O |
Säd
|
O |
|
27- Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları
boşuna yaratmadık, inkâr edenler, kainatın
boş bir tesadüf eseri olduğunu söylerler, bu onların
zannıdır. Vay ateşe uğrayacak inkârcıların
haline.
28- Yoksa biz, iman edip iyi işler yapanları, yeryüzünde
bozgunculuk yapanlarla bir mi tutacağız.?
29- Ey Muhammed! Bu Kur'an çok mübarek bir kitaptır. Onu
sana indirdik ki, ayetlerini düşünsünler ve akıl
sahipleri öğüt alsın.
İşte bu şekilde bu üç ayette sözünü ettiğimiz
o köklü, derin, kapsamlı ve ürpertici büyük gerçek
bütün yönleri, boyutları ve halkaları ile gözler
önüne serilmektedir. Yerin, göğün ve ikisi arasında
bulunan varlıkların yaradılışı
boşuna değildir.
Başıboş
bir temel üzerinde kurulmuş da değildir bunlar. Bunlar
birer gerçektir
ve gerçek üzerinde kurulmuşlardır. Diğer gerçekler,
bu büyük ve temel haktan dal budak salmıştır.
Yeryüzü halifeliğindeki hak, insanlar arasında hükmetmedeki
hak, insanların duygularını ve işlerini
eylemlerini düzenlemedeki hak, hep bundan kaynaklanmıştır.
İnanan ve güzel işler yapanlarla yeryüzünde
bozgunculuk yapanlar bir değildir. Allah'a gerçek anlamda bağlananların
kriteri kötü insanların kriteri gibi değildir.
Ayetleri üzerinde iyi düşünsünler, akıl sahipleri bu
köklü gerçekleri güzelce hatırlasınlar. Yüce Allah'ın
gönderdiği kutsal kitabın parmak bastığı
gerçekleri inkârcılar-kafirler düşünemez
anlayamazlar. Zira onların fıtratları, bu evrenin
oluşumunda köklü biçimde yerleştirilen Hak ilkesi ile
temas halinde değildir. Bu nedenle onlar Rabb'leri
hakkında kötü düşünürler ve Hak'kın
cezasından hiçbir şey kavrayamazlar: "Bu
onların zannıdır. Vay ateşe uğrayacak inkârcıların
haline!
Yüce Allah'ın insanlar için belirlediği yasalar
manzumesi (şeriat) evrenin yaradılışında
mevcut olan temel yasanın bir parçasıdır. Allah
tarafından gönderilen Kutsal Kitap ise bu yasanın
dayanağını oluşturan Hak'kın bir açıklamasıdır.
Yeryüzündeki halifelerden ve insanlar arasında hükmeden
hakimlerden istenen adalet, bu köklü-kapsamlı hakkın
ancak bir yönüdür. Bu parça, Hak'kın diğer parçaları
ile tam bir uyum içine girmedikçe insanların işleri düzelmez.
Allah'ın şeriatından, halifelikte Hak'tan ve hükümdeki
adaletten ayrılmak hiç kuşkusuz, göklerin ve yerin
temellerini ayakta tutan evrensel yasadan sapmaktır. Öyle
ise, bu gerçekten büyük bir cinayettir. Dehşet verici bir
kötülüktür. Sonunda ezilmeyi ve yok olup gitmeyi kaçınılmaz
hale getirecek olan dehşet verici evrensel kuvvetlerle, güçlerle
çarpışmaktır. Allah'ın yasasından
evrenin temel konumundan ve varlığın doğal
yapısından sapmış-ayrılmış olan
hiçbir zalimin basit, sınırlı gücü ile dehşet
verici, ezip geçici, kainat kuvvetlerine; önüne gelen her
şeyi öğütüp geçen evrenin acımasız çarkına
karşı üstün gelmesi asla mümkün değildir!
İşte bu, düşünebilen insanların üzerinde
güzel düşünmesi, akıl sahiplerinin iyi
değerlendirmesi gereken konulardan biridir.
Söz konusu önemli büyük gerçeği ortaya koymak
amacı ile kıssanın ortasına yerleştirilen
bu ara yorumdan sonra tekrar Hz. Davud'un kıssasına dönülüyor
ve Hz. Davud ile oğlu Süleyman`a verilen Allah'ın
nimetleri ile yüce Allah'ın O'na bahşettiği imkânlar
ve lütuflar dile getiriliyor. Bunun yanında O'nun
sınanması ve denenmesi, yüce Allah'ın O'nu
koruması, bu sınav ve denemeden sonra O'nu nimetlere
boğmasından söz ediliyor:
|
|
O |
|
O |
|