İbn-i İshak bu ayetlerin indiriliş sebebi
hakkında şunları rivayet eder: "Hendek
savaşında Kureyşliler'in ve diğer müşrik
kabilelerin toplanıp Medine'ye saldırma
kararını işitince Peygamberimiz, Medine'nin
çevresinde hendek kazılmasını
kararlaştırdı. Müslümanları sevap kazanmaya
teşvik etmek için bizzat kendisi dé çalıştı.
Onunla birlikte diğer müslümanlar da yoğun bir
tempoyla çalıştılar. Ve çalışmalarını
aksatmadan sürdürdüler. Ancak münafıklar Peygamberimizin
-salât ve selâm üzerine olsun- ve müslümanların bu çalışmasında
ağır davranıyorlardı,
kaytarıyorlardı. Kolay işlerle
oyalanıyorlardı. Peygamberimizin salât ve selâm
üzerine olsun- haberi ve izni olmadan evlerine gidiyorlardı.
Öte yandan müslümanlardan birinin de mutlaka yerine getirmesi
gereken bir işi olsaydı gidip Peygamberimizden izin
alır, işini görürdü. İşini gördükten
sonra da, iyiliğe, olan arzusu ve sevap düşüncesi ile
eski işine dönerdi.
Bunun üzerine yüce Allah onlar hakkında bu ayeti indirdi.
Daha sonra yüce Allah, işten kaytaran ve Hz. Peygamberin
izni olmadan evlerine giden münafıkları kastederek: "Peygamberi
çağırırken ona birbirinize seslendiğiniz gibi
seslenmeyiniz." ayetini indirdi.
İndiriliş sebebi ne olursa olsun bu ayetler toplum
ile önderi arasındaki kişisel ve emir komuta ile ilgili
davranış kurallarını içermektedir. Bu
kurallar, toplumun sım sıcak duygularından ve
vicdanının derinliklerinden coşkunlukla
kaynaklanmadıkları sürece toplumsal hayat düzenli bir
şekilde yürümez. Bu şekilde toplumun sıcak
duygularından ve vicdanının derinliklerinden
kaynaklanan davranış kuralları toplumun
hayatında yer edip vazgeçilmez bir geleneğe, her zaman
uygulanan bir kanuna dönüşürler. Aksi taktirde hiçbir sınır
tanımayan bir başı bozukluk, bir anarşizm
egemen olur topluma.
"Mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah'a ve Peygambere
inanırlar." Ağızları ile
inandıklarını söyleyen, ancak söyledikleri
sözün gereği olan davranışları pratik
hayatlarında gerçekleştirmeyen, Allah'a ve Peygamberine
itaat etmeyen kimseler mü'min değildirler.
"Bunun yanısıra herhangi bir kamu görevini
yerine getirmek üzere Peygamberin yanında
bulunduklarında O'ndan izin almaksızın bir yere
gitmezler."
Kamu görevi, toplumun genelini ilgilendiren bir iş, bir
savaş, bir danışma gibi toplumsal
katılımı gerektiren önemli görevlerdir. Bu
yüzden önderleri müsaade etmedikçe mü'minler bu görevi bırakıp
bir tarafa gitmezler. İş çığırından
çıkıp ciddiyetten uzak, düzensiz bir başıbozukluğa
dönüşmesin diye.
Bu şekilde inanan ve bu tür bir edep tavrı
takınan mü'minler zorunlu olmadıkları sürece kamu
görevini bırakıp izin istemezler. Çünkü onların
imanı ve edebi toplumun zihnini uğraştıran ve
genel dayanışmayı gerektiren bir kamu görevini
terketmeye engeldir. Bununla beraber Kur'an, izin verip vermeme
yetkisini toplumun önderi olan Hz. Peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- bırakı-yor. Bu arada izin istemeyi
serbest bırakmasını da istiyor:
Bundan önce münafıklara izin verdiği için yüce
Allah Peygamberimizi salât ve selâm üzerine olsun- azarlamış
ve şöyle buyurmuştu.
"Allah affetsin seni, kimlerin doğru söylediği
belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduğunu
belirleyinceye kadar niçin onlara izin verdin." (Tevbe, 43)
Böylece izin yetkisini bütünüyle ona bırakıyor,
dilerse izin verir, dilemezse vermez. Aynı zamanda izin
verememenin neden olduğu sakıncaları da bertaraf
ediyor. Çünkü bazı sorunlu durumlar baş gösterebilir.
İzin verip vermeme arasındaki yararı dengelemek için
değerlendirme yetkisi öndere kalıyor. Toplumsal yönetimle
ilgili bu meselede, düşüncesi doğrultusunda son sözü
söylemek ona bırakılıyor.
Bununla beraber zorlukların üstesinden gelmenin ve kamu
görevini bırak-mamanın daha uygun olduğuna
işaret ediliyor. İzin istemenin veya çekip gitmenin;
özür belirtenler için Peygamberin Allah'dan onlar için bağışlama
dilemesini gerektiren bir husus, bir hata olduğu
vurgulanıyor.
"Onlar adına Allah'dan af dile. Hiç kuşkusuz
Allah affedicidir ve merhametlidir."
Böylece mü:minin vicdanı bir kayda bağlanıyor.
Kendisini izin istemeye zorlayan nedenlerin ağır
baskısı ile karşı karşıya kalsa bile
izin istemez. Buradan hareketle izin istenirken ve her durumda
peygambere saygı gösterilmesi gerektiği
vurgulanıyor. Müslümanların birbirlerine seslenirken
yaptıkları gibi ona adi ile "Ya Muhammed" veya
künyesi ile "Ya Ebal'Kasım" diye seslenmemeleri
isteniyor. Yüce Allah'ın onu
onurlandırdığı, saygın
kıldığı gibi "Ya Nebiyallah, Ya
Resulullah" diye seslenmelidirler.
"Peygamberi çağırırken O'na birbirinize
seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz. Ya da Peygamber sizi çağırdığında
onun çağrısını, aranızda birbirinize yönelttiğiniz
çağrılarla bir tutmayınız."
Kalplerin Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine
olsun- yönelik saygı duygusu ile dolması bir
zorunluluktur. Bu saygı onunla ilgili her söze, ona yönelik
her hitaba yansımalıdır. Bu hususa dikkat
çekilmesi gereklidir. Çünkü eğiticiye saygı
duyulmalıdır. Ve önderin heybeti olmalıdır.
Onun son derece alçak gönüllü ve yumuşak, biri
olması onların onun eğiticiliğini unutup,
birbirleri-ne seslenir gibi ona seslenmeleri ayrı ayrı
şeylerdir. Eğitimcinin eğittiği kişilerin
duygularında üstün bir yeri olmalı ve onunla
konuşurken, yanında bulunurken bu saygı ve büyüklük
sınırını aşmamalıdırlar.
Ardından ayet kaytaran ve izinsiz çekip giden münâfıkları
uyarıyor. Bunlar birbirlerinin arkasına saklanarak
birbirlerini işten alıkoyuyorlardı. Oysa Hz.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- görmese bile Allah
onları görüyordu.
"Allah arkadaşlarını siper ederek gizlice
Peygamberin yanından sıvışanları iyi
bilir."
Bu, saklanarak meclisten sıvışmayı,
kaytarmayı tasvir eden son derece ince bir ifadedir. Bu
ifadede, biriyle karşılaşmaktan duyulan korku,
davranışın bayağılığı ve
bu harekete eşlik eden duygular somutlaşmaktadır.
"O'nun emrini çiğneyenler ya başlarına bir
belâ gelmesinden yada acıklı bir
azaba çarpılmaktan korkmalıdırlar."
Bu, korkunç bir uyarıdır, dehşet verici bir
tehdittir. Şu halde Hz. Peygamberin salât ve selâm üzerine
olsun- emrini çiğneyenler, onun izlediği hayat
sisteminden başka bir sisteme uyanlar, bir yarar elde etmek
ya da bir zarardan sakınmak amacı ile mü'minlerin safından
gizlice sıvışıp gidenler
korkmalıdırlar. Ölçülerin karışmasına,
dengelerin bozulmasına, toplumsal düzenin altüst olmasına,
hak ile batılın, iyi ile kötünün, birbirine karışmasına,
toplumsal hayatın ve kurumların dejenere olmasına,
can güvenliğinin kalmamasına, kişileri
bağlayan bir sınırın bulunmamasına,
iyiliğin kötülükten ayırd edilmemesine neden olan bir
belânın başlarına gelmesinden
korkmalıdırlar. Kuşkusuz bu, toplumun tüm fertleri
açısından bedbahtlığın egemen
olduğu bir dönemdir.
"Ya da acıklı bir azaba çarptırılmaktan
korkmalıdırlar."
Hem dünyada hem de ahirette, Allah'ın emrini çiğnemenin,
O'nun insanlık hayatı için seçtiği sisteme
uymamanın cezası olarak büyük bir azaba çarptırıl-maktan
korkmalıdırlar.
Bu uyarı, beraberinde de bu süre, mü'min kalplere ayrıca
sapık kalplere yönelik yüce Allah'ın kendilerini gördüğüne,
yaptıklarını gözettiğine, içlerinde saklayıp
dışa vurmadıkları duygu ve düşünceleri
bildiğine ilişkin bir hatırlatma ile son buluyor.