O |
Ra´d
|
O |
|
12- Şimşeği size hem korku ve hem de umut
kaynağı olarak gösteren, yağmur yüklü bulutları
oluşturan odur.
13- O'nu gök gürültüsü övgü ile ve melekler korku
içinde tesbih ederler, noksanlıklardan uzak tutarlar. O
yıldırımlar salarak bunlarla dilediklerini çarpar.
Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde, onlar
O'nun hakkında tartışıyorlar.
14- Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır.
Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri
putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler.
Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını
ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına
su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine
boşunadır.
15- Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu
varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak
sabah-akşam Allah'a secde ederler.
16- De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki;
"Allah''tır. " De ki; "O'nun
dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar
veremeyen birtakım ilâhlar, korucular mı edindiniz?"
De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklar
ile aydınlık bir midir? Yoksa Allah'a
koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi
birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler
bu iki yaratma eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?"
De ki
"Herşeyin yaratıcısı Allah'tır; O
tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir.
"
Şimşek, gök gürültüsü ve bulut bilinen
sahnelerdir. Zaman zaman bunlara eşlik eden
yıldırımlar da öyle... Bunlar insan ruhu üzerinde
derin etkiye sahiptirler... İnsanların bunlara
ilişkin çok şey bilip bilmemeleri bu etkiyi azaltmaz.
Ayetlerin akışı bütün bu sahneleri burada
biraraya getiriyor, bunlara bir de melekleri, gölgeleri, tesbih
ve secdeleri korku ve ümidi, gerçek dua ile kabul olunmayacak
duayı ekliyor. Bu sahnelere bir başka tablo da
katılıyor. Susuzluktan kavrulmuş su arayan birinin
tablosudur bu. Suya kavuşmak için ellerini uzatmış,
bir damla su için ağını açmış
koşan biri...
Bütün bunlar bir rastlantı sonucu ya da boşu
boşuna ayette yer almıyorlar. Bunlar sahneye gölgelerini
yansıtmak için birlikte sözkonusu ediliyorlar. Sahneye
tedirginlik, gözetleme, korku ve ümit, yalvarma ve ürperme
havası katıyorlar. Karşı konulmaz güce sahip
yarar ve zarar vermede tek ve ortaksız olan yüce Allah'ın
egemenliğinin tasvir edildiği, Allah'a ortak
koşulan sahte tanrıların yetkilerinin geçersiz sayıldığı
ve insanlar Allah'a ortak koşmanın akıbetinden
sakındırıldığı bir sahnede
bunların yeralması insan üzerinde büyük etki bırakıyor.
"Şimşeği size hem korku ve hem de umut
kaynağı olarak gösteren O'dur." Bu evrensel
mucizeyi size gösteren O'dur.. Yine O'nun özel tarzda yarattığı
bu mucize, çeşitli özellikler ve olağanüstülükler
bahşettiği evrenin özünden kaynaklanmaktadır. Yüce
Allah'ın evrende yarattığı olağanüstülüklerden
biri de evrensel yasası uyarınca size gösterdiği
şimşektir. Bu yüzden korkuya kapılırsınız.
Çünkü şimşek insanın sinirlerini
sarsıcı bir özelliğe sahiptir. Çünkü o, yıldırıma
dönüşür. Yine o, deneyimlerinizle öğrendiğiniz
gibi, her şeyi silip süpüren sel felaketinin habercisidir.
Bunun yanısıra, onun ardından bir iyilik gelmesini
ümit edersiniz. Arkasından ölüleri dirilten, nehirleri coşturan
oluk oluk yağmur da yağabilir.
"Yağmur yüklü bulutları oluşturan O'dur."
Aynı şekilde O'dur yağmur yüklü bulutları
meydana getiren (ayette geçen es-sihab = Bulutlar = kelimesi cins
isimdir. Tekili ise `sehabe' dir) Yüce Allah'ın bu evreni ve
evreni oluşturan unsurları yaratırken
uyguladığı kanun uyarınca bulutlar oluşur,
yağmurlar yağar. Şayet evrenin
yaratılışı bu şekilde gerçekleştirilmiş
olmasaydı, bulutlar meydana gelemez, yağmurlar
yağamazdı. Bulutların ne şekilde meydana
geldiğinin ve yağmurların nasıl
yağdığının bilinmesi bu evrensel
mucizenin görkeminden ve işaret ettiği gerçeklerden
bir şey azaltmaz. Çünkü bu mucize, özel evrensel bir bileşim
sonucu oluşmaktadır. Ve bunu yüce Allah'dan başkası
yapamaz. Yüce Allah bu bileşime, belli bir kanuna göre
hükmetmektedir. Bu kanunun uygulanışında hiçbir
Allah kulunun katkısı yoktur. Nitekim bu evren de kendi
kendisinin yaratıcısı değildir.
Uyacağı kanunları düzenleyen de yine kendisi değildir.
Gök gürlemesi... Havadaki üçüncü mucize... Yağmur,
şimşek ve gök gürlemesi. Bu korkunç ve gürültülü
ses... Bu da evrensel yasanın eserlerinden biridir. Özelliği
ve sebepleri ne olursa olsun yüce Allah yaratmıştır
bunu. Yüce Allah'ın evrende yürürlükte olan yasasının
yankısıdır bu. Bu, düzeni sağlayan gücü
tesbih etmek, hamdetmektir. Nitekim, güzel ve özenli olan her
sanat eseri, sanatının güzelliğini ve özenliliğini
ifade etmesi bakımından sanatçısını
tesbih etmekte, onun için bir tür övgü ve hamd işlevini görmektedir.
"Tesbih
ederler" kelimesi
ile doğrudan doğruya bu anlam kastedilmiş olabilir.
Bu durumda gök gürlemesi fiilen yüce Allah'ı tesbih
ediyordur. Bu nokta yüce Allah'ın insanlara göstermediği
gaybın kapsamına girmektedir. İnsanların bu
gerçekleri onaylamaktan, kayıtsız şartsız
teslim olmaktan başka seçenekleri yoktur. Çünkü onlar
gerek evren, gerekse kendileri hakkında çok az şey
bilmektedirler.
Böylesi durumlarda Kur'ân'ın uyguladığı
tasvir metodu uyarınca gök gürlemesinin tesbihinden sonra
hamd kelimesi seçiliyor. Böylece sahneye içindeki hareketin
türünden bir hareketlilik katmak için suskun evren sahnelerine
hayat belirtileri ve hareketleri atfediliyor. (Nitekim bu konu
"Kur'an'da Edebi Tasvir" kitabımızda
ayrıntılı olarak ele alınmıştır)
Buradaki sahne de doğal bir ortamda canlıların
oluşturduğu bir sahnedir. Bu sahnede Allah'dan korkarak
O'nu tesbih eden melekler, Allah'a ve O'na ortak koşulan
sahte tanrılara yönelik dua ile suyun ağzına
gelmesi için avuçlarını açan ama ona bir türlü ulaşamayan
bir adam yer almaktadır. Allah'a dua eden, ibadet eden ve
hareket dolu bu sahneye, gök gürlemesi de canlı bir
varlık gibi tesbih ve dua eden sesi ile katılıyor.
Ardından, korku, yalvarma, şimşek, gök
gürlemesi ve yağmur yüklü bulutların
oluşturduğu hava yüce Allah'ın gönderip de dilediğine
isabet ettirdiği yıldırımlarla
tamamlanıyor. Yıldırımlar da evrenin bilinen
bileşiminden kaynaklanan doğal fenomenlerdir. Yüce
Allah bunları bazen kendilerine verilen iyilikleri
değiştiren toplumlara isabet ettirir. Kendilerine süre
tanımanın yarar sağlamayacağını,
dolayısı ile yok edilmeyi hakettiklerini bildiği;
bu yüzden artık süre tanımamaya hükmettiği
toplumların başına indirir
yıldırımları.
Şaşırtıcı olan da,
şimşeğin, gök gürültüsünün ve yıldırımların
meydana getirdiği bu dehşet verici havada, gök
gürültüsünün hamdederek, meleklerin korkarak Allah'ı
tesbih edişleri, yıldırımların öfkeyle
kükreyişleri arasında... Bu
korkunç havada,
bunca gücün sahibi, her türlü tartışmayı ve
karşı koyma eylemini kestirip atan bu seslerin
yaratıcısı olan yüce Allah hakkında
insanların tartışmaya
kalkışmalarıdır.
"Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde,
onlar O'nun hakkında tartışıyorlar."
Dua, yalvarma ve herbirisi hakkında tartışmaya
giriştikleri Allah'ın varlığını ve
birliğini dile getiren gök gürültüsü, gürlemeler ve yıldırımların
oluşturduğu dehşet verici ortamda, olağanüstü
evrenin bu en görkemli alanlarından ve korkarak Allah'ı
tesbih eden meleklerden gelen ve sadece Allah'a yönelik olan bu
tesbih ve hamd sesleri karşısında onların
cılız sesleri kaybolup gidiyor. Allah hakkında
tartışmaya kalkışan şu insanların
cılız sesleri nerde? Karşı konulmaz güce
sahip olan Allah'ın yarattığı evrenden yükselen
görkemli sesler nerde?
Onlar Allah hakkında tartışmaya girişiyor,
ona birtakım ortaklar koşuyorlar. Oysa tek gerçek dua,
Allah'a yönelik olandır. Bundan başkası
boştur, gelip geçicidir. Sahibine sadece sıkıntı
verir.
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır.
Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri
putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler.
Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını
ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına
su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine
boşunadır."
Buradaki sahne; dile gelen, hareket eden, didinen, yanıp
tutuşan bir susuzun canlandırıldığı
sahnedir... Tek gerçek dua, gerçekleşen,
karşılık gören tek, dua, Allah'a yönelik olan
duadır. O'na yönelmektir, O'na dayanmaktır. O'nun
yardımını, rahmetini ve yol göstericiliğini
istemektir. O'nun dışındakiler kaybolup gitmeye
mahkumdurlar. O'nun dışındakiler boşu
boşuna yapılan çağrılardır. O'nun
dışında sahte tanrılara dua edenlerin durumunu
görmüyor musunuz? Bakın bu da onlardan biridir. Susuzluktan
kavrulmuş, kollarını uzatmış, avuçlarını
açmıştır. Ağzını açmış,
bitkinlikten dilini dışarıya
sarkıtmış, birtakım dualar
mırıldanıyor. Suyun kaynağına
ulaşmak istiyor, ama bir türlü. ulaşamıyor,
kavuşamıyor suya... Bunca emeğe, yorgunluğa ve
zorluğa rağmen...
Ortak
koştukları sahte tanrılara yönelip Allah'a dua
ettikleri zaman kâfirlerin duası da tıpkı bunun
gibidir.
"İşte kâfirlerin çağrısı böylesine
boşunadır."
Peki susuzluktan yanıp kavrulan, bitkinlikten dilini
dışarı sarkıtmış, durmadan yalvaran
bu adam; nasıl bir havada bir damla suya hasrettir? Her
şeye gücü yeten tek ve ortaksız olan yüce Allah'ın
emri ile hareket eden şimşek, gök gürültüsü ve yağmur
yüklü bulutların yer aldığı bir havada,
susuzluktan kavrulmaktadır bu adam.
Şu zavallılar, Allah'dan başka tanrılar
edinip, ümit ve dua ile onlara yöneldikleri sırada evrende
varolan her şey yüce Allah'a boyun eğiyor. Evren ve içindeki
her şey O'nun iradesine mahkumdur. O'nun kanununa boyun
eğiyorlar. O'nun yasası uyarınca hareket ediyorlar.
Mü'minler inanarak ve itaat ederek boyun eğerler. Mü'min
olmayanlar ise, istemeyerek ve zorla boyun eğerler. Hiç
kimse yüce Allah'ın iradesinin üstüne çıkamaz. O'nun
hayat için belirlediği evrensel yasanın
dışında yaşamak mümkün değildir.
"Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu
varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak
sabah-akşam Allah'a secde ederler."
Hava, ibadet ve dua havası olduğu için, surenin akışı
yüce Allah'ın iradesine boyun eğme eylemini secde ile
ifade ediyor. Çünkü secde kulluğun doruk
noktasıdır. Sonra göklerde ve yerdeki
şahısların gölgelerini de ekliyor. Sabahleyin gün
ışığında beliren, akşama doğru
kırılan ışıklarla birlikte uzanan gölgelerini.
Secde, boyun eğme ve itaat etme eylemlerinde bu gölgeleri de
şahıslarla birlikte anıyor. Bu, aslında bir
gerçeğin ifadesidir. Çünkü gölgeler şahıslara
uyarlar. Sonra bu gerçeğin gölgesi sahneye yansıyor. Böylece
hayret verici bir tablo ortaya çıkıyor. Secdeler çift
görünüyor, bir şahısların bir de gölgelerin
secdesi... Artık içindeki şahıslar ve gölgelerle
birlikte tüm evren, ister iman etsin, ister etmesin diz çökmüş,
boyun eğmiştir... Evren ve içindeki şahıslar
ve gölgeler bütünüyle Allah'a secde ediyorlar. Şu
zavallılarsa, Allah'ın dışında sahte
tanrılara dua edip duruyorlar.
Bu olağanüstü sahnenin etkinliği daha sürerken,
onlara alaycı sorular yöneltiliyor. Zaten Allah'a ortak koşan
birine de böyle bir ortamda ancak alaycı sorular sorulur. O
alaya alınmayı, maskara olmayı haketmiştir
çünkü.
"De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De
ki; "Allah'tır." De ki; "O'nun
dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar
veremeyen birtakım ilahlar, koruyucular mı
edindiniz?" De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya
da karanlıklar ile aydınlık bir midir? Yoksa
Allah'a koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi
birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler
bu iki yaratm a
eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?" De ki; Her
şeyin yaratıcısı Allah'tır; O tektir ve
iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir."
Onlara (bu arada göklerde ve yerde isteyerek-istemeyerek
Allah'ın gücünün ve iradesinin kontrolünde olanlara) sor:
"Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" Bu
soru cevap vermeleri için sorulmuyor. Çünkü ayetlerin akışında
bu soruya daha önce cevap verilmişti. Bu soru, gözleriyle
gördükleri gerçeği sözlü olarak işitmeleri için
yöneltiliyor. "De ki; Allah'tır."
Sonra yine sor; "O'nun dışında
kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım
ilahlar, koruyucular mı edindiniz?"
Bu soruyu kınamak için sor. Çünkü zaten fiilen
Allah'dan başka dostlar edinmiş durumdadırlar.
Sorun gayet açık olduğu halde, hak ile batıl
arasındaki fark, kör ile gören, karanlık ile
aydınlık arasındaki fark gibi ortada olduğu
halde yine de sor... Burada kör ile görenin sözkonusu edilmesi
onlara ve mü'minlere işarettir. Çünkü onları göklerde
ve yerde bulunan herkesin belirtileri aracılığı
ile algıladığı kesin ve çıplak gerçeği
görmekten alıkoyan sadece kör oluşlarıdır.
Karanlık ve aydınlığın sözkonusu
edilmesi ile de onların ve mü'minlerin durumuna işaret
edilmiştir. Çünkü görmelerine engel olan karanlık
onları apaçık gerçeği kavramaktan
alıkoymakta, engel olmaktadır.
Allah'tan başka dost edindikleri bu sahte
tanrıların Allah'ın yarattıkları gibi bir
şeyler yarattıklarını hiç gördün mü?
Böylece bu adamlar Allah'ın yarattıkları ile bu
sahte tanrıların yarattıklarını
karıştırıp birbirine mi benzettiler?
Dolayısıyla hangisi Allah'ın
yarattığı hangisinin de bu tanrıların
yarattığı olduğunu anlayamadılar mı?
Durum böyle ise, onlar Allah'a ortak koşmakta mazur
sayılırlar. Buna göre ortak koştukları
tanrıların da yaratıklar üzerinde egemenlik
gücüne sahip olmak gibi yüce Allah'a ait sıfatları
olur. Bununla da kulların ibadetle kendilerine yönelmelerini
hakederler. Başka türlü bu kulluğu hak etmediklerinden
kuşku duyulmaz çünkü.
Aslında bu, her şeyin yüce Allah tarafından
yaratıldığını, sahte tanrıların
hiçbir şey yaratmadıklarını, hiçbir zaman
herhangi bir şey yaratamayacaklarını, üstelik
kendilerinin yaratılmış olduklarını gören,
buna rağmen onlara ibadet eden, tereddütsüz buyruklarına
boyun eğen kimselere yönelik acı bir alayın
ifadesidir. Bu nokta akılların düşünce açısından
yuvarlandıkları en tutarsız, en
aşağılık bir noktasıdır...
Bu sorudan sonra, itiraz ve tartışma konusu
yapılamayacak olan bu acıklı alay üzerine yapılan
değerlendirme ise şudur:
"De ki; "Her şeyin yaratıcısı
Allah'dır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun
eğdirendir."
Bu, yüce Allah'ın yaratma eylemi bakımından tek
ve ortaksız olduğunun ifadesidir. Bu ayet
karşı konulmaz güce -egemenliğin doruk
noktası- sahip olmada tekliğini dile getirmektedir. En
başta göklerde ve yerde bulunanların gölgeleri ile
birlikte yüce Allah'a secde etmeleri, sonunda da yerde ve gökte
bulunan her şeyin boyun eğdiği karşı
konulmaz gücün ifade edilmesi ile birlikte Allah'a koşulan
ortaklar sorunu kuşatılmış oluyor. Bundan
önce de şimşekler, gök gürlemeleri, yıldırımlar,
korku ya da ümitten dolayı yükselen tesbih ve hamd sesleri
dile getirilmişti. Gözü bağlı kör olarak karanlıklarda
yaşayan, böylece de helak olup gidecek olandan başka
hangi kalp bu dehşete dayanabilir.
Bu vadiyi geçmeden önce ayetin ifade tarzında gözönünde
bulundurulan karşılıklı olgulara işaret
edelim: Bu durum "korku ve ümit", ansızın
çakıp sönen şimşek ve yüklü bulutlar (Buradaki
yüklü kelimesi suya işaret ettiği gibi,
karşılıklı olma bakımından hafif ve
çakıp sönen şimşeğe de
karşılıktır) hamdederek tesbih eden gök
gürlemesi ve korkarak tesbih eden melekler, gerçek dua ve
kaybolup giden boş dua, gökler ve yer, her ikisinde bulunan
şeylerin isteyerek ve istemeyerek secde etmeleri,
şahıslar ve gölgeler, gün ışıması
ve gün batımı, kör ve gören, karanlıklar ve
aydınlık, karşı konulmaz güce sahip yaratıcı
ve hiçbir şey yaratamayan, kendilerine bir yarar veya zarar
dokunduramayan sahte tanrılar arasında göze çarpmaktadır.
Surenin akışı böylesine özenilmiş bir
dikkate, göz alıcı bir parlaklığa ve
şaşırtıcı bir uyuma sahip yöntemi uyarınca
yoluna devam ediyor...
Surenin akışı ile birlikte yolumuza devam
ediyoruz. Burada hak ile batıl, kalıcı dua ile rüzgarla
birlikte uçuşup giden dua, yol gösterici iyilik ile
şımarık kötülük hakkında bir örnek
veriliyor. Verilen örnek, bir ve karşı konulmaz güce
sahip yüce Allah'ın gücünü belgelemektedir. Eşya ve
olayları yönlendiren ve onları takdir eden yüce yaratıcının
kusursuz planlanmasını gözler önüne sermektedir. Bu
örnek de akış içinde geçen tabii sahnelerin
türündendir.
|
|
O |
|
O |
|