O |
Ra´d
|
O |
|
27- Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir
mucize,indirilseydi ya " derler. Onlara de ki; "Allah,
dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru
yola iletir. "
28- Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı
anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak
Allah'ı anmakla huzura erebilirler.
29- İman edip iyi ameller işleyenlere ne mutlu,
onları güzel bir gelecek beklemektedir.
30- Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine
okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan
önce birçok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar rahmeti bol
olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki; "Benim
Rabbim O'dur, O'ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O'na
dayandım, dönüş O'nadır. "
31- Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün
parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi
sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur'an olurdu. Fakat tüm
yetki Allah'ın tekelindedir. Dilese, Allah'ın bütün
insanları doğru yola ileteceğini, mü'minler halâ
kesinlikle anlamadılar mı? İşledikleri kötülükler
yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak
belâlar gelir, ya da bu belâlar yurtlarının
yakınına iner. Sonunda Allah'ın verdiği söz
gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz.
32- Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi.
Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına
yapıştım. O zaman azabım nice oldu?
Onların olağanüstü bir mucize istemelerine,
mucizelerin insanları inanmaya yöneltemeyeceği
şeklinde cevap verilmektedir. Çünkü ruhların
derinliklerinde imana yöneltici etkenler vardır. Bu
etkenlerin sonucu iman olayı gerçekleşir:
"Onlara de ki; "Allah, dilediğini
saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir."
Yüce Allah kendisine yöneleni doğru yola iletir.
Onların yüce Allah'ın yol göstericiliğini,
hidayetini haketmelerinin nedeni O'na yönelmeleridir. Bundan da
anlaşılıyor ki, Allah'a yönelmeyenler, sapıklığı
hakettikleri için yüce Allah'ın
saptırdığı kimselerdir. Bu, kalbin doğru
yolu bulma yeteneğine sahip olmasıdır. Hidayete açık
olması, onu istemesidir. Doğru yolu bulma, hidayeti elde
etme çabası içinde olmayan kalpler ise, hidayetten uzak
kalplerdir...
GERÇEK HUZURUN TASVİRİ
Sonra mü'min gönüllerin sempatik ve şeffaf bir
tabloları çiziliyor. Huzurun, yakınlığın,
sevecenliğin ve esenliğin egemen olduğu bir
atmosferde beliriyor bu tablo.
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı
anmakla huzura kavuşur.
Allah'a bağlı olduklarının, O'nun
yakınında bulunduklarının, O'nun yanında
ve himayesinde güvencede olduklarını hissetmekle huzura
kavuşmuşlardır. Yaradılışın,
eşya ve olayların başlangıcının ve
sonucunun hikmetini kavramak sureti ile
yalnızlığın sıkıntısından
kurtulmuşlar, yollarını
şaşırmayacaklarının güvencesi
içindedirler. Her türlü saldırı ve zarar
girişiminden korunacaklarını bilmekle huzura
kavuşmuştur. Tüm bu girişimlerin ancak yüce
Allah'ın dilediği kimseleri etkileyeceğini bilirler
çünkü. Bununla beraber sınanmaktan hoşnutturlar,
belalara karşı sabırlıdırlar. Yüce
Allah'ın kendilerini doğru yola iletmekle,
rızıklarını vermekle, dünya ve ahirette barındırmakla
kendilerine merhamet ettiğinin bilincinde oldukları için
huzurludurlar.
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla
huzura erebilir.
Allah'ı anmakla mü'min kalplerde gerçekleşen bu
huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. İmanın
tadına varan ve Allah'a bağlanan gönüller bilir bu
duyguyu. Bu duyguyu bilirler ama bunu, bu duygudan habersiz
olanlara sözcükler aracılığıyla aktaramazlar.
Çünkü bu duyguyu sözcüklerle ifade etmek mümkün değildir.
Bu, kalbi bürüyen, onu dinlendiren, neşelendiren,
yumuşatan, rahatlatan, kendini güvencede hissetmesini sağlayan
ve esenlik bahşeden bir duygudur. Kalp, varlık aleminde
tek başına, yapayalnız
olmadığını anlar. Çünkü çevresindeki her
şey himayesinde bulunduğu yüce Allah'ın eseridir...
Şu yeryüzünde, Allah'a yakınlıktan doğan
huzurdan yoksun olandan daha bedbaht birisi olamaz. Çevresindeki
evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde dolaşan
birinden daha mutsuz, dàha zavallı birisi olabilir mi?
Çünkü o, şu evrenin yaratıcısı olan yüce
Allah adına, kendisini çevresinde yer alan varlık
alemine bağlayan sağlam kulptan kopmuştur. Şu
yeryüzüne niçin geldiğini? Neden gideceğini? ve
hayatta katlandığı şeylere neden
katlandığını'. bilmeyen birisi kadar mutsuz,
bedbaht kimse olamaz. Çevresinde yeralan her şeyden ürken,
sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi,
bedbahtlığın girdabında yüzmektedir. Çünkü
kendisi ile diğer varlıkları birbirine
bağlayan gizli bağdan habersizdir. Hayır,
hayır, ıssız çöllerde, tek başına,
yapayalnız kimsesiz olarak yol kateden birisinden daha mutsuz,
daha bedbaht birisi olamaz. Arkadaşsız, kılavuzsuz,
yardımcısız, tek başına mücadele etmek
zorundadır.
Yüce Allah'a dayanılmadığı, O'nun himayesi
ile güvencede olunmadığı sürece dayanılamayacak
çok anlar yaşanır hayatta. Büyük bir güce, dayanıklılığa,
salamlığa ve hazırlığa sahip olmak fayda
etmez böyle durumlarda. Hayatta öyle anlar olur ki, tüm bunları
silip süpürür. Ortalığı kasıp kavuran böylesi
zorluklara Allah'a sığınmak suretiyle huzur bulan,
kendini güvencede hisseden birinden başkası dayanamaz.
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla
huzura erebilir.
Şu Allah'a sığınanlar, O'nu anmakla huzura
kavuşanlar... Yüce Allah onların katındaki
yerlerini de güzelleştirmiştir. Çünkü onlar Allah'a
sığınmakla güzel davranmışlar, dünya
hayatında güzel işler yapmışlardır.
"İman edip iyi ameller isteyenlere ne mutlu!
Onları güzel bir gelecek beklemektedir."
Ayette geçen Tûba = kelimesi `Tabe' fiilinden gelir ve `Kubra
=' veznindedir. Övgü ve yüceltme için kullanılır. Dünya
hayatında yöneldikleri yüce Allah'ın katında güzel
bir dönüş yeri vardır onlar için.
Fakat mucize gösterilmesini isteyen ve imanın
verdiği huzuru hissetmeyenlere gelince, onlar büyük bir sıkıntı
içinde oldukları için mucizeler, olağanüstülükler
istemektedirler. Üstelik sen kavmine böyle bir çağrı
ile gelen ilk peygamber değilsin ki, bu olayı
yadırgasınlar. Hiç kuşkusuz onlardan önce birçok
ümmetler ve peygamberler gelip geçmiştir. O halde onlar kâfir
oluyorlarsa, sen hareket metodunu izle ve Allah'a dayanıp güven.
"Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı
kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik
ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir.
Onlar rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar.
Onlara de ki; "Benim Rabbim O dur. O'ndan başka ilah
yoktur, ben yalnız O'na dayandım, dönüş
O'nadır." Onların
Rahmanı inkâr etmesi şaşılacak bir
şeydir. Sonsuz merhamet sahibi, zikri ile kalplerin huzur
bulduğu, büyük rahmeti sayesinde neşelendiği yüce
Allah'ı inkâr etmeleri hayret vericidir. Sana vahyettiğimiz
ayetleri onlara okumandan başka bir şey yapman gerekmez.
Biz bunun için gönderdik seni. Seni inkâr ediyorlarsa, sadece
Allah'a güvenip dayandığını, O'na tevbe edip
sığındığını, O'ndan başka
hiç kimseye yönelmeyeceğini açıkça duyur.
Biz sadece onlara bu Kur'an'ı okuman için gönderdik
seni. Bu eşsiz Kur'an'ı... Şayet bu Kur'an'dan
dağları yerinden sökmek, yeri yarmak veya ölüleri
konuşturmak istenseydi, hiç kuşkusuz bu olağanüstülükleri
bu mucizeleri gerçekleştirecek özelliklere, etkenlére
sahipti. Ne var ki, Kur'an sorumluluk sahibi canlılara hitap
etmek için gelmiştir. Onlar da olumlu
karşılık vermiyorlarsa mü'minlerin onlardan ümit
kesmeleri ve yüce Allah'ın gerçeği yalan sayanlara
ilişkin va'dinin gerçekleşmesini beklemeleri gerekir:
"Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün
parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi
sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur'an olurdu. Fakat tüm
yetki Allah'ın tekelindedir.
Dilese, Allah'ın bütün insanları doğru yola
ileteceğini, mü'minler hala kesinlikle anlamadılar
mı? İşledikleri kötülükler yüzünden
kâfirlerin başlarına sürekli olarak belâlar gelir, ya
da bu belâlar yurtlarının yakınına iner.
Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir.
Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
Kuşkusuz bu Kur'an kendisini algılayan ve ona göre
şekillenen ruhlarda dağların yerinden sökülmesinden,
yerin yarılmasından ve ölülerin konuşturulmasından
daha büyük, daha köklü değişiklikler meydana
getirmiştir. Kur an bu ruhlarda olağanüstü değişiklikler
meydana getirdiği gibi, bu ruhlar
aracılığı ile etkileri, hayatın
boyutlarını hatta tüm yeryüzünün görünümünü aşan
harikulade olaylar gerçekleştirmişti. Nitekim İslâm
ve müslümanlar tarihin görünümünde yaptıkları
değişikliğin yanında dünyanın görünümünde
de büyük değişiklikler yapmışlardır.
Bizzat bu Kur'an'ın tabiatı... Davetinin ve ifade yönteminin
tabiatı... Konularının ve konuları sunuş
yönteminin tabiatı... Gerçekliğinin ve
etkinliğinin tabiatı... Evet bu Kur'an'ın
tabiatı özünde son derece etkin ve olağanüstü bir
güç barındırmaktadır. Söz sanatından, zevk
almasını bilen, görüş ve kavrayış
sahibi kimseler bunu bilirler. Kur'an'ın direktiflerini ve
ilham ettiği gerçekleri kavrama yeteneğine sahip
olanlar bunun farkındadırlar. Bu Kur'an'ı
gereği gibi algılayan ve kişiliklerini ona göre
şekillendirenler dağlardan daha köklü, daha büyük
şeyleri yerinden sökmüş, hareket ettirmişlerdir;
milletlerin ve nesillerin tarihini
değiştirmişlerdir. Topraktan daha sert, daha
katı şeyleri parçalamışlardır. Düşünce
ve geleneklerin donukluğunu parçalamışlardır.
Ölülerden daha hissiz, daha sessiz olanları
canlandırmışlardı.
Azgınlığın ve mitolojik kuruntuların
ruhlarını öldürdüğü halk yığınlarını
diriltmişlerdir. Araplar'ın ruhlarında ve
hayatlarında meydana gelen dönüşüm, gözle görülür
maddi bir neden olmaksızın, sadece bir kitabın
ruhlara ve hayata yaklaşım metodu ve hareketi ile
yaşadıkları bu büyük değişim hiç kuşkusuz
dağların köklerinden sökülmesinden, yeryüzünün
donukluğundan kurtulmasından ve ölülerin dirilmesinden
daha büyük, daha görkemli bir değişimdir.
"Fakat tüm yetki Allah'ın tekelindedir."
Her durumda hareketin türünü ve hareket tarzını seçen,
belirleyen yüce Allah'dır.
Bir toplum bu Kur'an'dan sonra bile uyanamıyorsa, kalpleri
harekete geçmiyorsa, onları harekete geçirmeye çalışan
mü'minler artık ümitlerini késmelidirler, işi Allah'a
bırakmalıdırlar. Şayet yüce Allah dileseydi,
insanları sadece hidayete erme, doğru yolu bulma
yeteneği üzere yaratırdı. Dileseydi melekleri
yarattığı gibi insanları da toptan hidayete
erdirirdi. Ya da takdiri gereği meydana gelen bir olayla,
onları toptan hidayete zorlardı. Ama yüce Allah ne bunu
ne de öbürünü dilemiştir. Çünkü yüce Allah insanı
özel bir görev için yaratmıştır. Ve yüce Allah
insana verilen bu görevin, insanın şu anda olduğu
gibi yaratılmasını gerektirdiğini biliyordu.
O halde mü'minler onları yüce Allah'ın emrine
havale etmelidirler. Şayet yüce Allah onlardan önce gelip
geçmiş kimi toplumları olduğu gibi onları
toptan yok etmekle cezalandırmayı takdir etmemişse
de O'nun katından ardarda felaketler gelip onlara zarar
dokunduracak, onları sıkıntıya
sokacaktır. Aralarında helak olmayı hakeden
kimilerini de yok edecektir.
"Ya da bu belalar yurtlarının yakınına
iner."
Böylece onları ürkütüp büyük bir sıkıntıya
sokacaktır. Benzeri bir felaketin de başlarına
gelmesi beklentisi içinde olmalarına yol açacaktır. Hiç
kuşkusuz bu da bazı kalpleri yumuşatır,
harekete geçirir ve canlandırır.
"Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir."
Onlara yönelttiği tehdit gerçekleşene ve süresi
dolana kadar mühlet verdiği felaket gelene kadar...
"Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
Hiç kuşkusuz bu söz yerine gelecektir ve onlar Allah'ın
kendilerine va'dettiği şeylerle
karşılaşacaklardır.
Örnekler ortadadır. Geçmiş milletlerin yok
edildikleri yerlerde ibret alınacak manzaralar çoktur.
'Onlar da bekletilmiş, kendilerine mühlet verilmişti.
"Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi.
Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına
yapıştım. O zaman azabım nice oldu?"
Bu sorunun cevaba ihtiyacı yok. İşte gelip geçmiş
nesiller, verilen bu cezadan söz etmektedirler!
ŞİRK SORUNU
Bu bölümde değinilen ikinci sorun Allah'a ortak
koşulan sahte tanrılar sorunudur. Surenin ilk bölümünde
de irdelenmişti bu sorun. Burada ise sorun, bu sahte
tanrıların her nefis üzerinde kesin otoriteye sahip ve
onları dünya hayatında kazandıkları ile
yargılayan yüce Allah ile karşılaştırılması
suretiyle irdeleniyor. Bu gezinti de bu büyük iftirayı
atanları dünya hayatında bekleyen azab ile ahirette
onlar için hazırlanan ağır azabın tasviri ile
son buluyor. Bütün bunlar Allah'dan korkanları bekleyen güven
ve esenlik tablosunun karşısında yeralıyor: ,
|
|
O |
|
O |
|