"Sabret" bu, bütün peygamberlerin üzerinde buluştukları
yolun işaretidir. Tüm peygamberlerin hayatları tarih
boyunca izlenen bu yolda geçmiştir. Onların hepsi bu
yolda yürümüştür. Hepsi zorluklara göğüs germiş,
hepsi sınanmış ve hepsi sabretmiştir.
Sabır onların hepsinin yol azığı
olmuştur. Hepsinin karakteri olmuştur. Hepsi
peygamberler makamındaki derecesine göre sabır yükü
taşımıştır. Onların hepsinin
hayatları sınavlarla, sıkıntılarla,
acılarla yoğrulmuş bir deneyimdir. Hatta
onların bolluk ve rahat içinde oluşları dahi, bir
sınavdan ibarettir. Sıkıntılara, zorluklara
karşı sabrettikten sonra nimetlere karşı
sabredip edemediklerinin bir mihengiydi. Bu her iki hal de
sabretmeye ve dayanmaya ihtiyaç duyar...
Bütün peygamberlerin hayatlarını Kur'an-ı
Kerim'in bize anlattığı biçimde gözlerimizin
önünden geçirdiğimizde bu hayatın belkemiğini
sabrın oluşturduğunu, bu hayatın içinde en
etkili faktörün sabır olduğunu görüyoruz. Denenme ve
sınanmanın bu hayatın özünü ve mayasını
oluşturduğunu görebiliyoruz.
Sanki bu özellikle seçilmiş bir hayattı.
Sınanma ve sabır aşamalarından oluşan
insanlığın gözleri önüne serilmiş
eşsiz bir hayat. Yüce Allah bu seçkin hayat ile insan
ruhunun zaruri ihtiyaçlara ve sıkıntılara
nasıl üstün geleceğini, yeryüzünde övünç kaynağı
olan her şeyi nasıl aşabileceğini, arzulardan,
isteklerden ve
aldatıcı zevklerden nasıl
arınılacağını, samimi olarak nasıl
Allah'a yönelip sınavında başarıya
ulaşılacağını, nasıl Allah'ın
her şeyden öne geçirileceğini göstermek istiyor...
Sonuçta, insanlara şöyle demek istiyor: İşte yol
budur. Yükselmenin ve yücelmenin yolu budur. Allah'a giden yol
budur işte.
"Onların söylediklerine karşı sabret"
Onlar daha önce şöyle demişlerdi: "Tanrıları
bir tek tanrı mı yapıyor? Bu, cidden tuhaf bir
şeydir." (Sad Suresi, 5)
Şöyle de demişlerdi: "Kur'an, aramızda
Muhammed'e mi indirilmeliydi?" (Sad Suresi, 8) Buna
benzer daha nice şeyler söylemişlerdi. Yüce Allah
peygamberini onların söylediklerine karşı
sabretmeye çağırıyor. Kalbiyle tertemiz, onurlu
insan örnekleri ile beraber yaşamasını tavsiye
ediyor; bu kâfir insan tipleriyle değil. Bu onurlu insanlar
Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- peygamber olan
kardeşleriydi. Peygamberimiz onları hatırlıyor,
kendisi ile onlar arasında sarsılmaz-sağlam bir
yakınlık hissediyordu. Onlardan soy, yakınlık
ve kardeşlik bağları bulunan birinden söz eder
gibi bahsediyordu. Zaman zaman: "Yüce Allah kardeşim
falana rahmet etsin... Veya falan şöyle-şöyle yaptığına
göre ben daha rahat yaparım" diyordu.
"Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u an.
Çünkü o daima Allah'a yönelirdi."
Burada Hz. Davud "kuvvetli bir adamdı" ve "Allah'a
yönelen bir adamdı" gibi sıfatlarla
anılıyor. Hz. Nuh'un, Ad'ın, köklü uygarlığın
egemeni olan Firav'un, Hz. Lût'un ve Eyke halkının sözü
edilmeden önce Hz. Davud'dan söz ediliyor. Bunlar zalim ve azgın
toplumlardı. Onların kuvvetlerinin dış görünüşü
azgınlık, taşkınlık ve ilahi mesajı
yalan sayma şeklinde ortaya çıkıyordu. Davud'a
gelince, O kuvvet sahibi olmasına rağmen Allah'a yöneliyordu.
İtaatı, tövbesi, ibadeti ve Rabb'ini hatırında
bulundurması ile sürekli Rabb'i ile ilişki içindeydi.
Güç ve iktidarı elinde bulundurması onu bu asıl
eyleminden alıkoymuyordu.
Hz. Davud'un kıssasının baş tarafı
Bakara suresinde geçmişti. Orada Hz. Davud Talut'un
ordusunda Hz. Musa'dan sonraki İsrailoğulları
arasında görünmüştü. Bu sırada
İsrailoğulları kendilerine gönderilen peygambere: