O halde herkes kendisini koruyan, kendisine egemen olan,
kontrol eden, gözeten, kazandıkları şeylerden
dolayı hesaba çeken birinin olduğunu tasavvur etsin...
Peki kimdir bu? Yüce Allah'dır. Kim böyle bir tablo karşısında
titremez ki? Üstelik gerçektir de. Kur'an'ın ifade
tarzı insanın kavrama yeteneğinin
algılayacağı şekilde
somutlaştırmaktadır tabloyu. Çünkü insan soyut
şeylerden çok, somut şeylerden etkilenir.
Peki bu diğeri ile bir midir? Sonra kalkıp Allah'a
ortaklar koşuyorlar? İşte bu noktada,
seyrettiğimiz bu dehşet verici sahnenin gölgesinde
onların davranışları son derece çirkin ve
tuhaf olarak belirmektedir.
"Müşrikler Allah'a birtakım ortaklar
koştular."
Yüce Allah herkesin kazandığını gözetlemektedir.
Hiçbir şey O'ndan kaçmaz, kaybolmaz.
"Onlara de ki; "Bunların adlarını söyleyiniz,
niteliklerini belirtiniz."
Çünkü onlar tanınmayan, bilinmeyen şeylerdir. Ama
isimleri vardır onların. Ne var ki, Kur'an'ın ifade
tarzı burada onları adı sanı bilinmeyen
yabancılar konumuna indirgemektedir.
"Yoksa Allah'a, O'nun yeryüzünde bilmediği bir
şeyin haberini mi veriyorsunuz?"
Ne kadar ince bir olay!.. Yoksa siz insan olarak Allah'ın
bilmediğini mi biliyorsunuz? Yeryüzünde birtakım
ilahlar bulunduğunu biliyorsunuz da bu Allah'ın
bilgisinin dışında mı kaldı? Bu düşünmeye
bile cesaret edemeyecekleri bir iddiadır. Ama bu iddiayı
davranışları ile dile getirmektedirler. Yüce Allah
kendisinden başka ilah olmadığını söylerken,
onlar böyle tanrıların varlığından söz
etmektedirler. Oysa yüce Allah bu iddiayı reddetmiştir.
"Yoksa kuru sözler ile mi oyalanıyorsunuz?"
Sahte tanrıların varlığını hiçbir
anlam ifade etmeyen yüzeysel boş sözlerle mi iddia
ediyorsunuz? İlahlık sorunu insanların kuru sözlerle
ele alacakları basit ve önemsiz bir sorun mudur?
Bu ince alay kesin ve kararlı bir açıklama ile son
buluyor:
"Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları
çekici göründü de doğru yoldan
saptırıldılar. Allah'ın
saptırdığını hiç kimse doğru yola
iletemez."
O halde mesele şudur: Bu adamlar kâfir olup imanın
kanıtlarını görmezlikten geldikleri ve kendilerini
bu kanıtlardan uzak tuttukları için Allah'ın
yasasının kendilerinin aleyhinde işlemesini
haketmişlerdir. Böylece nefisleri kendilerinin doğru
yolda olduğunu gösterdi. Hak davası aleyhine
kurdukları tuzakların, düzenledikleri komploların,
iyi şeyler, güzel şeyler olduğunu gösterdi.
Bütün bunlar onları doğru ve güvenilir yoldan alıkoydu.
Sapıklık yolunu tuttuğu için ilahî yasanın
sapıklığına hükmettiği bîrisini, hiç
kimse doğru yola iletemez. Çünkü, kulların
aleyhindeki sebepler gerçekleştikten sonra hiç kimse ilahî
yasanın işlemesini engelleyemez.
Ve bu, tersyüz olmuş, dejenere olmuş kalplerin
doğal akıbeti, azaptır:
"Onlara dünya hayatında azap vardır."
Şayet başlarına bir felaket gelmişse,
eğer yurtlarına yakın bir yere felaket isabet
etmişse bu korkutma, sıkıntıya uğratma ve
uyarıda bulunma amacına yöneliktir. Yoksa kalbin imanın
tadından, sevecenliğinden yoksun olması
azaptır. Kalbin imanın verdiği huzur
olmaksızın bir kararda duramaması,
şaşkınlığı azaptır. Ve
olayların gerisindeki büyük hikmeti algılamaksızın
olaylarla karşı karşıya kalmak bir
azaptır...
"Fakat ahiret azabı daha ağırdır."
Ayeti kerime, azabı sınırsız olarak
tasavvur edip, hayal etmeleri için azabın niteliğini
belirtmeden genel bir ifade kullanıyor.
"Onları Allah'ın elinden hiç kimse kurtaramaz."
Onları Allah'ın cezasından ve
yakalayışından kurtaracak kimse de yoktur. Onlar yüce
Allah'ın başlarına indireceği azaba
karşı korumasız kalmışlardır...
Öte tarafta Allah'a karşı koruyacak kimsesi
bulunmayanların karşısında da