çocuğu olmadı.
Yalnız bir tanesi yarım bir çocuk doğurdu.
Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer
inşallah deseydim, bu kadınların hepsi birer erkek
çocuk doğurur ve bunların hepsi Allah yolunda cihad
eden süvariler olurlardı." Buradaki ayetlerin
işaret ettiği sınama konusu bu olay ve cesed'in de
bu yarım çocuk olması mümkündür. Fakat bu sadece bir
olasılıktır...
Atın hikâyesine gelince; deniliyor ki, Hz. Süleyman akşamleyin
bir atını arıyordu. Bu nedenle güneş batmadan
önce kılması gereken namazın zamanı geçti.
Onu bana getirin dedi. Getirdiler. Rabb'ini anmasına engel
olduğu için boynunu ve bacaklarını
okşayıp sevdi. İkramda bulundu. Çünkü bu Allah
yolunda cihad için beslenen bir attı. Bu her iki rivayetin
de sağlıklı bir temeli yoktur. Onun için bu konuda
sağlıklı bir şey söylemek de zordur.
Bu nedenle sağlam temellere dayanmak isteyen birisi Kur'an
da işaret edilen bu iki olay hakkında kesin bir şey
söyleyemez.
Burada söylenebilecek en son söz şudur ki: Yüce Allah
diğer peygamberlerini yönlendirmek, yol göstermek, attıkları
adımları hatalardan uzaklaştırmak için bir
takım sınavlardan geçirdiği gibi elçisi olan Hz.
Süleyman'ı -selâm üzerine olsun- da yönetim ve otorite
konusundaki uygulamaları ile ilgili olarak bir sınavdan
geçirmiştir. Hz. Süleyman bu konuda Rabb'ine yönelmiş
ve O'na dönüş yapmıştır.
hatalarının bağışlanmasını
dilemiştir. Dua ederek umutla Allah'a yönelmiştir.
"Süleyman: `Rabbim! Beni bağışla, bana
benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık
ver. Sen şüphesiz daima bağışta
bulunansın' dedi."
Hz. Süleyman'ın bu duasının en güzel yorumu,
bencil bir istekte bulunmadığıdır. O bununla
mucize şeklinde gerçekleşen özel bir nimet istemiştir.
Böylece onun istediği niteliktir, nicelik değildir. Bu
dua ile, O belli bir özelliği olan ve kendisinden sonra
gelecek olan tüm iktidarlardan farklı bir hakimiyet
istemiştir. Bu hakimiyetin belirlenmiş bir karakteri
vardır. İnsanların tanımadığı,
görmediği, alışmadığı bir
hakimiyettir bu.
Yüce Rabb'i de O'nun bu duasını kabul
buyurmuştur. O'na bilinen, alışılan
hakimiyetin de ötesinde başka hiç kimseye verilmeyecek olan
özel bir hakimiyet vermiştir.
"Bunun üzerine Süleyman'ın buyruğu ile
istediği yere kolayca giden rüzgarı, emrine verdik."
Bina ustalarını ve dalgıçlık yapan
şeytanları da emrine verdik." Demir zincirlere
bağlı diğer yaratıkları da onun emrine
verdik." Rüzgârın Allah'ın izniyle
kullarından birinin emrine verilmesi, onun Allah'ın
iradesine bağlı olma özelliğini
değiştirmez. Rüzgârın yüce Allah'ın
iradesine bağlılığı şüphe
götürmez. Onun emrine bağlı ve O'nun belirlediği
temel yasalara uygun olarak eser. Yüce Allah'ın belli bir
zaman diliminde kullarından birisinin ilahi iradeyi ifade
etmesini ve onun emrinin ilahi emre uygun olmasını
dilemesi, rüzgârı onun istediği tarafa kolayca
çevirmesi tuhaf bir şey değildir. Yüce Allah, böyle
bir kolaylık sağlayabilir. Bu, çeşitli
şekillerde meydana gelebilir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim
de peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle
buyurmaktadır: "Andolsun ki, iki yüzlüler,
kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler
yayanlar, bu hallerinden vazgeçmezlerse seni onlara musal lat
ederiz. sonra orada senin yanında ancak az bir zaman
kalabilirler." (Ahzab
Suresi, 60) Peki bunun anlamı nedir? Bunun anlamı
şudur: Eğer onlar
vazgeçmezlerse,
bizim irademiz seni onların başına musallat etmeye
ve onları Medine'den çıkarmaya yönelecektir. Bu da
senin kendi iradeni ve arzunu onlarla savaşma ve onları
sürgün etmeye yöneltmenle gerçekleşecektir. Böylece
bizim onlara yönelik irademiz senin vasıtanla yerini
bulmuş olacaktır. İşte bu da yüce Allah'ın
dilemesiyle Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun-
dilemesi arasındaki uygunluğun bir şeklidir.
Doğal olarak Allah'ın iradesi ve dilemesi bu işin
temelini oluşturur. Fakat, Allah'ın iradesi ve dilemesi
yine Allah'ın istemesine bağlı olarak peygamberin
iradesi ve dilemesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu da rüzgârın
Hz. Süleyman'ın emrine verilmesi olayını daha
rahat anlamanızı sağlamaktadır. Yani Hz. Süleyman'ın
bu rüzgârları yönlendirmesi, isteklerinin Allah'ın
emri doğrultusunda olması koşuluna
bağlanmıştır. Yani rüzgâr yüce Allah'ın
emri dışına çıkmamakta, bu emre uygun olan
direktiflerin hizmetine girmiş olmaktadır.
Yüce Allah, cinleri de Hz. Süleyman'ın emrine
vermiştir ki, O'na dilediğini yapsınlar. Karada ve
denizde aradığı her şeyi O'na çıkarıp
getirsinler. Ayrıca emrine vermiş olduğu bu
cinlerden kendisine karşı gelenleri ve bozgunculuk
yapanları cezalandırması, ellerini ve
ayaklarını biraraya getirip zincire vurması veya
onları ikişer ikişer veya gerektiğinde daha
fazla sayıda biraraya getirip demir halkalarla bağlama gücü
vermişti.
Sonra ona şöyle denilmişti: Yüce Allah'ın sana
verdiği gücü ve nimetleri dilediğin gibi
kullanabilirsin. Dilediğine her istediğini verebilirsin.
Dilediğini de istediğin kadar kısabilirsin.
"İşte bizim bağışımız
budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır dedik. "
Bu da ikramın ve faziletin doruğa
ulaşmasıdır. Sonra bütün bunlara ek olarak da
O'nun, dünyada, yüce Rabb'i katında bir
yakınlığı olduğu, ahirette ise güzel bir
geleceği bulunduğu belirtilmektedir:
"Doğrusu onun, bizim yanımızda yüksek bir
makamı ve güzel bir geleceği vardı."
Bu ise, yüce Allah'ın hoşnutluğuna,
korumasına, ihsanına ve ikramına ulaşmada
hayli yüksek bir dereceyi ifade etmektedir.
Şimdi tekrar sınama ve sabretme ile ilgili hikâyeye
ve bundan sonra gelen ihsan ile ikram olayına devanı
ediyoruz. Sözün akışı içinde Hz. Eyyüb'ün kıs sası
ile buluşuyoruz:
|
|
O |
|
O |
|