35-Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde kandil
yanan bir projektöre benzer, kandil bir fanus iğindedir ve
bu fanus sanki inci gibi parıldayan bir
yıldızdın Bu kandil yakıtını,
bereketli bir zeytin ağacının yağından
sağlar. Ağaç, ne doğuya ve ne de batıya
bakmayan ve bu yüzden sürekli güneş alan bir arazide
yetiştiği için yağın, hiç ateşe
değmese bile kendiliğinden tutuşup
ışıyacak kadar saftır. O nur üzerine nurdur.
Allah dilediği kimseleri bu nura iletir. Allah insanlara
somut örnekler verir. Allah herşeyi bilir.
Bu dehşet verici ayet, adeta insana huzur veren,
insanı aydınlatan bir nur fışkırıyor.
Bu nur bütün evreni kaplıyor; bütün duyguları, bütün
organları etkiliyor, bütün köşelere, bütün
dönemeçlere akıyor: Koskoca evren göz kamaştırıcı
bir nur denizinde yüzüyor, yudumluyor, bütün perdeler kalkıyor,
kalpler şeffaflaşıyor, ruhlar kanatlanıyor.
Her şey bu engin okyanusta yüzüyor; her şey bu nur
denizinde temizleniyor, her şey kirinden ve
ağırlıklarından arınıyor. Bu bir
serbestlik, dilediğince kanat çırpmadır.
Bakışma ve bilişmedir. Kaynaşma ye
yakınlaşmadır. Sevinç ve coşkudur. İçindeki
canlı cansız tüm varlıklarla evren artık her
türlü bağdan ve sınırdan kurtulmuş bir nur
haline gelmiştir. Baştan başa nur olan bu evrende gökler
yerle, canlılar cansız varlıklarla, uzaklar
yakınlarla birleşmiştir. Bu evrende vadiler
yollarla, gizlilikler açıklıklarla,duygular kalplerle
buluşmuştur.
"Allah göklerin ve yerin nurudur."
Göklerin ve yerin yapısı ve düzeni bu nura dayanır.
Varlıklarının özünü bahşeden, onların
hareket tarzlarını belirleyen sistemi koyan bu nurdur.
Son zamanlarda insanlar-atomun parçalanmasından sonra-
ellerindeki maddenin, ışık enerjisinden başka
hiçbir dayanakları, ışık enerjisinden
başka bir "madde"likleri bulunmayan hareketli
ışınlara dönüşmesi ile birlikte bu büyük
gerçeğin bir yönünü kavrama imkanına kavuştular.
Çünkü maddenin özünü oluşturan atom, nötron ve
elektronlardan oluşur. Atomun parçalanması ile birlikte
bu nötron ve eléktronlar özü itibariyle nur olan
ışın dalgaları halinde
dağılırlar. Oysa insan kalbi bilimden asırlar
önce bu büyük gerçeği kavramıştı.
Şeffaflaşıp kanatlandığı, nurdan
ufuklara doğru yol aldığı her seferinde
kavramıştı bu gerçeği. Hiç kuşkusuz
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbi bu gerçeği
tam ve her yönüyle kavramıştı. Taiften dönerken
ellerini insanlardan silkeleyip ve Rabbine yönelirken bu nuru
ifade etmişti:
"Allah'ım karanlıkları
aydınlattığın, dünya ve ahiret işlerini
onunla düzenlediğin yüzünün nuruna sığınırım."
İsra ve Miraç yolculuğu dönüşünde de bu nuru
ifade etmişti. Hz. Aişe "Rabbini gördün mü?"
diye sorduğunda "O nurdur, nasıl görebilirim ki?"
diye cevap vermişti.
Ne var ki insanın bünyesi uzun süre bu sürekli kaynayan,
her tarafı bürüyen nuru algılamaya güç yetiremez.
Uzun süre bu uzak ufku seyredemez. Bu yüzden ayeti kerime bu
engin gösterdikten sonra mesafesini yaklaştırmaya
başlıyor. Yakın ve somut bir örnekle onu insanın
sınırlı kavrama yeteneğini ilgi alanına
yaklaştırıyor:
"Onun nuru, içinde kandil yanan bir projektöre benzer,
kandil fanus içindedir ve bu fanus sanki inci gibi parıldayan
bir yıldızdır. Bu kandil yakıtını,
bereketli bir zeytin ağacının yağından
sağlar. Ağaç ne doğuya ne de batıya bakmayan
ve bu yüzden sürekli güneş alan bir arazide
yetiştiği için yağı, hiç ateşe
değmese bile kendiliğinden tutuşup
ışıyacak kadar saftır. O nur üzerine nurdur."
Bu, sınırsız bir tabloyu insanın
sınırlı kavrama yeteneğine
yaklaştırmak amacıyla verilen bir örnektir.
Özünü kavramaktan yoksun olana algıladığı
şeyin küçük bir örneğini çizmektir bu.
İnsanın boyutlarını ve çaresiz kavrama yeteneğini
aşan engin ufukları izleyememesi gerçeği
karşısında bu örnek, nurun mahiyetini, özelliğini
insanın kavrayışına yaklâştırmaktadır.
Göklerin ve yerin genişliğinden ışık
sızdırmayan bir duvarda, projektör işlevi gören
küçücük oyuğa geçiliyor. Bu oyuğa kandil konur, böylece,
ışığı yoğunlaşır,
sıklaşır, daha güçlü ve daha parlak olur.
"İçinde kandil yanan bir projektör gibi."
"Kandil bir fanus içindedir."
Bu fanus onu rüzgârdan korur, yığını
parlatır, daha aydınlık ve daha gür görünür.
"Bu fanus sanki inci gibi parıldayan bir
yıldızdır."
Bizzat kendisi de şeffaf ince, parlak ve
aydınlatıcıdır. Burada düşünce,
küçük bir modele takılıp kalmasın diye; küçük
bir fanustan büyük bir yıldıza yükselirken örnekle
gerçek, modelle asıl birleşiyor. Çünkü bu model,
zihinleri büyük ve asıl gerçeğe
yaklaştırsın diye gösterilmiştir. Bu
kısa ayrılıktan sonra ayetin akışı
tekrar modele, yani kandile dönüyor..
"Bu kandil yakıtım bereketli bir zeytin
ağacının yağından sağlar.
"
Zeytin yağının ışığı,
bu ayete ilk defa muhatap olanların bildiği en parlak
yıktı. Ancak sırf bunun için seçilmemiştir
bu örnek. Aynı zamanda bu bereketli ağacın
yaydığı kutsallık havası da ön planda
tutulmuştur. Bu Tur dağındaki vadinin
kutsallığıdır ve burası Arap
yarımadasına zeytin ağacının
yetiştiği en yakın bölgedir. Kur'an-ı
Kerim'de buna ve çevresine yaydığı kutsallık
havasına işaret edilir:
"Asıl kaynağı Tur-i sina olan ve yiyenlere
yağ ve katık sağlayan ağacı da
yarattık."
Zeytin ağacı oldukça verimli ve uzun ömürlü bir ağaçtır.
İnsanlar bu ağacın her şeyinden
yağından, odunundan, yapraklarından ve meyvesinden
yararlanırlar. Bir kez daha asıl ve büyük gerçeği
hatırlatmak için küçük modelden uzaklaşılıyor.
Bu ağaç bilinen anlamda bir ağaç değildir. Bir
yere ve bir yöne bağlı değildir. Ve sırf
yaklaştırma amaçlı soyut bir örnektir.
"Bu ağaç ne doğuya ne de batıya
bakar."
Yağı da görülen ve bilinen yağlardan
değildir. Bu, değişik ve ilginç bir yağdır.
"Yağı hiç ateşe değmese bile
kendiliğinden tutuşup ışıyacak kadar
saftır."
Şu halde bu yağ bizzat şeffaflıktır,
başlı başına bir parlaklıktır, bu yüzden
neredeyse yakmadan tutuşup ışıyacaktır.
"Ateşe değmese bile"
"O nur üzerine nurdur."
Ve biz yolculuğun sonunda derin ve engin nura yeniden dönüyoruz.
Bu, göklerin ve yerin karanlıklarını
aydınlatan Allah'ın nurudur. Ve biz bu nurun mahiyetini
ve boyutunu kavrayamayız. Sadece kalpleri ona bağlama,
onu görmelerini sağlama çabasıdır bizimki.
"Allah dilediği kimseleri bu nura iletir."
Kalplerini açıp onu görenleri bu nura iletir. Çünkü
bu nur gökleri ve yeri kaplamıştır. Göklerde ve
yerde her zaman fışkırmaktadır. Bu nur hiç
eksik olmaz göklerde ve yerde. Kesilmez, sınırlandırılmaz
ve gizlenmez bu nur: Bir kalp ne zaman bu nura yönelmek isterse
onu görür. Bir yol şaşkını, ne zaman bu
ışığın farkına varırsa yolunu
bulur, bu nura bağlanırsa Allah'ı bulur.
Yüce Allah'ın kendi nuru için verdiği örnek,
insanların kavrayışlarını bu nur
yaklaştırmanın bir yoludur. Çünkü yüce Allah
insanların kapasitelerini bilir.
"Allah
insanlara somut örnekler verir. Allah her şeyi bilir."
Bu engin nur, gökleri ve yeri kaplayan, göklerde ve yerde çağlayan
bu nur, kalplerin Allah'la buluştuğu, O'na
kavuştuğu, O'nu anıp korktuğu, O'nun için her
şeyden soyutlandığı, onu hayatın tüm
nimetlerine tercih ettiği Allah'ı evlerinde
belirginleşir, billurlaşır.