Bu, yüce Allah'ın Hz. Muhammed'in -salât ve selâm
üzerine olsun- ümmetinden iyi ameller işleyen mü'minlere
kendilerini yeryüzüne egemen kılacağına,
kendileri için seçtiği dinlerini, hayat sistemlerini
sarsılmaz temellere oturtacağına ve
korkularını güvene dönüştüreceğine
ilişkin vaadidir. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah'ın
vaadi ise, gerçektir. Allah'ın vaadi yerine gelir. Ve Allah
vaadinden dönmez. Peki bu imanın ve yeryüzüne egemen olmanın
gerçek mahiyeti nedir?
Kuşkusuz Allah'ın vaadinin gerçekleşmesine
gerekçe olan iman gerçeği, insanın tüm hareketlerini
içine alan, tüm hareketlerini yönlendiren büyük bir
gerçektir. Bu iman bir kalbe yerleşir yerleşmez tümü
de Allah'a yönelik olmak üzere derhal çalışma,
hareket, onarma ve inşa etme şeklinde kendini açığa
vurur. Bunu yapan kişi Allah'dan başkasını
memnun etmeyi düşünmez. Bu, Allah'a itaat etmenin,
büyük-küçük her konuda onun emrine kayıtsız
şartsız teslim olmanın ifadesidir. Bu durum gerçekleştikten
sonra nefiste bir arzu, kalpte bir ihtiras ve Hz. Peygamberin -salât
ve selâm üzerine olsun- yüce Allah'dan getirdiği mesaja
uymaktan başka fıtratta bir eğilim kalmaz.
Bu iman; nefsin düşüncelerinden, kalbinin duygularından,
ruhun özlemlerindén, fıtratın eğilimlerinden,
bedenin faaliyetlerinden, organların
işleyişlerinden, ailesinde ve insanlar arasında
Rabbinè yönelik tavırlarına kadar, insanı her yönüylé
kaplar. Bütün bunlarda insanın Allah'a yönelmesini sağlar.
Bu hu$us yüce Allah'ın mü'minleri yeryüzüne egemen kılmasının,
dini sağlam temellere oturtmasının ve
korkuların güvene dönüşmesinin gerekçesi olarak aynı
ayetteki şu cümlede somutlaşmaktadır.
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak
koşmazlar."
Çirkin farklı şekilleri ve türleri vardır. Bir
hareket veya bir düşünceyle Allah'dan başkasına yönelmek
Allah'a ortak koşmanın türlerinden biridir.
Bu iman eksiksiz bir hayat sistemidir. Allah'ın
emrettiği her şeyi içerir. Sebepleri oluşturma,
hazır bulunmak, sebeplere sarılma, yeryüzündeki
büyük emaneti, yeryüzüne egemen olma emanetini yüklenmeye hazırlıklı
olmak gibi yüce Allah'ın emrettiği hususları
kapsamına alır.
Peki yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?..
Kuşkusuz bu, salt bir hükümranlık, üstünlük,
galiplik ve hakimiyet değildir. Bu egemenlik
saydığımız tüm unsurları ıslah etme,
onarma, yapma, yüce Allah'ın insanların uyması için
belirlediği hayat sisteminin gerçekleşmesi ve bu yolla
yeryüzünde kendisi için takdir edilen ve yüce Allah'ın
kendisine bahşettiği onura yaraşan olgunluk düzeyine
ulaşma uğruna kullanılması şartına
bağlıdır.
Yeryüzüne egemen olma; onarma ve ıslah etme gücüne
sahip olmadır, yıkma ve bozmaya değil. Adalet ve
huzuru sağlama imkânına sahip bulunmadır, zulüm
ve baskıya değil. İnsanlığı ve
insanlık düzenini üstün bir düzeye ulaştırmaktır,
fert ve toplum olarak insanlığın hayvanlık düzeyine
yuvarlanmasına neden olmak değil.
İşte bu egemenlik, yüce Allah'ın iyi işler
yapan mü'minlere vaadettiği bir husustur. Yüce Allah'ın
istediği sistemi kursunlar, O'nun dilediği adil düzeni
uygulasınlar ve yüce Allah'ın yarattığı
günden itibaren kendilerine belirlediği olgunluk düzeyine
insanlığı ulaştırsınlar diye
onları da yeryüzüne egemen kılacağını söz
vermiştir. Sırf bir hükümranlık kurup. yeryüzünde
bozgunluk yapan, yeryüzünde fuhuş ve
zorbalığı yaygınlaştıran,
insanlığı hayvanlık düzeyine indirenler,
yeryüzüne Allah tarafından egemen
kılınmış kimseler değildirler. Onlar elde
ettikleri bu yetki ile sıvanmaktadırlar. Ya da yüce
Allah'ın planladığı bir hikmet uyarınca
başlarına musallat oldukları kimseler onların
hükümranlıklarına girmekle sıvanmaktadırlar.
Yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyetine ilişkin
bu anlayışın delili arkasından gelen yüce
Allah'ın şu sözüdür:
"Kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz
temellere oturtacağını vaadetti."
Dinin yeryüzünde sağlam temellere oturması;
kalplere yerleşmesi, hayatı düzenleyip yönlendirecek
konuma gelmesi ïle gerçekleşir. Şu halde yüce Allah
onları yeryüzüne egemen kılmayı ve kendileri için
seçtiği dinin hükümran olmasını
vaadetmiştir. Dinleri ise; ıslah etmeyi emrediyor, yeryüzü
kaynaklı ihtirasların üstüne çıkmayı
emrediyor, yeryüzünün imar edilmesini emrediyor. Bütün
eylemlerde Allah'a yönelmeyi emretmekle beraber, yüce Allah'ın
yeryüzüne yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden ve enerji
kaynaklarından yararlanmayı emrediyor.
"Korkularını güvene dönüştüreceğini
vaadetti."
Önceleri müslümanlar çok korkuyorlardı, can güvenlikleri
yoktu. Silahlarını hiç bırakmıyorlardı.
Bu durum Hz. Peygamberin, -salât ve selâm üzerine olsun
İslâm toplumunun ilk temelini oluşturan, Medine'ye
hicret edişinin sonrasına kadar devam etti.
Bu ayet hakkında Reb'i b. Enes, Ebu Aliye'den şöyle
rivayet eder: Peygamber efendimiz ve arkadaşları on
yıl kadar insanları bir ve ortaksız ilah olan
Allah'a, sadece O'na kulluk. sunmaya çağırıyorlardı.
Bu işi de büyük bir gizlilik içinde yürütüyorlardı.
Çünkü korkuyorlardı ve henüz savaşmakla da emr
olunmamışlardı. Daha sonra Medine'ye hicret emri
verildi. Medine'ye gidince yüce Allah savaşmalarını
emretti. Çünkü orada da korku içindeydiler ve sabah akşam
silahlarını beraberlerinde taşıyorlardı.
Yüce Allah'ın dilediği kadar bu duruma sabrettiler.
Sonra arkadaşlarından biri Peygamber efendimize -salât
ve selâm üzerine olsun- "Ya Resulullah, hep böyle korku
içinde mi yaşayacağız? Güven içinde dolaştığımız,
silahlarımızı bıraktığımız
bir gün görmeyecek miyiz?" dedi. Bunun üzerine
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Biraz daha
sabredeceksiniz, ondan .sonra herhangi biriniz, tek bir demir
parçası bile bulunmayan büyük bir kalabalık
arasında oturabilecektir" buyurdu. Daha sonra yüce
Allah bu ayeti indirdi. Allah Peygamberini Arap Yarımadası'na
egemen kıldı. Böylece güvenli bir ortama kavuşup
silahlarını bıraktılar. Sonra yüce Allah
Peygamberini -salât ve selâm üzerine olsun- katına
aldı. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman dönemlerinde de güven
içinde yaşadılar. Daha sonra ne olduysa oldu, Allah
tekrar içlerine bir korku saldı. Güvenlik amacıyla
korumalar ve bekçiler edindiler. Tutumlarını
değiştirdiler, Allah da durumlarını
değiştirdi."
"Bu aşamadan sonra kâfir olanlara gelince onlar
yoldan çıkmışların ta kendileridirler."
Allah'ın belirlediği şartın, verdiği sözün,
yaptığı sözleşmenin dışına çıkmışlardır.
Kuşkusuz Allah'ın verdiği söz bir kere gerçekleşti.
Müslümanlar Allah'ın ,koştuğu şartı
yerine getirirlerse Allah'ın verdiği söz her zaman
için gerçekleşir yerine gelir. Allah'ın
koştuğu şart şudur:
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak
koşmazlar."
Ne bir düzmece tanrıyı ne de bir istek ve
arzuları bana ortak koşarlar. Gereği gibi
inanır, iyi işler yaparlar. Yüce Allah'ın bu vaadi,
kıyamete kadar bu ümmetten Allah'ın belirlediği
şartı yerine getiren herkes için geçerlidir. Allah'ın
koştuğu veya yüklediği sorumluluklardan herhangi
birinin gecikmesi yüzünden zafer, yeryüzüne egemen olma, dinin,
hayat sisteminin sağlam temellere dayanması ve
korkuların güvene dönüşmesi uzun zaman alabilir. Böylece
İslâm ümmeti musibetlerden yararlanır, imtihanı
başarıyla geçer. Korku duyar, bu yüzden güvenlik
ister. Aşağılanır, bu yüzden onur ve
üstünlük ister. Başkalarının hükümranlığına
maruz kalır bu yüzden Allah adına yeryüzüne egemen
olmayı arzular... Bütün bunlar yüce Allah'ın
dilediği yöntemlerle, yine yüce Allah'ın
koştuğu şartlara bağlı olarak gerçekleşir.
Böylece yüce Allah'ın değişmez vaadi yerine gelir.
Yeryüzü menşeli güç odaklarının hiçbiri bu
vaadin gerçekleşmesine engel olamaz.
Bunun için, yüce Allah'ın vaadi üzerine namaz kılmaya,
zekât vermeye ve itaat etmeye·ilişkin bir emirle, bir de
Peygamberimiz ve ümmetinin, kendilerine ve yüce Allah'ın
kendileri için seçtiği dine karşı savaşan kâfirlerin
gücünü abartmamalarına ilişkin bir değerlendirme
yer alıyor: