Bu ayette sözü geçen "iki deniz" biri suları
acı ve öbürü suları tatlı olan iki tür su
birikintisidir. Birinci su birikintisi ile denizler ve okyanuslar,
öbürü ile akarsular, nehirler kastediliyor. Ayetin ifadesine
göre bu iki su birikintisi birbiri üzerine salınıyor,
karşılaşmaları sağlanıyor, fakat içiçe
geçmiyorlar, suları birbirine karışmıyor, hiç
biri belirli sınırı aşmıyor, görevinin
ötesine taşmıyor. Çünkü aralarında yüce Allah'ın
sanatının eseri olan ve doğal
yapılarından kaynaklanan bir engel vardır.
Suların yerküre üzerinde bu şekilde
dağılmış olmaları amaçsız bir
rastlantının sonucu değildir. Tersine bu
dağılım hayret verici bir plâna dayanır. Yerkürenin
dörtte üçünü birbirlerine akıntısı olan tuzlu
sular kaplar, kalan dörtte birlik bölümü karalardan oluşur.
Bu miktarlardaki tuzlu su yerküreyi kuşatan atmosferi
temizlemek için, onu sürekli biçimde hayata elverişli
durumda tutmak için gereklidir.
"Uzun yüzyıllar boyunca yerküreden çoğu
zehirleyici olan gazlar yükseldiği halde dünyamızı
saran hava tabakası temiz kalır, kirlenmez, insanın
yaşaması için gerekli olan bileşim dengesi
bozulmaz. Bu dengeyi sağlayan mekanizma, o engin su kitleleri,
yani okyanuslardır."
Güneşin ısısının etkisi ile bu büyük
ve engin su kütlesinden buharlar çıkar. Bu buharlar sonra
yağmur olarak tekrar yeryüzüne iner. Bu yağmurlar çoğu
nehirler olmak üzere çeşitli tatlı su kaynakları
oluşur. Okyanusların genişliği, güneş
ısısı, atmosferin yüksek katlarının
soğukluğu ve diğer bazı meteorolojik faktörler
arasındaki uyumun etkisi ile tatlı su kütlesini oluşturan
yağmurlar meydana gelir. Bitkilerin, hayvanların ve
insanların hayatı işte bu tatlı suya
dayanır.
Yaklaşık olarak bütün akarsular denizlere
dökülürler. Akarsular yeryüzünün tuzlarını
denizlere, okyanuslara taşırlar. Fakat denizler ve
okyanuslar akarsuların özelliğini bozmazlar, geriye
akıp onlara karışmazlar. Normal olarak akarsu
yatakları deniz düzeyinden yüksektir. Bundan dolayı
deniz ve okyanus suları kendilerini besleyen akarsulara
doğru yürümez, tuzlu suyu ile onların
yataklarını kaplamaz, böylece akarsuyun özelliklerini
bozup fonksiyonlarını engellemez. Bu ikisi arasında
yüce Allah'ın sanatının eseri olan sözkonusu doğal
engel vardır. Bu yüzden bu iki su türü birbirine karışmaz.
Buna göre bu iki su kütlesi türünün ve bunların
arasındaki doğal engelin yüce Allah'ın nimetleri
arasında anılması yerindedir, tuhaf değildir.
Okuyoruz:
"Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?"
Arkasından insanların gündelik hayatlarında
yakından tanıdıkları iki deniz kaynaklı
nimet türü anılıyor. Okuyoruz:
"Her iki denizden de inci ve mercan çıkar."
İnci aslında bir hayvan türüdür. "İnci
belki de denizlerin en enteresan yaratığıdır.
Bu canlı denizlerin derin yerlerinde yaşar. Üzerinde,
kendisini tehlikelerden koruyan kireçli bir kabuk vardır. Bu
hayvanın öbür canlı varlıklardan farklı bir
yapısı ve yaşama tarzı vardır. Balıkçı
ağına benzer ince örgülü acayip bir ağı
vardır. Bu ağ süzgeç görevi görür. Suyun, havanın
ve besin maddelerinin hayvanın vücuduna girmesini sağlarken
kum ve çakıl taşı gibi zararlı maddelerin
girişine engel olur. Bu ağın altında hayvan
ağızları bulunur. Her ağızda dört dudak
vardır. Eğer bir kum tanesi, bir çakıl ya da
zararlı bir canlı şu ya da bu biçimde sözkonusu
kabuktan içeri gererse hayvan hemen kaygan bir sıvı
salgılayarak o yabancı maddeyi kuşatır, sonra
bu sıvı içindeki yabancı madde ile birlikte
donarak inciye dönüşür. Oluşan incinin iriliği,
sözkonusu yabancı maddenin hacmine göre değişir."
"Mercan da yüce Allah'ın enteresan
yaratıklarından biridir. Denizlerin beş metre ile
üçyüz metre arasında değişen derinliklerinde
yaşar. Vücudunun alt kısmı ile bir taşa ya da
bir deniz gibi bitkisine tutunur. Vücudunun üst kısmında
bulunan ağız boşluğu bazı çıkıntılarla
kaplıdır. Hayvan bu çıkıntıları
besinini sağlamak için kullanır. Çoğunlukla deniz
böceği gibi küçük canlılardan oluşan avlar bu
çıkıntılara dokunur-dokunmaz hareketsiz hale
gelerek bu çıkıntılara yapışıp
kalır: Sonra bu çıkıntılar kasılarak
ağza doğru eğilirler. Böylece insanların
yemek borusunu andıran dar bir kanaldan geçerek hayvanın
vücuduna girer.
Bu hayvan üreyici hücreler salgılayarak çoğalır.
Bu hücreler yumurtacıkları döller. Böylece oluşan
embriyo, bir taşa konar ya da bir deniz-altı bitkisine
tutunur ve bir süre sonra tıpkı diğer hayvan türlerinde
görüldüğü gibi, ayrı bir canlı olur.
Yaratanın gücünün bir kanıtı olarak bu
hayvanın bir başka üreme biçimi vardır. Bu üreme
biçimi tomurcuklanmadır. Bu yolla meydana gelen yavru
tomurcuklar anaç tomurcuklarla birlikte bulunur. Böylece mercan
ağacı oluşur. Bu ağacın kalın olan gövdesi
dallanma noktalarına yaklaştıkça incelir ve tepe
noktasında son derece ince olur. Mercan
ağacının boyu otuz santim kadar olur. Canlı
mercan adaları portakal sarısı, karanfil
kırmızısı, zümrüt mavisi ve koyu siyah gibi
çeşitli renklerde olurlar.
Kırmızı mercan, hayvanın canlı
kısımlarının yokoluşundan sonra geride
kalan katı omurgadır. Bu ölü hayvanların kalkerli
iskeletleri büyük koloniler meydana getirir.
Kuzey-doğu Avustralya'daki "Büyük Mercan Seddi"
zincirleme kayalar oluşturan bu mercan kolonilerinin en
tanınmışıdır. Bu kaya zincirinin
uzunluğu bin üçyüz elli mil, genişliği ise elli
mil kadardır. Bu kaya zinciri sözünü ettiğimiz küçük
canlılardan oluşmuştur."
Bilindiği gibi inciden ve mercandan pahalı ve
değerli süs eşyaları ve takılar
yapılır. Yüce Allah, kullarına bu iki nimetini
hatırlattıktan sonra bu surenin sembolü olan değerlendirme
ayeti ile yine yüzyüze geliyoruz:
Sonra denizlerde yüzen ve büyüklükleri bakımından
dağları andıran gemiler gündeme geliyor. Okuyoruz:
"O'nun denizlerde yüzen, dağlar gibi iri gemileri
vardır."
Görüldüğü gibi yüce Allah, denizde yüzen gemileri
kendine mal ediyor. Çünkü onlar O'nun gücü ile
yüzebiliyorlar. Onları engin denizlerde dalgaların pençesinden
koruyan O'dur. Onları denizlerin dalgalı yüzeylerinde
tutup batmamalarını sağlayan O'nun dengeleyici gücüdür.
O yüzden bunlar "O'nundur". Gerçekten gemiler, eski
dönemlerde olduğu gibi günümüzde yüce Allah'ın
insanlara bağışladığı
başlıca nimetlerden biridir. Bunlar insanlara
hatırlanmaya değer, hiçbir zaman inkar edilemeyecek
önemde ulaşım imkânları, konfor
şartları, geçim ve kazanç kaynakları
sağlarlar. Bu imkânlar yalanlanamayacak ve inkâr
edilmeyecek derecede önemli ve belirgin oldukları için
yüce Allah yine soruyor:
"Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?"'
Bu noktada görünen evren sayfasının gözden
geçirilmesine son veriliyor. Fani alemin sayfası
kapatılıyor. Tüm yaratıkların
karaltıları gözlerden kâyboluyor. Tüm canlılar
meydandan çekiliyor Yüce Allah'ın keremli ve
kalıcı varlığı ortalığa doluyor.
Kalıcılıkta ve ululukta tek ve ortaksız olarak
beliriyor. Geçiciliğin ve yokoluşun gölgesini
gözlemekte olan insan idrakinde "kalıcılık"
realitesi yerleşiyor