O |
Ra´d
|
O |
|
41- Bizim kâfirlerin yurtlarını uçlarından
kırptığımızı, müslümanlar lehine
alanlarını daralttığımızı görmüyorlar
mı? Hüküm veren Allah'tır, O'nun hükmünü gözden
geçirecek hiç kimse yoktur. O'nun hesaplaşması pek
çabuktur.
42- Onlardan öncekiler de peygamberlerine karşı
tuzaklar kurdular. Fakat asıl tuzak kurma yetkisi
Allah'ın tekelindedir. O herkesin ne
yaptığını bilir. Kâfirler, kimin mutlu sona
ereceğini ilerde öğreneceklerdir.
Ra'd suresi, kâfirlerin peygamberlik gerçeğini inkâr
ettiklerini anlatarak son buluyor. Nitekim sure bu gerçeği
ispat etmekle başlamıştı. Bu
şekilde
surenin başlangıcı ile sonu aynı konuda
birleşmiş oluyor. Sonra yüce Allah şahit tutuluyor,
O'nun şahitliğinin yeterli olduğu vurgulanıyor.
Çünkü hem bu kitaba, hem de diğer bütün kitaplara ilişkin
mutlak bilgi O'nun katındadır:
43- Kâfirler "Sen peygamber değilsin " derler.
Onlara de ki; "Sizin ile benim aramda Allah'ın ve kutsal
kitap kaynaklı bilginlerin tanıklığı
yeterli bir kanıttır. "
(Yaygın tefsirlerin bazısında yeralan kimi
rivayetlerde "Ve kutsal kitap kaynaklı bilgiler" sözü
ile bu Kur'an'ın gerçek olduğuna inanan bazı kitap
ehli mensuplarının şahitliğinin
kastedildiği belirtilmektedir. Bu görüşte yine bu
surede geçen şu ayete dayandırılmaktadır.
"Kendilerine kitap verdiklerimiz sana Rabbinden indirilen
kitapdan dolayı sevinirler." Bu olay Mekke'de fiilen
yaşanmıştır. Sonra da Medine'de... Bu yüzden
biz bu rivayetleri reddetmiyoruz. Bu kastedilmiş olabilir. )
İnsan kalbini uçsuz bucaksız evrenin çevresinde,
insan ruhunun derinliklerinde dolaştıran derin, etkin ve
ardarda vurgularla uyaran, sonra O'nu her şeyin
başı ve sonu, her türlü tartışmayı
kesen ve artık söylenecek söz bırakmayan Allah'ın
şahitliği ile başbaşa bırakan bu sure de
son buluyor...
KUR'AN'IN EŞSİZ ANLATIMI
Şimdi... Bu surede İslâm inancının ve
Kur'an'ın bu inancı sunuş tarzının
belirgin işaretleri yoğun biçimde yer almaktadır.
Yeri geldikçe bu işaretlerin üzerinde durmamız
gerekiyor. Ancak biz bu tür duraksamalarla surenin akıcılığını
sekteye uğratmak istemedik ve bu işaretleri sindire
sindire değerlendirmek için sona bırakmayı uygun gördük...
Kendi akışı içinde sureyi arzederken bu işaretleri
kısaca ve seri değinilerde bulunduk. Şu anda
elimizden geldiğince uzun tutarak bu işaretler üzerinde
durmayı umuyoruz...
Kuşkusuz yardım Allah'dandır...
GERÇEĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Surenin giriş kısmı, ele aldığı
konuların özelliği, ayrıca surenin içerdiği
direktiflerin çoğu... Evet bütün bunlar surenin Mekke'de
indiğini göstermektedir. -Kimi rivayetlerde ve mushaflarda
yer aldığı gibi Medine'de inmemiştir- Bu sure
müşriklerin itirazlarının,
yalanlamalarının, karşı çıkışlarının
iyice arttığı bir dönemde inmiştir. Bu dönem
de, peygamberden mucize göstermesine ve kendilerini korkuttuğu
azabı çabucak indirmesine ilişkin istekler de
artmıştı. İşte bütün bu olaylar hem Hz.
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hem de kendisiyle
birlikte yüce Allah tarafından gönderilen gerçeğe
sarılan mü'minlerin, kendilerine güvenlerini arttırmayı,
onları yüreklendirmeyi hedefleyen büyük bir atılımı
gerektiriyordu. Bu atılımla müşriklerden gelen
itirazlar, meydan okumalar, yalanlama ve saldırı
girişimlerinin bertaraf edilmesi, peygambere gönderilen
gerçeğin üstünlüğünün vurgulanması,
insanların sadece O'na sığınması, O'nun
İlah ve Rabb olarak tek ve ortaksız olduğunun ilan
edilmesi, bu gerçekte diretilmesi ve müşrikler yalanlasalar
bile sadece bunun gerçek olduğuna inanılması
hedeflenmişti. Bu atılımla gözetlenen hedeflerden
biri de müşrikleri evrende, insanın iç dünyasında,
insanlık tarihinde ve tarihsel olaylarda tevhid gerçeğine
ilişkin kanıtlarla yüzyüze getirmek, bütün bu
etkenleri bu nokta etrafında yoğunlaştırmak,
insanın bünyesine bu etkenlerle etkileyici, canlandırıcı,
derin iz(er bırakan ve kesin kanıtlı bir hitapla
seslenmekti.
İşte sadece bu kitabın gerçeği içerdiğini,
müşriklerin itirazlarının,
yalanlamalarının, karşı çıkmalarının,
kabullenmeyi ağırdan almalarının, yoluna engel
koymalarının ve bu büyük gerçeği
değiştiremeyeceğini vurgulayan ayetlerden örnekler...
Elif, Lâm, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbin
katından sana indirilen mesaj gerçektir. Fakat insanların
çoğu buna inanmazlar. (Ra'd
Suresi 1)
Müşrikler senden iyilikten önce kötülük isterler,
çarptırılacakları cezanın bir an önce başlarına
gelmesini dilerler. Oysa onlardan önce nice ağır ceza
örnekleri yaşanmıştır. Hiç kuşkusuz
Rabbin, insanların zalimliklerine rağmen onlara
karşı bağışlayıcıdır ve
yine hiç kuşkusuz Rabbinin cezası da pek
ağırdır.
Kâfirler "Muhammed'e, Rabbinden bir mucize indirilseydi
ya" derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın ve
her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır. (Ra'd
Suresi 6-7)
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır.
Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri
putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler.
Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını
ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına
su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine
boşunadır." (Ra'd Suresi 14)
Allah hak ile batılı bu örnek aracılığı
ile anlatır. Köpük, havaya uçup gider; fakat insanlara
yarar sağlayan kısım yerde kalır.
İşte Allah, böylesine örnekler verir." (Ra'd
Suresi 17)
"Rabbin tarafından sana indirilen mesajın gerçek
olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? .Ancak sağduyu
sahipleri öğüt alırlar." (Ra'd Suresi 19)
"Kâfirler, Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir
mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki; "Allah,
dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru
yola iletir."
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı
anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak
Allah'ı anmakla huzura erebilirler." (Ra'd Suresi 27-28)
"Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı
kendilerine okuyasın diye seni öyle bir gönderdik ki,
onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar
rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki;
"Benim Rabbim O'dur, O'ndan başka ilâh yoktur, ben yalnız
O'na dayandım, dönüş O'nadır." ( Ra'd Suresi
3)
"Kendilerine kitap gönderdiğimiz kimseler, sana
indirilen mesajı sevinçle karşılarlar. Fakat
karşıt gruplar içinde bu mesajın bir bölümünü
inkâr edenler vardır. Onlara de ki; "Bana Allah'a
kulluk etmem, O'nâ ortak koşmamam emredildi; O'na çağırırım
insanları; O'nadır dönüşüm."
"Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm
sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra
onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni
Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu
bulamazsın." ( Ra'd Suresi 36-37)
"Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana
göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin
mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba
çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
"Kâfirler "Sen peygamber değilsin" derler.
Onlara de ki; "Sizin ile benim aramda Allah'ın ve kutsal
kitap kaynaklı bilginlerin tanıklığı
yeterli bir kanıttır." (Ra'd Suresi 43)
Buraya aldığımız ayetler grubunda, müşriklerin
Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- ve Kur'an'a
meydan okuyuşlarına karşı koymanın
tabiatını öğreniyoruz. Ayrıca hem müşriklerin
meydan okuyuşunun, hem de bunlara karşılık
yeralan ilahi direktiflerin niteliğinden hareketle Mekke döneminde
bu surenin indiği atmosferin özelliğini de öğreniyoruz.
Yüce Allah'ın Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine
olsun- yönelik direktiflerde yeralan en belirgin işaretlerden
biri, itirazlara, yalanlamalara, meydan okumalara, kabullenmeyi
ağırdan almalara ve yoluna engeller koymalara
karşı sahip olduğu gerçeği eksiksiz olarak açıklamasıdır.
Bu, "Allah'dan başka ilah yoktur", "Allah'dan
başka Rabb yoktur", "Allah'dan başka mabud
yoktur." "Sadece Allah karşı, konulmaz güce
sahiptir." "İster cennete, ister cehenneme
gitsinler insanların dönüşü O'na olacaktır"
ilkeleridir. İşte bunlar, müşriklerin inkâr ettiği,
karşı çıktığı gerçeklerdir... Hz.
Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik ilahi
direktiflerde yeralan belirgin işaretlerden biri de
onların arzularına uymamasıdır, gerçeği
gizlemek ya da açıklamasını geciktirme!c suretiyle
onlara taviz vermemesidir, onları memnun etmemesidir. Bunun
yanında, kendisine gerçek gelmiş olmasına
rağmen, onların arzularına uyması durumunda
Allah katında kendisini bekleyen akıbete ilişkin
bir tehdit de yeralıyor.
Bu belirgin işaret, aynı zamanda Allah'ın dinine
davet edenler için davet metodunun tabiatını da ortaya
koyuyor. Ki, davetçilerin, davet metodu hakkında fikir yürütmek
gibi bir yetkileri yoktur. Onlara düşen, dinin temel gerçeklerini
açıklamak, bu gerçeklerden hiçbirini gizlememek,
hiçbirinin açıklamasını ertelememektir. Bu gerçeklerin
başında da "İlahlık ve Rabblık
Allah'dan başkası için olamaz, dolayısıyla
Allah'dan başkasının egemenliğine girilmez,
O'ndan başkasına itaat edilemez, boyun eğilemez,
emirlerine uyulamaz" gerçeğidir. Karşı
koymalar ve meydan okumalar hangi düzeyde olursa olsun,
yalanlayanlar istedikleri kadar itiraz etsinler, yüz çevirsinler,
yolun engelleri ve tehlikeleri ne kadar fazla olursa olsun, bu
temel gerçeği olduğu gibi açıklamak kaçınılmazdır.
Yeryüzüne egemen olan tağutlar (zorbalar), bu gerçekten hoşlanmıyorlar,
onu açıkça dile getirenlere baskı uyguluyorlar veya
bundan dolayı İslâma karşı çıkıyorlar,
yahut hem İslâma hem de İslâm davetçilerine tuzaklar
kuruyorlar diye bu gerçeğin bir kısmını
gizlemek ya da açıklamasını sonraya bırakmak
"hikmet ve güzel öğüt" ilkesinin kapsamına
girmez. Bunlardan hiçbiri, bu dine davet edenlerin dinin temel
gerçeklerini örtbas etmelerine ya da sonraya bırakmalarına
neden olmamalıdır. Veya, İlahlığın
ve Rabbliğin tek ve ortaksız olduğunu, bu yüzden
sadece yüce Allah'ın egemenliğine girileceğini,
O'ndan başkasına itaat edilmeyeceğini, boyun
eğilmeyeceğini, emirlerine uyulmayacağını
açıklamakla davete başlanacak olursa, bunun yeryüzüne
egemen olan tağutların (zorbaların) öfkesine neden
olacağı bahanesi ile ve tağutların (zorbaların)
öfkesini çekmemek gerekçesi ile örneğin davet işine
ibadetlerden, ahlâk ve davranış ilkelerinden ve ruhu
arındırma faaliyetlerinden
başlamamalıdırlar.
İşte yüce Allah'ın istediği şekilde
bu inanç uyarınca harekete geçme meto du
budur. Yine
Rabbinin direktifleri doğrultusunda hareket eden efendimiz
Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- uyguladığı
şekliyle Allah'a davet metodu bundan ibarettir. Allah'a davet
eden hiçbir kimse bu yoldan sapamaz, bu metodun dışında
bir metod uygulayamaz. Allah -bundan sonra- dininin
başarısını garanti etmektedir.
Tağutların (zorbaların) şerrine
karşı bu dine davet edenlere Allah'ın garantisi
yeterlidir kuşkusuz.
KUŞATICI CANLI DELİLLER
Kur'an'ın davet metodu, okunan kitap -yani Kur'an- ile gözlemlenen
açık evren kitabını birarada sözkonusu ediyor.
Böyle bir bütün olarak evreni insan bedeninin titreyip kendine
gelmesinin etkeni olarak sunuyor. Çünkü evrende yüce Allah'ın
otoritesinin, takdir ve planlamasının
kanıtları açıkça gözlemlenebilir. Bu iki kitaba,
yüce Allah'ın otoritesinin, takdir ve planının,
konuşan kanıtlarını koruyan insanlık
tarihinin sicil defterini de ekliyor. Sonra da insanın
kişiliğini tüm bunlarla karşı
karşıya getiriyor. Onu her yönüyle kuşatıyor.
Duygularına, kalbine ve aklına birlikte hitap ediyor.
Bu sure, insan varlığını her yönüyle karşılarken,
(okunan kitap Kur'an'ın ardından) gözlemlenen kitap
olan evrenden sayfalar sunmanın göz kamaştırıcı
örneklerini içeriyor. İşte bu örneklerden birkaçı...
"Elif, Lâm, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbin
katından sana indirilen mesaj gerçektir. Fakat insanların
çoğu buna inanmazlar."
"Allah gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak
yükseltti, sonra arşa kuruldu, güneş ile ayı
buyuruğu altına aldı. Herbiri belli bir sürenin
sonuna kadar yörüngesinde hareket eder, O bütün bu gelişmeleri
düzenler. Rabbinizin karşısına çıkacağınıza
kesinlikle inanasınız diye O, size ayetlerini
ayrıntılı biçimde açıklar."
"O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü
dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün
bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine
örter. Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için
ibret dersleri vardır."
"Yeryüzünde birbirine bitişik, farklı
yapıda toprak parçaları; üzüm bağları,
ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları
vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri
arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda
aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır."
(Ra'd Suresi 1-4)
Surenin akışı tüm evreni yüce Allah'ın
yaratma, meydana getirme, takdir etme ve planlamadaki gücünün,
gözlemlenen ve konuşan tanığı haline getirmek
amacı ile biraraya getiriyor bu evrensel sahneleri.
Ardından tanıklık eden bunca sahneyi gözleriyle
gördükleri, diriliş ve yeniden yaratma olayını
sık sık yaşadıkları halde bu yakın
gerçeği vurguluyor diye vahyi yalanlayanların bu tutumu
şaşkınlıkla karşılanıyor...
Evet bu gerçek şu olağanüstü sahnelerin
ışığında daha bir yakın görünmektedir.
"Eğer şaşacaksan, kâfirlerin `Biz ölüp
toprak olunca mı yeniden diriltileceğiz?' demelerine
şaşmak gerekir. Onlar Rabblerini inkâr edenlerdir,
onların boyunlarına demir halkalar geçirilecektir;
onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere, cehennemliktirler."
(Ra'd Suresi 5)
"Şimşeği size hem korku ve hem de umut
kaynağı olarak gösteren, yağmur yüklü bulutları
oluşturan O'dur."
"O'nu gök gürültüsü övgü ile ve melekler korku
içinde tesbih ederler, noksanlıklardan uzak tutarlar. O
yıldırımlar salarak bunlarla dilediklerini çarpar."
(Ra'd Suresi 12-13)
Evrensel varlık aleminden bu sayfalar, Allah hakkında
tartışmaya giren ve O'na ortak koşan toplumun
tavrının tuhaflığının
vurgulanması için sunuluyor. Halbuki onlar yüce Allah'ın
Rabblığının, gücünün ve otoritesinin, tüm
evrenin O'nun hükümranlığı altında
oluşunun, evrende yaşayan kulların işlerini düzenleyip
tasarrufta bulunmasının, onun dışındaki
herkesin yaratma, planlama ve takdir gücünden yoksun oluşunun
etkilerini her an için gözleriyle görüyorlar.
"Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde
onlar, O'nun hakkında tartışıyorlar."
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır.
Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri
putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler.
Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını
ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına
su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine
boşunadır."
"Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu
varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak
sabah-akşam Allah'a secde ederler."
"De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki;
"Allah'dır." De ki; "O'nun
dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar
veremeyen birtakım ilahlar, korucular mı edindiniz?"
De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklar
ile aydınlık bir midir? Yoksa Allah'a
koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi
birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler
bu iki yaratma eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?"
De ki; "Her şeyin yaratıcısı
Allah'dır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun
eğdirendir." (Ra'd Suresi 13-16)
Böylece evren, yüce Allah'ın gücünün kanıtları
ile imanın işaretlerinden oluşan göz kamaştırıcı
bir sergiye dönüşüyor. Bu sergi fıtrata kapsamlı
ve derin bir mantıkla hitap ediyor.
Şaşırtıcı bir uyum içinde, kendisinde
mevcut olan gizli-açık tüm kavrayış güçleri ile
birlikte bir bütün olarak insan bünyesine hitap ediyor. Ardından
gözlemlenen evren kitabının sayfalarına
insanlık tarihinin sayfalarını ekliyor. İnsan
hayatında yüce Allah'ın gücünün, otoritesinin,
egemenliğinin, her şeyi kontrolünde tutmasının,
takdir ve planlamasının izlerini sunuyor:
"Müşrikler senden iyilikten önce kötülük
isterler, çarptırılacakları cezanın bir an
önce başlarına gelmesini dilerler. Oysa onlardan önce
nice ağır ceza örnekleri yaşanmıştır."
(Ra'd Suresi 6)
"Allah, her dişinin rahminde
taşıdığını, bu rahimlerin erken
doğurdukları ile fazla tuttuklarını bilir. Her
şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır."
"O, görülür-görülmez her şeyi bilen, yüceler
yücesidir."
"İçinizden sözünü gizli tutanla açıkça
söyleyen, geceye bürünüp saklanan ile gündüzleyin ortalıkta
gezen arasında O'nun için hiçbir fark yoktur."
"İnsanı önünden ve arkasından izleyen
(melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler.
Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe, Allah
onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi
bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç
kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir
koruyucusu,
kayırıcısı yoktur. (Ra'd Suresi 8-11)
"Allah dilediğine bol rızık verir ve
dilediğinin rızkını kısıtlar. Onlar
dünya hayatı ile böbürlendiler. Oysa dünya hayatı,
ahiretin yanında basit bir meta'dan başka bir şey
değildir." (Ra'd Suresi 26)
"İşledikleri kötülükler yüzünden
kâfirlerin başlarına sürekli olarak belalar gelir, ya
da bu belalar yurtlarının yakınına iner.
Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir.
Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
"Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi.
Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına
yapıştım. O zaman azabım nice oldu?" (
Ra'd Suresi 31-32)
Kur'an'ın ifade tarzı, insanlık tarihinden
aktardığı bu tanıkları ve işaretleri
böylece uyarıcı birer etkene ve ilahi gücün birer
göstergesine dönüştürerek bunlarla bir bütün olarak
uyumlu ve düzenli bir şekilde ahenkli ve sırası
ile insana hitap ediyor.
Biraraya getirilen sahneler ve tanıklıkları
aracılığı ile bilinçli olarak Allah'a davet
etmenin işaretlerinden birini algılıyoruz. Bu dava,
bir bütün olarak insan varlığına hitap
etmektedir. O, kavrama yeteneklerinin sadece bir yönüne, yani
düşünsel ve zihinsel yönüne, ya da ilham ve sezgi
yönüne veya duygu ve şuur yönüne hitap etmez.
Bu davanın kitabı Kur'an olmalıdır.
Diğer bütün kaynaklara yönelmeden önce Allah'a davet
edenler bu kitaba dayanmalıdırlar. Bundan sonra
insanları nasıl davet edeceklerini, uyumuş kalpleri
ne şekilde uyandıracaklarını, ölmüş
ruhları nasıl dirilteceklerini, O'ndan öğrenmelidirler.
Bu Kur'an'ı, insanı yaratan, oluşumunun
tabiatını bilen, ruhunun derinliklerinden ve
bilinmezliklerinden haberdar olan yüce Allah vahyetmiştir.
Allah'ın dinine davet edenler, öncelikle Allah'ın
ilahlığının, rabblığının,
hakimiyetinin ve otoritesinin açıklanması konusunda
Allah'ın metoduna uymak zorunda oldukları gibi insanlara
gerçek Rabblerini tanıtırken de Kur'an'ın yolunu
takip ederek kalplere yönelmek zorundadırlar. Ancak bu
şekilde bu gönüllerin tek başına Allah'ın
egemenliğine girmelerini, O'nun ortaksız
Rabblığını ve otoritesini
tanımalarını sağlayabilirler.
PEYGAMBERLİK VE İLAHLIK SORUNU
İnsanlara gerçek Rabblerini tanıtmak ve her türlü
şirk kuşkusunu ortadan kaldırmak için Kur'an'ın
ifade metodu peygamberliğin ve peygamberin
tabiatını açıklamaya özen gösteriyor. Çünkü
ehli kitapta başgösteren itikadi düşünce sapması,
ilahlığın tabiatı ile peygamberliğin
tabiatını karıştırmaya yeltenmelerinden
sonra başlamıştı. Bu sapma özellikle Hz.
İsa'ya İlahlık ve Rabblık özelliklerini yakıştırmaları
suretiyle Hristiyanlarda yaygındır. İşte bu
gerçek dışı karıştırmà nedeniyle
itikadi, ve mezhebi farklılıklardan hareketle
değişik kiliselerin mensupları birbirlerinin
boğazına sarılmışlardı.
Sadece Hristiyanlar düşmediler bu inanç buhranına.
Değişik putperest inanç sistemleri de bu bataklığa
daldılar. Peygamberler için belirsiz özellikler tasavvur
ettiler. Kimileri peygamberlikle sihiri birbirine benzetirken,
kimileri de peygamberlikle gaipten haber veren kahinliği
birbirine benzetti. Bazısı da peygamberlikle cinler ve
gizli ruhlar arasında bir ilgi kuruyordu.
Bu düşüncelerin çoğu Arap putçuluğuna da
karışmıştı. İşte bu yüzden bazıları
Hz. Peygamberden gaipten haber vermesini istiyordu.
Bazıları da gözle görülür maddi bir mucize gerçekleştirmesini
öneriyordu. Nitekim O'na, -salât ve selâm üzerine olsun-
sihirbaz ve "mecnun" yani "cinlerle ilişki
halindedir" de diyorlardı. Kimileri de beraberinde bir
melek bulundurmasını istiyordu. Peygamber ve
peygamberliğin tabiatına ilişkin olarak putperest düşüncelerde
yereden daha nice öneriler, meydan okumalar ve ithamlar!..
Kuşkusuz bu Kur'an, peygamber ve peygamberliğin,
resul ve risaletin yüce Allah'a özgü tek ve ortaksız
ilahlığın, ayrıca yaratılmış
olan herkes ve her şeyi kapsayan kulluğun tabiatına
ilişkin gerçeği eksiksiz olarak ortaya koymak, iyice
belirginleştirmek, bu konuda karanlık bir nokta
bırakmamak ïçin gelmiştir. Kulluğun
kapsamına giren kimseler arasında Allah'ın görevlendirdiği
nebi ve resuller de vardır: Onlar salih birer kuldurlar.
İnsanlardan farklı yaratıklar değildirler.
İlahlığa özgü hiçbir özellik taşımazlar.
Cinler alemi ile ya da sihirli gizlilikler dünyası ile bir
ilişkileri sözkonusu değildir. Yalnızca Allah'dan
vahiy alıyorlar ve bunun ötesinde -Allah, dilediği
zaman için vermedikçe- bir mucize gösterme gücüne sahip değildirler.
Onlar da birer insandırlar. Peygamber olarak seçilmişler
ama, Allah'ın yarattığı diğer
varlıklar gibi Allah'a kul oluşları
kalıcıdır.
Bu sırada nübüvvet ve risaletin tabiatını,
nebi ve resulün hareket alanlarını
belirginleştiren, akıl ve fikirleri putçuluğun tüm
birikintilerinden arındıran, daha önce ehli kitabın
inançlarını bozan ve onları hurafeleriyle,
efsaneleriyle putçuluğa geri götüren örnekler de
mevcuttur.
Saydığımız bu gerçekleri belirginleştiren
örnekler, müşriklerden kaynaklanan pratik meydan
okumaları karşılama amacına yönelikti.
Hiçbir zaman zihinsel bir tartışma içïn inmemişti
ayetler. Metafizik Fizik ötesi felsefi bir araştırma sözkonusu
değildi. Bu gerçekleri belirginleştirme, iyice
vurgulama eylemi realiteyi karşılayan bir hareketti. Bu,
realiteyle
girişilmiş fiili bir cihattı.
"Kâfirler "Muhammed'e, Rabbinden bir mucize
indirilseydi ya" derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın
ve her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır.
"(Ra'd Suresi 7)
-"Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut
bir mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki; Allah
dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru
yola iletir." (Ra'd Suresi 27)
-"Ey Muhammed, sana vahyettiğimiz mesajı
kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik
ki, onlardan önce bir çok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar
rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de
ki; "Benim Rabbim O dur. O'ndan başka ilah yoktur, ben
yalnız O'na dayandım, dönüş O'nadır."
(Ra'd Suresi 30)
-"Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik, onlara
da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadıkça
hiçbir peygamber mucize göstermeye yetkili değildir. Her
belirli sürenin, her dönemin ayrı bir kitabı
vardır." (Ra'd Suresi 38)
"-Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana
göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin,
mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba
çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
Böylece risaletin tabiatı ve resulün yetki alanı
belirginleşmiş oluyor. Peygamber sadece bir
uyarıcıdır. Açıklamaktan, kendisine
vahyedilen gerçekleri insanlara okumaktan başka bir görevi
yoktur. Allah izin vermedikçe bir mucize gerçekleştirmesi mümkün
değildir. O bir kuldur. Allah da O'nun Rabbidir. O'na dönecektir,
O'na sığınacaktır. O, her insan gibi evlenir,
çoluk çocuk sahibi olur. İnsanlık neyi gerektiriyorsa,
hepsini yapabilen bir insandır. Yüce Allah`a yönelik kulluğunu
bütün gerekleri ile birlikte sürdürür her zaman.
İslâm inancındaki bu yalınlık, sadelik
sayesinde, peygamber ve peygamberliğin tabiatı
etrafında tasavvur edilen düşünsel boşluk ve
karanlık ortamdan beslenen bu hurafe ve efsaneler sona erdi.
Tevhid inancı bu tür şaşkın düşüncelerden
kurtarıldı. O zamanlar kiliselerin benimsediği inanç
sistemi ve çeşitli putperest inanç sistemleri, bu tür karışık
düşüncelerle dolup taşmıştı. Bu
karışık düşünceler, Hz. İsa
(a.s.)'nın getirdiği semavi inanç sistemi olan
Hristiyanlığı, otaya çıkışının
birinci yüzyılından itibaren tabiatı ve gerçek
mahiyeti bakımından putperest bir inanç sistemine
dönüştürdüler. Gerçek Hristiyanlığa göre Hz.
İsa, Allah'ın bir kuluydu ve Allah izin vermedikçe bir
mucize gösteremezdi!
Yüce Allah'ın şu sözünde yeralan apaçık gerçeği
de ele almadan bu konuyu bitirmek istemiyoruz:
"Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana
göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin
mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba
çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
Bu söz kendisine Rabbi tarafından vahiy gelen ve
insanlara bu inanç sistemini duyurmakla sorumlu tutulan Hz.
Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun söyleniyor. Özetle
şu denmek isteniyor: Bu dinin durumu O'nu ilgilendirmez. Bu
davanın sonunu tayin etmek O'nun yetkisinde değildir.
Onun görevi açıklamaktır, insanları doğru
yola iletmek değil. İnsanlara hidayet etme yetkisi tek
başına Allah'a aittir. İster yüce Allah, onun milletinin
akıbetine ilişkin olarak yönelttiği tehditlerin
bir kısmını gerçekleştirsin, ister
bunları gerçekleştirmeden önce O'nun canını
alsın farketmez... Hangisi olursa olsun, hiçbiri O'nun
görevinin mahiyetini değiştiremez. Evet O'nun görevi
duyurmaktır. Bundan sonra onları hesaba çekmek de
Allah'a aittir. Bunun dışında davetçinin tabiatına
ilişkin bir soyutlama ve görevine ilişkin bir
sınırlandırma sözkonusu değildir. O'nun görevi
belirlenmiştir. Bu davaya ilişkin her meselede ve
diğer tüm konularda karar yetkisi yüce Allah'a aittir.
Bununla Allah'ın dinine davet edenler, Allah'ın
yetkisinde olan bir şeye karşı saygılı
olmayı öğreniyorlar. Elde edilecek sonuçlar ve
gelecekte varılacak noktalar konusunda acele etmemelidirler.
İnsanların doğru yola gelmesi için acele etmek
onlara düşmez. Yüce Allah'ın doğru yolu bulanlara
ve onu yalanlayanlara ilişkin vaadinin çabucak gerçekleşmesini
istememelidirler. Şöyle dememelidirler: "Çok davet
ettik, ama az kişi bizim davetimizi kabul etti." Ya da
"uzun süre sabrettik, ama yüce Allah biz hayatta iken
zalimleri zulümlerinden dolayı
cezalandırmadı"... Onların görevleri sadece
açıklamaktır... İnsanların dünya ya da
ahiretteki hesabı ise kulların yetkisinde değildir.
İnsanların hesabını görmek yüce Allah'ın
yetkisindedir. O halde -yüce Allah'ın yetki alanına
saygılı olmanın gereği ve O'na kul
olduklarını itiraf etmenin ifadesi olarak- bu
sahayı yüce Allah'a bırakmalıdırlar: O
dilediğini ve seçtiğini yapar...
Ayrıca bu sure Mekke'de inmiştir... Bu yüzden Hz.
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- Mekke'deki görevini
"duyurma" ile sınırlandırmaktadır.
Çünkü "cihad" henüz farz kılınmamıştı.
Bundan sonra da duyurunun ardından cihad etmesi emredildi.
Bunu da bu dinin hareket metodunun tabiatı ile birlikte
değerlendirmek gerekir. Bu surede yeralan hükümler
hareketliliği öngören ve davet hareketi ile realitesi
içiçe olan hükümlerdir. Ayrıca davetin
ihtiyacını ve pratik durumu karşılayan hükümlerdir.
İşte bu nokta günümüzde, bu din hakkında
"araştırma" yapanların çoğunun
habersiz olduğu bir noktadır. Onlar sürekli "araştırma"
yapıp hiç "hareket" etmediklerinden dolayı
Kur'an hükümlerinin konumlarını ve bu dinin pratik
realitesiyle olan ilgisini kavrayamıyorlar.
Birçoğu "senin görevin mesajımızı
duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer"
gibi ayetleri okuyup davetçilerin görevlerinin duyurma ile sınırlı
olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Mesajı
duyurdular mı üzerlerine düşeni yapmışlar
demektir. Cihada gelince, vallahi bu adamların düşüncelerinde
yeri var mı yok mu? bilmiyorum!
Nitekim bu ayeti ve benzeri ayetleri okuyanların bir
kısmı da cihadı tamamen geçersiz saymıyorlar
ama, sınırlandırma getiriyorlar ve bu ayetin
Mekke'de cihadın farz kılınmasından önce indiğini
anlamıyorlar. Kur'an ayetlerinin İslâma davet hareketi
ile olan ilişkilerini kavrayamıyorlar. Bunun nedeni
onların bu dinle birlikte hareket etmemeleri, sadece onu
yerlerinde oturup sayfalar arasında okuyup incelemeleridir.
Oysa bu dini yerlerinde oturanlar kavrayamaz. Oturanların
dini değildir İslâm.
Bununla beraber, `açıklama' Hz. Peygamberin -salât ve
selâm üzerine olsun- uygulamasının temelidir. Ondan
sonra bu dine davet edenlerin her zaman uyguladıkları
bir ilkedir. Ayrıca tebliğ, cihadın ilk
aşamasıdır ve bu ilke sağlıklı bir
şekilde uygulandığı, yani ayrıntı
sayılan gerçeklerden önce bu dinin temel gerçeklerinin açıklanması
hedeflendiği zaman... Diğer bir ifade ile daha ilk
adımdan itibaren yüce Allah'ın tek ve ortaksız
ilahlığının, Rabblığının
ve egemenliğinin ilanı hedeflendiği zaman...
İnsanların sadece yüce Allah'a kulluk yapması, ona
boyun eğip ondan başkasına boyun eğmemelerini
sağlamayı amaçladığı zaman... Evet
bunları hedeflediği zaman "duyurma" hareketi
sağlıklıdır demektir. Hiç kuşkusuz
cahiliye, Allah'ın dinine davet edenleri, duyurma görevini
yerine getirenleri karşı çıkma, meydan okuma,
sonra eziyet etme ve savaş açma gibi reaksiyonlarla karşılayacaktır.
İşte o zaman cihad aşaması gündeme gelir. Bu
durum sağlıklı bir tebliğin doğal ve kaçınılmaz
sonucudur:
"Böylece her peygamberin karşısına
ayı günahkârlardan bir düşman çıkardık."
(Furkan Suresi 31)
İşte yol budur... Bunun dışında
izlenecek başka bir yol yoktur.
SEBEP SONUÇ İLİŞKİSİ
Sonra surenin içerdiği bir diğer işaret
üzerinde duruyoruz. Sure insanın niyeti ile hareketi,
eğilimi ile akıbetinin
sınırlandırılması arasındaki ilgi
konusunda kesin sözü söylüyor. İnsanın
davranışları sonucu yüce Allah'ın iradesinin
yerine geldiğini vurguluyor. Bunun yanında olup biten
her şeyin Allah'ın belirlediği özel bir kaderle
meydana geldiğini, gerçekleştiğini belirtiyor. Bu
konuya ilişkin olarak surede yeralan ayetlerin bütünü, bu
önemli sorun hakkındaki İslâmın bakış açısını
olanca niteliği ile ortaya koymaktadır.
Aşağıya alacağımız örnekler bunu
yeterince göstermektedir.
"Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe
Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bu toplumun
herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince
onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan
başka hiçbir koruyucu, kayırıcısı
yoktur." (Ra'd Suresi 11)
"Rabblerinin çağrısına olumlu cevap
verenlere karşılıkların en güzeli verir.
O'nun çağrısına olumlu karşılık
vermeyenlere gelince, eğer dünyada bulunan her şey, bir
kat fazlası ile ellerinde olsa, bütün bunları
kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. Böylelerini kötü bir
hesaplaşma işlemi bekliyor, varacakları yer ce hennemdir;
orası ne fena bir barınaktır." (Ra'd Suresi
18)
"...Onlara de ki; "Allah, dilediğini
saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola
iletir."
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı
anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak
Allah'ı anmakla huzura erebilir." (Ra'd Suresi 27)
"...Dilese, Allah'ın bütün insanları doğru
yola ileteceğini, mü'minler hala kesinlikle anlamadılar
mı? (Ra'd Suresi 31)
"... Aslında
kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici
göründü de doğru yoldan saptırıldılar.
Allah'ın saptırdığını hiç kimse doğru
yola iletemez. (Ra'd Suresi 33)
Bu ayetlerin ilkinden açıkça anlaşılıyor
ki, bir toplum durumunu değiştirmeye ilişkin yüce
Allah'ın iradesi, yine bu toplumun kendi hareketleri niyet ve
eylemlerinde yaptıkları pratik ve bilinçli değişiklikler
doğrultusunda devreye giriyor, fonksiyonunu yerine getiriyor.
Bu toplumun niyet ve eylem olarak sahip olduğu şeyi
değiştirdiği zaman yüce Allah, onların kendi
kendilerine yaptıkları değişiklik
doğrultusunda durumlarını değiştirir.
Eğer durumları yüce Allah'ın onlara kötülük
dilemesini öngörüyorsa, bu dileme gerçekleşir ve hiç
kimse bunu engelleyemez. Hiçbir şey onları Allah'a
karşı koruyamaz. O'nun dışında bir dost;
bir yardımcı da bulamazlar.
Fakat, eğer onlar Rabblerinin çağrısına
olumlu karşılık verirlerse ve bu olumlu
yaklaşım doğrultusunda kendi kendilerini
değiştirirlerse, yüce Allah, onlara iyilik dileyecek ve
bu iyiliği onların lehinde dünya hayatında ya da
ahirette veya her ikisinde gerçekleştirecekti. Rabblerinin
çağrısına olumlu karşılık
vermediklerinde ise, onlar hakkında kötülük dileyecek,
dolayısıyla kötü bir cezayı hakedeceklerdir. Onun
çağrısına olumlu karşılık vermeyen
kişiler olarak hesap verme günü, O'nun huzuruna
geldiklerinde hiçbir şey onları bu kötü akıbetten
kurtaramayacaktır.
İkinci ayetten de açıkça anlaşılıyor
ki, insanların yüce Allah'ın çağrısına
olumlu ya da olumsuz karşılık vermeleri
onların niyet ve eylemleriyle doğrudan
bağlantılıdır. Yüce Allah'ın onlara
ilişkin iradesi onların bu niyetleri ve eylemleri
doğrultusunda gerçekleşir.
Üçüncü ayete gelince; ayetin baş tarafı, yüce
Allah'ın dilediği kimseyi saptırmada özgür
iradeye sahip olduğunu vurgulamaktadır. Ayetin
devamında ise; "Allah kendisine yöneleni doğru
yola eriştirir" deniliyor. Böylece yüce Allah'ın
kendisine yönelen kimse için hidayete erdirmeyi takdir ettiği
gerçeği ortaya çıkıyor. Bu da gösteriyor ki,
yüce Allah kendisine yönelmeyeni, çağrısına
olumlu karşılık vermeyeni saptırır.
Dolayısıyla kendisine yönelip olumlu karşılık
vereni saptırmaz. Bu gerçek yüce Allah'ın şu
ayette yeralan vaadine uygun düşmektedir: "Bizim
uğrumuzda çaba sarfedenleri yollarımıza
iletiriz." (Ankebut Suresi 69) Bu münasebetle şu
hidayetle şu sapıklık yüce Allah'ın kullara
ilişkin iradesinin sonucudur. Bu irade de kulların kendi
kendilerine yaptıkları değişiklik ile
Allah'ın çağrısına olumlu
karşılık verme ya da karşı çıkma
niyetleri doğrultusunda devreye girer.
Dördüncü ayet, şayet yüce Allah dileseydi bütün
insanları doğru yola iletebilirdi gerçeğini
vurgulamaktadır. Bu ayetlerin tümünün
ışığında şu anlama geldiği
ortaya çıkmaktadır: Şayet yüce Allah dileseydi
bütün insanları sadece doğru yolu bulma
yeteneğine sahip kimseler olarak yaratırdı. Ya da
onları doğru yola girmeye zorlardı. Ne var ki, yüce
Allah onları şimdi olduğu gibi hem doğru, hem
de eğri yola yönelebilme yeteneğine sahip kimseler
olarak yaratmış, bundan sonra da onları doğru
yola girmeye ya da eğri yola girmeye
zorlamamıştır. (Yüce Allah böyle yapmaktan uzaktır,
yücedir) Sadece onlara ilişkin iradesini, onların
doğru yolun kanıtlarına, imanın
işaretlerine karşı olumlu ya da olumsuz
yaklaşımları doğrultusunda yürürlüğe
koymuştur.
Beşinci ayet, kâfirlerin İslâm ve müslümanlara
karşı kurdukları tuzakların kendilerine
hoş göründüğünü ve bu yüzden doğru yola
girmekten alı konduklarını ifade etmektedir. Bu ve
benzeri ayetleri tek başına ele almak insanları,
İslâm düşünce tarihinde cebir (zorlama) ve ihtiyar
(özgür seçim) sorunu etrafında bilenen
tartışmalara sürüklemiştir. Oysa bu ve benzeri
ayetleri, Kur'an'ın bütünü içerisinde ele almak, insana
kapsamlı bir düşünce kazandırmaktadır. Buna
göre, bu hoş görünme ve doğru yoldan alıkonma kâfir
olmaktan ve Allah'ın çağrısına olumlu
karşılık vermemekten kaynaklanmaktadır. Yani kâfirlerin
yüce Allah'ın kendileri aleyhinde
yaptıklarını, süslü göstermeyi ve doğru
yoldan. alıkoymayı irade etmesini gerektirecek
şekilde, kendi kendilerine yaptıkları
değişiklikten kaynaklanmaktadır.
Konunun iyice anlaşılması için vurgulanması
gereken son bir şey daha kalıyor... Bu konu
etrafında bütün mezheplerde, düşünce akımlarında
birçok tartışmalar olmuştur... Bu mesele
şudur: İnsanların kendilerine ilişkin
besledikleri niyetler bizzat sonuçları doğurmaz.
Çünkü sonuçlar ancak yüce Allah'ın takdiriyle meydana
gelen olaylardır. Evrende olup biten her şey ancak yüce
Allah'ın belirlediği özel bir kader uyarınca
meydana gelmekte, olup bitmektedir.
O'nun isteği ile gerçekleşmekte, O'nun iradesiyle
tamamlanmaktadır. "Kuşkusuz biz her şeyi
bir plan uyarınca yaratmışız." (Kamer
Suresi 49) Evren düzeninde mekaniklik yoktur. Bizzat
sonuçları vareden sebeplerin kaçınılmazlığı
sözkonusu değildir. Çünkü sebep de sonuç gibi belli bir
kader uyarınca yaratılmış şeylerdir.
İnsan niyetinin kendi kendine bütün yapabildiği, ilahi
iradenin bu niyet uyarınca gerçekleşmesini
sağlamasıdır. Fakat bu iradenin yürürlüğe
girmesi ve meydana getirdiği pratik sonuçları, olup
biten her şeyi kapsayan Allah'ın kaderi
doğrultusunda gerçekleşmektedir. "Her şey
O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır."
(Ra'd Suresi 8)
Bu düşünce -surenin akışı içinde ayeti
ele alırken de değindiğimiz gibi- insan denen
varlığın tüm evren düzeni içindeki üstünlüğünü,
şerefini arttırdığı gibi, omuzlarına
yüklenen sorumluluğun büyüklüğünü de arttırmaktadır.
Çünkü bütün yaratıklar içerisinde, yüce Allah'ın
iradesinin kendi niyeti ve eylemi doğrultusunda gerçekleşmesini
hakeden sadece insandır. Ne büyük sorumluluk!.. Ve tabii ne
büyük onur!..
BOZULMAMIŞ FITRAT
Ayrıca bu sure, küfrün ve bu dinin getirdiği gerçeği
kabul etmemenin; insan bünyesinin bozulmuşluğunu,
insanın bünyesinde yeralan fıtri alıcı
cihazların işlevsiz hale gelişini ve insan
tabiatının çürüyüp dengesiz bir hale geldiğini
açıkça ifade etmektedir. Çünkü dengeli olduğu,
silik bir karakter arzetmediği, devre dışı
bırakılmadığı ve dejenere
olmadığı taktirde kendisine bu gerçek sunulduğunda,
Kur'an'ın yönteminde olduğu gibi açıklandığında,
iman edip müslüman olmak suretiyle bu gerçeğe olumlu
karşılık vermeyecek bir insan fıtratı sözkonusu
değildir. İnsan fıtratı bu gerçeğe
yatkın bir tabiata sahiptir. Şayet insan
fıtratı bu gerçeği kabullenmekten
alıkonuyorsa bu, kişinin yakalandığı bir
hastalıktan dolayıdır. Bu yüzden kişi,
kendisi için hidayetten başkasını seçmektedir. Bu
hastalık insanın sapıklığı
haketmesine, sonuçta da azaba uğramasına neden
olmaktadır. Nitekim yüce Allah bir başka surede şöyle
buyurmaktadır:
"Dünyadaki haksız yere büyüklük taslayanları
ayetlerimden uzak düşüreceğim. Onlar görecekleri
hiçbir ayete inanmazlar, eğer doğru yolu görseler de o
yola girmezler. Fakat sapık yolu görünce hemen ona
koyulurlar. Bunun sebebi onların ayetlerimizi
yalanlamaları, umursamamalarıdır." (A'raf
Suresi 146)
Bu surede, küfrün özelliğini gözler önüne seren,
inkâr etmenin körlük ve basiretin kapanması olduğunu
vurgulayan benzeri ayetler çokça yeralmaktadır. Surede
yeralan bu ayetler, doğru yolda olmanın, hidayete
ermenin insan bünyesinin bu körlük hastalığından
uzak olduğunu, içindeki algılama yeteneklerinin
sağlıklı olduğunu gösterdiğini de
vurgulamaktadır. Yine bu ayetler bu evrenin safhalarında
düşünenler, aklını kullananlar için gerçeği
gözler önüne seren sayısız kanıt
bulunduğunu ifade etmektedir.
"Rabbim tarafından sana indirilen mesajın gerçek
olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? Ancak sağduyu
sahipleri öğüt alırlar."
"Onlar Allah'a verdikleri sözü tutarlar, anlaşmalarını
bozmazlar." "Yine onlar, Allah'ın sürdürülmesini
emrettiği ilişkileri sürdürürler, Rabblerinden
korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler."
"Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak
amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine
verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır
yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar.
İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan
mutlu akıbet onları bekliyor." (Ra'd Suresi 19-22)
"Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut
bir mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki;
"Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni
doğru yola iletir."
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı
anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak
Allah'ı anmakla huzura erebilirler."
"İman edip iyi ameller işleyenlere ne mutlu,
onları güzel bir gelecek beklemektedir." (Ra'd Suresi
27-29)
"O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü
dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün
bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine
örter. Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için
ibret dersleri vardır."
"Yeryüzünde birbirine bitişik, farklı
yapıda toprak parçaları; üzüm bağları,
ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları
vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri
arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda
aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır."
(Ra'd Suresi 3-4)
Yüce Allah'ın şahitliği ile gerçeğe
olumlu karşılık vermeyenlerin körler oldukları
vurgulanmış oluyor. Buna göre onlar düşünmüyorlar,
akıllarını kullanmıyorlar. Yüce Allah tarafından
gönderilen gerçek içerikli mesaja olumlu karşılık
verenler ise, yine Allah'ın şahitliği ile akıl
sahipleridirler. Onların kalpleri Allah'ı anmakla huzura
kavuşur. Kalpleri bu gerçeği hemen tanır. Daha
önce fıtratın derinliklerinden kabul etmeye yatkın
olduğu bu gerçekle hemen ilgi kurar, durulur, böylece
huzura kavuşur.
İnsan yüce Allah'ın bu sözünün kanıtlarını
Allah'ın dininin içerdiği ve Allah'ın peygamberi
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- eksiksiz
şekliyle getirdiği gerçekten yüz çevirenlerle karşılaştıkça
görüyor. Bunlar hastalıklı, sağlıksız,
dejenere olmuş nesillerdir. Olsa olsa bünyeleri en önemli
faktörünü yitirmiş, bu yüzden çevresindeki varlık bütününün
yüklendiği mesajı algılamayan kimselerdir bunlar.
Çevrelerinde yeralan varlık bütünü, Rabbini hamdederek
tesbih ettiğinin; O'nun birliğini, gücünü, plan ve
takdirini ifade ettiğinin farkında değildirler.
Bu gerçeğe inanmayanların yüce Allah'ın
şahitliği ile kör oldukları kesinleştikten
sonra, Allah'ın peygamberine inandığını
ve bu Kur'an'ın Allah katından vahyedildiğine iman
ettiğini iddia eden bir müslümanın hayatla ilgili
herhangi bir meselede bu körlere başvurması olacak
iş değildir. Özellikle bu başvuru, insan
hayatına hükmeden sosyal düzenle ya da insan hayatına
dayanan değer yargıları ve ölçülerle veya
toplumu şekillendiren gelenekler, örfler, töreler,
görenekler, davranış biçimleri ve hayat kurallarıyla
ilgili olunca...
İslam dışı bütün düşüncelere karşı
topyekün tavrımız bundan ibarettir. Elbette pozitif
bilimler ve bunların pratik uygulamaları bu genellemenin
dışındadır. Nitekim Allah'ın elçisi
-salât ve selâm üzerine olsun- bu gerçeği şu
şekilde işaret etmektedir: "Dünyanızın
işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz." O halde yüce
Allah'ın yol göstericiliğini bilen, Allah'ın
peygamberinin getirdiği bu gerçeği anlayan bir müslümanın
yol göstericiliğini onaylamayan ve bunun gerçek olduğunu
bilmeyen birine bir öğrenci gibi bir şeyler öğrenmek
üzere başvurması kesinlikle mümkün değildir.
Çünkü, bu Allah'ın şahitliği ile kördür ve bir
müslüman Allah'ın şahitliğini reddedemez. Böyle
yaparsa müslüman olduğunu iddia edemez.
Hiç kuşkusuz bu dini ciddiye almalıyız.
Direktiflerine kesin gözüyle bakmalıyız. Bu tür
meselelerde beliren en ufak bir ciddiyetsizlik, cıvıklık,
inancın ciddiyetsizliğini,
cıvıklığını gösterir. Eğer yüce
Allah'ın şahitliği reddedilmiyorsa, mesele bu
şekilde algılanmalıdır. Bu şekildeki
durum apaçık küfürdür çünkü.
En garip olanı da, günümüzde birtakım
insanların müslüman olduklarını iddia etmeleri,
sonra da hayat sistemlerini, yüce Allah'ın haklarında
"bunlar kördür" dediği bu veya şu
kimselerden edinmeleri, buna rağmen de kendilerinin müslüman
olduklarını iddia etmeye devam etmeleridir.
Bu din ciddi bir dindir. Cıvıklığa,
kaypaklığa tahammül edemez. Tüm hükümleri kesindir
ve ciddiyetsizlik kabul etmez. Her hükmü ve her kelimesi gerçeğin
ta kendisidir.
Kendisinde bu ciddiyeti, bu kararlılığı ve
bu sağlamlığı bulamayan biriyle bu dinin hiçbir
ilgisi yoktur. Ve yüce Allah'ın alemlere ihtiyacı
yoktur.
Cahiliyeye göre şekillenen insan hayatının
realitesi müslümanın duygularına baskı
yapıp, onu, hayat sistemi için cahiliyeye başvurmaya
zorlamamalıdır. Hz. Muhammed'in -salât ve selâm
üzerine olsun- getirdiği dinin gerçek olduğunu ve
bunun gerçek olduğunu bilmeyen birinin "kör" olduğunu
bildiği halde bu köre uymamalıdır. Yüce Allah'ın
şahitliğine rağmen herhangi bir konuda ona
başvurmamalıdır.
HAYATI YÖNLENDİREN GERÇEK
Sözü bağlarken bu surenin zihinlere
yerleştirdiği ve bu dinin yapısında önemli
bir yol tutan son bir işaret önünde duruyoruz.
Kuşkusuz şu yeryüzünde insanlık hayatında
başgösteren fesatla, yüce Allah'ın insanları
iyiye, güzele, doğruya iletmek için gönderdiği gerçeği
görmeme arasında sıkı bir ilişki vardır.
Çünkü yüce Allah'ın fıtratla yaptığı
sözleşmeye olumlu karşılık vermeyenler ve gerçek
olduğunu bildikleri halde onun katından gelen hak dini
kabul etmeyenler, evet yeryüzünde bozgun çıkaranlar
bunlardır. Ama Allah katından gelenin gerçek olduğunu
bilenler ve O'na olumlu karşılık verenler yeryüzünü
ıslah edip hayatlarını tertemiz kılan
kimselerdir.
"Rabbin tarafından sana indirilen mesajın gerçek
olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? Ancak sağduyu
sahipleri öğüt alırlar."
"Onlar Allah'a verdikleri sözü tutarlar, anlaşmalarını
bozmazlar."
"Yine onlar, Allah'ın sürdürülmesini emrettiğini
sürdürürler, Rabblerin den korkarlar ve kötü hesaplaşmadan
ürkerler."
"Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak
amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine
verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır
yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar..
İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan
mutlu akıbet onları bekliyor." (Ra'd Suresi 19-22)
"Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir
taahhüt haline getirdikten sonra bozanlara, Allah'ın sürdürülmesini
emréttiği ilişkileri kesenlere ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranlara gelince onlara lânet vardır ve
dünyayı izleyecek olan kötü akıbet kendilerini
beklemektedir." (Ra'd Suresi 25)
İnsanlığın, yönetimin önderliğini
Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen kitabın
gerçek olduğunu bilen, dolayısı ile yüce Allah'ın
insan fıtratından, Adem ve zürriyetinden, sadece
kendisine kulluk yapacaklarına, onun egemenliğine
gireceklerine, hiçbir konuda ondan başkasına
başvurmayacaklarına sadece onun emir ve yasaklarına
uyacaklarına ilişkin olarak aldığı söze
bağlı kalan, bu yüzden yüce Allah'ın sürdürülmesini
emrettiği ilişkileri sürdüren, Rabblerinden korkan ve
O'nun yasakladığı ve öfkelendiği bir
şeyi işlemekten çekinen, hesap gününde kötü bir akıbetten
korkan, her davranışlarında her
yaptıklarında ahireti hesaba katan, dosdoğru
olmanın gerektirdiği tüm yükümlülükleri ile
birlikte Allah'la yapılan bu sözleşmeye eksiksiz uymada
sabır gösteren, namazı kılan, yüce Allah'ın
kendilerine rızık olarak verdiği şeylerin bir
kısmını gizli-açık Allah yolunda ihtiyaç
sahiplerine veren, yeryüzünde iyiliği ve
doğruluğu egemen kılmakla kötülüğü, fesadı
bertaraf eden basiretli akıl sahipleri ele almadıkça,
insanlık hayatı ıslah olmaz.
İnsanlığın dünya üzerindeki hayatı,
sadece Allah'ın yol göstericiliğine göre hareket eden
hayatı O'nun sistemi ve yol göstericiliği
doğrultusunda şekillendiren bunun gibi basiretli bir
önderliğin yönteminde ancak ıslah olur. Bu hayat, kör
sapıkların yönetiminde ıslah olmaz. Sadece Hz.
Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilenin gerçek
olduğunu bilmeyen, bu yüzden yüce Allah'ın salih
kulları için hoşnut olduğu sistemin
dışındaki sistemlere uyan bu adamların yönetiminde
insana yakışır, sağlıklı bir hayat sürdürmek
mümkün değildir. İnsan hayatı feodalizmle,
kapitalizmle ıslah olmadığı gibi, komünizmle,
bilimsel sosyalizmle de ıslah olmaz. Bunların tümü de
Hz. Muhammed'e salât ve selâm üzerine olsun- indirilenin
gerçek olduğunu bilmeyen körlerin ortaya koyduğu
sistemlerdir. Evet sadece Hz. Muhammed'e -salât ve selâm
üzerine olsun- indirilen sistem gerçektir ve bu sistemden
vazgeçmek ya da bu sistemi değiştirmek doğru
değildir. İnsanlık hayatı diktatörlük ya da
demokrasi yönetimleri ile normal ve düzenli şekilde sürmeyeceği
gibi, teokrasi idaresi ile de normal ve düzenli şekilde
yoluna devam etmez. Bunlar, körlerin, ortaya koyduğu
sistemler olmaları bakımından aynıdırlar.
Allah'ı bir yana bırakıp kendi
Rabblıklarını ilan eden sapık körlerin koyduğu
sistemlerdir bunlar. Bu sistemlerdeki yönetim ve hayat metodunu
belirleyen bu körlerdir. Bunlar yüce Allah'ın izni
olmaksızın insanlar için kanunlar koyarlar.
İnsanlar da konulan bu kanunlara kulluk ederler. Böylece
Allah'dan başkasının dinine girmişlerdir.
Kur'an ayetine dayanarak yaptığımız bu açıklamanın
kanıtı, yirminci yüzyılın cahiliyesinde tüm
yeryüzünü kaplayan azgın fesattır. Yeryüzünün doğusunda,
batısında zavallı insanlığı
kıskacına alan uğursuz bedbahtlıktır. Bu
açıdan feodalist ve kapitalist rejimlerle komünist ve
bilimsel sosyalist rejimler arasında fark yoktur. Yönetim
biçiminin diktatörlük ya da demokrasi olması farketmiyor.
Bu rejimlerin ve yönetim biçimlerinin tümü de insanlığa
fesat, çöküntü, mutsuzluk ve bunalım getirmekle
eşittirler. Çünkü tümü de sadece yüce Allah tarafından
Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen dinin
gerçek olduğunu bilmeyen, yüce Allah'la yapılan
fıtri sözleşmeye ve O'nun şeriatına
bağlı kalmayan, hayatlarında Allah'ın
sistemine ve yol göstericiliğine uymayan kör sapıkların
ürünü olmak bakımından birbirlerinden
farksızdırlar.
Müslüman -Allah'a olan inancından ve Hz. Muhammed'e
indirilen kitabın gerçek olduğunu bildiğinden-
Allah'ın sisteminin dışındaki tüm sistemleri,
bütün toplumsal ya da ekonomik ideolojileri, yüce Allah'ın
koyduğu ve kullarından salih olanların uyması
için hoşnut olduğu biricik sistemin, mezhebin ve
şeriatın dışındaki tüm siyasal rejimleri
elinin tersi ile iter, onları reddeder.
Allah'ın koyduğu sistemin dışında
herhangi bir rejimin ya da hükmün veya sistemin yasallığını
sadece tanımak bile insanı Allah'a teslim olmanın
sınırlarının dışına çıkarır.
Allah'a teslim olmak başkasının değil, sadece
O'nun dininin yönetimine girmektir, hükümranlığı
tek başına Allah'a özgü kılmaktır...
Bu tanıma eylemi İslâmın temel
anlamının zorunluluğuna karşıt
olmasının ötesinde de bizzat yeryüzündeki halifelik
görevini kör sapıklara teslim etmek anlamına
gelmektedir. Ona söz verdikten sonra Allah'ın ahdini ihlal
eden Allah'ın sürdürmesini emrettiği ilişkileri
kesip koparan ve yeryüzünde fesat çıkaran kör sapıkların
yeryüzündeki egemenliklerini tanımak demektir. Çünkü
yeryüzündeki fesat tamamıyle körlerin önderliği ile
bağlantılıdır.
İnsanlık, tüm tarihi boyunca hep mutsuz yaşamıştır.
Kör sapıkların önderliğindeki değişik
sistemlerin, rejimlerin ve kanunların arasında
bocalayıp durmuştur. Asırlar boyu filozof, düşünür,
kanun koyucu ve politikacı kılığına bürünmüş,
bu kör sapıkların elinde oyuncak haline gelmiştir.
Hiçbir zaman mutluluğu yakalayamamıştır.
İnsanlık bakımından hiçbir ilerleme
kaydetmemiştir.
Ve asla yüce Allah'ın yeryüzündeki halifesi olacak
dereceye gelmemiştir. Ama insanların ilahi sistemin gölgesinde
yaşadıkları, her bakımdan dengeli hayat
metodunun egemen olduğu dönemler bu genellemenin dışındadır.
Bunlar surede ön plana çıkan bazı
işaretlerdir. Elimizden geldiğince açıklamaya çalıştık
bu işaretleri. Ama onları tümüyle ele aldığımızı
söyleyemeyiz, sadece kısaca değindik.
Bize bu gerçekleri gösteren Allah'a hamdolsun. Eğer O
bize bu gerçekleri göstermemiş olsaydı, hiç kuşkusuz
biz bu gerçekleri göremeyecektik.
RA'D SURESİNİN SONU
|
|
O |
|
O |
|