Kuran-ı Kerim'in bu denli basit bir şekilde dile
getirdiği bu önemli gerçek·, yani bütün canlıların
sudan yaratıldığı gerçeği, tüm canlıların
organik yapılarındaki temel unsurun birliğini,onun
da su olduğunu ifade ediyor olabilir. Ya da modern bilimin
kanıtlamaya çalıştığı şekliyle
hayatın denizde başladığı, sözü
itibariyle sudan kaynaklandığı, sonra çeşitli
şekillere ve türlere ayrıldığı düşüncesini
ifade ediyor olabilir.
Ne var ki, biz, Kuran'ın ifade ettiği kesin gerçekleri
değişmeye ve çürütülmeye açık, bilimsel
teorilerle yorumlamamaya ilişkin tutumumuz uyarınca
Kur'an'ın verdiği bu işarete herhangi bir şey
eklemek istemiyoruz. Kur'an'ın dile getirdiği
tartışılmaz gerçeğin doğruluğunu
kabul etmekle yetiniyoruz. Buna göre, yüce Allah canlıların
tümünü su'dan yaratmıştır. Bu yüzden tüm canlılar
aynı kaynaktan gelirler. Yine -gözle de görüldüğü
gibi- tüm canlılar değişik şekillere
sahiptirler, karnı üzerinde sürünen sürüngenler, iki
ayak üzerinde yürüyen kuşlar ve insanlar, dört ayak
üzerinde yürüyen hayvanlar gibi. Bütün bunlar kuşkusuz
Allah'ın koyduğu yasalar ve onun iradesi ile meydana
gelmektedir, tesadüfen ya da kendiliğinden olmuş
değildir.
"Allah dilediği gibi yaratır."
Bir şekle ya da bir modele bağlı değildir.
Çünkü evreni yönlendiren yasa ve düzenlemeler, serbest
iradenin sonucu ve hoşnutluğu ile
yerleştirilmişlerdir:
Şekilleri ve hacimleri soy ve türleri, biçim ve renkleri
birbirinden farklı olan, bununla beraber tek bir kaynaktan
gelen canlıları etraflıca düşünmek, insanı
amaçlı bir planın, ne yaptığını
bilen bir iradenin sözkonusu olduğunu kabullenme, tesadüf
ve kendi kendine varolma düşüncesini reddetme sonucuna
götürür. Yoksa hangi rastlantıdır, bütün bu planları
düzenleyen? Bunca ölçüyü ve dengeyi belirleyen hangi
tesadüftür? Hiç kuşkusuz her şeyi yaratan sonra da
her yaratığa yolunu gösteren, her şeyden üstün
ve her yaptığını yerinde yapan ulu
Allah'ın sanatıdır bu.
Büyük evrensel sahnelerdeki nur ortamında çıkılan
bu görkemli gezintiden sonra surenin akışı
asıl konusuna; Kur'an-ı Kerim'in kalplerini
arındırmak parlatmak, Allah'ın göklerdeki ve
yerdeki nuruna bağlamak amacı ile müslüman toplumu eğittiği
insanlar arası davranış kurallarını
belirleme konusuna dönüyor.
Geçen derste ne ticaretin ne de alış-verişin
Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı
kimselerden bir de kâfirlerden onların amellerinden,
karşılaşacakları akıbetten ve içinde
bulundukları üstüste binmiş karanlıktan söz
edilmişti.
Şimdi de bu derste, Allah'ın ayrıntılı
biçimde açıklanmış ayetlerinden yararlanmayan,
onlar aracılığı ile gerçeği kavramayan münafıklardan
söz ediliyor. Bunlar müslüman görünüyorlar ama, Peygamber
efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- uyma, onun verdiği
hükümden hoşnut olup benimsemeye ilişkin mü'minlerin
takındığı edep tavrını
takınmıyorlar. Bunlarla gerçek mü'minler arasında
bir karşılaştırma yapılıyor. Bu mü'minlere
yüce Allah yeryüzü halifeliğini, dinlerinin
egemenliğini vadetmiştir. Onlara güvenli bir yurt
sözü vermiştir. Bu, onların Allah ve Hz. Peygambere
karşı takındıkları edep
tavrının, Allah ve Peygambere itaat etmelerinin
karşılığıdır. Kâfirlerin amansız
düşmanlıklarına rağmen bu durum gerçekleşecektir.