O |
Nür
|
O |
|
6- Eşlerini zina etmekle suçlayan ve bu konuda
kendilerinden başka şahit gösteremeyen erkekler, eğer
Allah hakkı için doğru söylediklerine ilişkin dört
kez yemin ederlerse, tek başlarına yaptıkları
bu şahitlik, dört şahitlik yerine geçer.
7- Beşinci keresinde de "Eğer yalan söylüyorsam,
Allah'ın lanetine uğrayayım" demeleri gerekir.
8- Fakat suçlanan kadının "Allah hakkı için
kocam yalan söylüyor" diye kendi adına dört kez
şahitlik etmesi, kendisini cezaya çarpılmaktan
kurtarır.
9- Böyle bir kadının beşinci defasında da
"Eğer kocamın söylediği doğru ise
Allah'ın laneti üzerime olsun "demesi gerekir.
10- Eğer Allah'ın size yönelik lütfu ve merhameti
olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet
sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?
Bu ayetlerde durumun dikkat etmeyi gerektiren özelliği,
konunun özenliliği gerektiren kaygan zemini gözönünde
bulundurularak eşler için kolaylıklar
getirilmiştir. Koca,karısının bu suçu işlediğini
gördüğü halde kendisinden başka şahit
getiremezse, bu durumda dört defa karısının zina
ettiğine ilişkin iddiasının doğru
olduğuna Allah adına yemin eder. Bu yeminler
şahitlik olarak nitelendirilmiştir, çünkü kendisi tek
şahittir. Bunu yaptıktan sonra karısının
mihrinin tutarını öder ve kararından dönmemek
üzere boşar. Kadın da zina cezasını yani
taşlanarak öldürülmeyi hakeder. Ancak kadın kendisine
zina cezasının uygulanmamasını isterse, bu
durumda kocasının hakkında söyledikleri
şeyler de yalan söylediğine dört kere Allah adına
yemin eder. Beşincisinde de eğer kocası doğru
kendisi de yalan söylüyorsa Allah'ın öfkesinin üzerine
olması hususunda yemin eder. Böylece kadına zina
cezası uygulanmaz ve karşılıklı
lanetleşme ile kocasından kesin şekilde
boşanır. Eğer hamile ise çocuk kocasının
değil, kendisinin adını alır. Bundan sonra
çocuğa zina suçlamasında bulunulamaz, kim böyle bir
suçlamada bulunursa cezalandırılır.
Böyle kolaylaştırma ve yumuşatma, durum ve
şartların gözönünde bulundurulması hususu
üzerinde şu değerlendirme yapılıyor:
"Eğer Allah'ın size yönelik lütfu ve merhameti
olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet
sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?"
Bu yumuşatmalarda ve günaha bulaştıktan sonra
gerçekleşen tevbe olayında somutlaşan
Allah'ın rahmeti ve onlara yönelik iyiliği
olmasaydı ne olacaktı. Bu hususta bir açıklama yer
almıyor. Allah'tan korkanlar sakınsın diye mesele
bu tarzda kapalı ve ürkütücü bir durumda bırakılıyor.
Ama ayet, bu durumda büyük bir kötülüğün olacağına
işaret etmektedir.
Bu hükmün indiriliş sebebine ilişkin
doğruluğundan şüphe edilmeyen çeşitli
rivayetler mevcuttur.
"İffetli kadınları zina etmekle suçladıktan
sonra, bu konuda dört şahit gösteremeyenlere seksen sopa
vurunuz ve artık şahitliklerini hiç kabul etmeyiniz"
ayeti indiği zaman Ensarın önderi Sa'd b. Ubade
-Allah ondan razı olsun- "Bu ayet bu şekilde mi
indi ey Allah'ın Peygamberi"? dedi. Bunun üzerine
Peygamberimiz "Ey Ensar topluluğu, önderinizin ne dediğini
duymuyor musunuz?" dedi. Onlar da şu
karşılığı verdiler: "Ey
Allah'ın Peygamberi, onun kusuruna bakma. Çünkü o kıskanç
bir adamdır. Allah'a andolsun ki, bugüne kadar sadece bakire
kadınlarla evlenmiştir. Ayrı derecede kıskanç
birisi olduğundan dolay onun boşadığı bir
kadınla bizden hiç kimse evlenmeye cesaret edememiştir."
Ardından Sa'd şöyle dedi: "Vallahi, ya Resulullah,
ben bu ayetin, bu hükmün doğru olduğunu ve bunun
Allah'tan geldiğini biliyorum. Fakat ben bir adamın
kınanmış kötü bir kadınının
bacaklarını ayırıp üstüne abandığını
gördüğün halde, dört şahit getirmeyene kadar ona
dokunamayacağıma, karışamayacağıma
hayret ediyorum. Oysa Allah'a andolsun ki, ben şahit getirene
kadar adam işini bitirir." İbni Abbas diyor ki,
bunun üzerinden çok zaman geçmemişti ki, Hilal b. Ümeyye
(Hilal b. Umeyye Tebük seferine katılmayan üç kişiden
biridir.) geldi. Hilal yatsı zamanı tarlasından dönmüş
evine gelmişti. O sırada karısının
yanında bir adam bulmuş, cinsel ilişkide
bulunduklarını gözleriyle görmüş,
kulaklarıyla işitmişti. Sabaha kadar bu adama
ilişmemişti. Sabah olunca erkenden Hz. Peygambere gelip:
"Ya Resulullah, ben yatsı zamanı karımın
yanına geldiğimde yanında bir adam buldum, cinsel
ilişkide bulunduklarını gözlerimle gördüm,
kulaklarımla işittim" dedi. Hz. Peygamber -salât
ve selâm üzerine olsun- dediklerinden hoşlanmadı ve bu
durum onun canını sıktı. Bunun üzerine Ensar
toplanarak "Sâ'd b. Ubade'nin dedikleri başımıza
geldi. Şimdi Resulullah Hilali cezalandıracak ve
insanlar içinde onun şahitliğini geçersiz sayacak"
dediler. Hilal ise, "Allah'a andolsun ki, ben yüce Allah'ın
bir çözüm yolu göstereceğini umuyorum" dedi. Sonra
da gelip Resulullah'a şöyle dedi: "Ya Resulullah, ben
söylediklerimden dolay canının
sıkıldığını görüyorum, fakat Allah
biliyor ki, ben doğru söylüyorum... Allah'a andolsun ki,
Hz. Peygamber Hilal'e seksen sopa vurulmasını istemek
üzereyken vahiy geldi. Vahyin gelişini renginin kaçmasından
anlamışlardı. (Yani vahiy kesilene kadar onunla
konuşmadılar) O sırada şu ayet inmişti: "Eşlerini
zina etmekle suçlayan ve bu konuda kendilerinden başka
şahit gösteremeyen erkekler, eğer Allah hakkı için
doğru söylediklerine ilişkin dört kez yemin ederlerse,
tek başlarına yaptıkları bu şahitlik, dört
şahitlik yerin e
geçer."
Bunun üzerine Hz. Peygamber sevindi ve "Müjdeler olsun
ya Hilal yüce Allah seni kurtardı ve sana bir çözüm yolu
gösterdi" dedi. Hilal "Ben her şeyden üstün ve
ulu olan Rabbimden bunu umuyordum" dedi. Daha sonra Hz.
Peygamber "O kadını çağırın"
dedi. Kadını çağırdılar o da geldi. Hz.
Peygamber bu ayeti kendilerine okudu, onları uyardı,
ahiret azabının dünya azabından daha şiddetli
olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Hilal:"Ya
Resulullah ben onun hakkında doğru söylüyorum"
dedi. Kadın ise, "Hayır, yalan söylüyor"
dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- Arkadaşlarına "Bunları aralarında'
lanetleştirin" dedi. Hilal'e "şahitlik
et" dediler. Hilal dört defa, doğru söylediğine
Allah adına yemin ederek şahitlik etti.
Beşincisinde de "Ey Hilal, Allah'tan kork. Çünkü
dünya azabı ahiret azabına göre hafiftir. Bu
söylediklerin ise sana azabı gerektirecek şeylerdir"
dedi. Hilal ise, "Allah'a andolsun ki, yüce Allah bunun
için dayak cezasını vermediği gibi, ahirette de
azap etmez" dedi. Ve beşinci seferde, eğer yalan söylüyorsam
Allah'ın laneti üzerime olsun, dedi. Sonra kadına
"Onun yalan söylediğine ilişkin dört defa Allah
adına yemin ederek şahitlik et" denildi.
Beşincisinde "Allah'tan kork. Çünkü dünya azabı
ahiret azabına göre daha hafiftir. Çünkü bu
söylediklerin, sana ahirette azap edilmesini gerektirecek
şeylerdir" denildi. Kadın bir süre durakladı
suçunu itiraf edecek gibi oldu. Sonra "Vallahi akrabalarımı
utandıramam" dedi. Ve beşinci kere "Eğer
yalan söylüyorsam ve o da doğru söylüyorsa Allah'ın
laneti üzerime olsun" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
-salât ve selâm üzerine olsun- onları birbirinden
ayırdı. Ayrıca çocuğun bir babaya nispet
edilmemesine, boşanma ve ölüm dışındaki bir
nedenden dolay ayrıldıkları için Hilal'in kadına
ev ve nafaka temin etmek zorunda olmadığına karar
verdi. Sonra şöyle buyurdu: "Eğer
kadının doğurduğu çocuk kızıl saçlı,
kalçaları zayıf ve ince bacaklı ise, çocuk
Hilal'dendir... Eğer esmer, kıvırcık saçlı,
iri cüsseli kalın bacaklı ve dolgun kalçalı ise
çocuk sözü edilen kişidendir·. Daha sonra kadın
esmer, kıvırcık saçlı, iri cüsseli, kalın
bacaklı ve dolgun kalçalı bir çocuk doğurdu.
Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
"Eğer yeminler olmasaydı bu kadına başka
türlü davranırdım" buyurdu.
Böylece bu hüküm, fiilen yaşanmış pratik bir
durumu karşılamak için inmiştir. Hem olaya muhatap
olmuş kişiyi hem de müslümanları zor durumda
bırakmış bir sorunu çözümlemiştir. Nitekim
bu olay Peygamberimizin de canını sıkmış
ve bir çözüm yolu bulamamıştı. Buhari'nin
rivayetinde de denildiği gibi, Hilal b. Ümeyye'ye "Ya
bunu kanıtlarsın, ya da sırtına sopa vururum"
demişti. Hilal de "Ya Resulullah birimiz
karısının üstünde bir adam görse, şahit
aramaya mı koşar?" demişti.
Biri çıkıp da şöyle bir soru sorabilir: Yüce
Allah zina suçlamasına ilişkin genel hükmünü
koyarken böyle bir problemin çıkacağını
bilmiyor muydu? Yüce Allah bu istisnai hükmü neden böylesine
zor ve içinden çıkılmaz bir durumdan sonra indirdi?
Bu soruya verilecek cevap şudur: Evet yüce Allah
biliyordu. Ne var ki, onun hikmeti, bir hükmü ihtiyaç duyulduğu
zaman indirmeyi öngörmüştür. Böyle bir durumda insanlar
indirilen hükmü daha istekli karşılarlar. Bu hükümde
somutlaşan yüce Allah'ın hikmetini, kendilerine yönelik
lütfunu daha iyi kavrarlar. Bu hükümden sonra şu
değerlendirmenin yer alması da bu yüzdendir:
"Eğer Allah'ın size yönelik lütfu ve merhameti
olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet
sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?" İslâm'ın
ve Peygamberin eğitim yönteminin bu Kur'an aracılığı
ile insanlığa neler
kazandırdığını, onları hangi yüce
ufuklara çıkardığını son derece
heyecanlı kıskanç, galeyana gelmeden önce uzun boylu
düşünmeyen gayretkeş arap insanını ne hale
getirdiğini görmemiz için, bu olay üzerinde kısaca
durmak istiyoruz. Birine zina suçlamasında bulunan ve bunu
da dört şahit göstererek kanıtlayamayan kişiyi
cezalandırmayı öngören bu hüküm indiği zaman bu,
tipik Arap insanının zoruna gidiyor, kabullenemiyor.
Öyle ki Sâ'd b. Ubade "Ya Resulullah, ayet bu şekilde
mi indi?" diye sorma gereğini duyuyor. Aslında Sa'd
bu soruyu sorarken ayetin o şekilde indiğinden
kesinlikle emindir. Ne var ki, O, bu soruyu, yatağında
bilinen bir durum karşısında bu ayetin içerdiği
hükme boyun eğmede nefsinin ne kadar
zorlanacağını ifade etmek için soruyor. O bu düşüncenin
acılığını,
dayanılmazlığını şu şekilde
ifade ediyor: "Vallahi, ya Resulullah, ben bu ayetin, bu hükmün
doğru olduğunu ve bunun Allah'tan geldiğini
biliyorum. Fakat ben, bir adamın kınanmış,
aşağılık bir kadının
bacaklarını ayırıp üstüne abandığını
gördüğüm halde, dört şahit getirmedikçe ona
dokunamayacağıma, karışamayacağıma
hayret ediyorum. Oysa Allah'a andolsun ki, ben şahit getirene
kadar adam işini bitirir."
Çok geçmeden Sa'd b. Ubade'nin düşünmek bile istemediği
bu acı olay... Evet çok geçmeden bu düşünce
gerçekleşti... İşte şu adam
karısının biriyle yattığını gözleriyle
gördüğü, kulaklarıyla duyduğu halde,
Kur'an'ın bu hükmünden kaynaklanan bir engelden dolay bir
şey yapamıyor. Duygularına, törelerine, Arap
toplumunun katı ve köklü mantığına galip
geliyor; kanında baş gösteren galeyanı,
duygularında kopan fırtınayı, kabaran
sinirlerini frenliyor. Bütün bunlara karşılık
Allah'ın ve Peygamberinin hükmünü bekleyerek sabrediyor.
Ve bu hiç kuşkusuz dayanılmaz, zor bir durumdur. Ne var
ki, islâmi eğitim, hem kişisel hem de hayata
ilişkin meselelerde hükmün Allah'a ait olması için kişileri
bu zor ve dayanılmaz duruma katlanmaya
hazırlamıştır.
Peki bu nasıl mümkün olmuştur?.. Onlar yüce Allah'ın
kendileri ile beraber olduğunu, O'nun himayesinde
olduklarını, yüce Allah'ın kendilerini gözettiğini,
O'nun zor ve dayanılmaz bir yükümlülük yüklemeyeceğini,
kesinlikle bildikleri için bu durumun gerçekleşmesi mümkün
olmuştur. Onlar her zaman Allah'ın gölgesinde yaşıyorlardı.
O'nun ruhundan teneffüs ediyorlardı. Çocukların
merhametli ve sorumlu bir aile reisine baktıkları gibi
O'na bakarlardı, onun hükümlerini beklerlerdi.
İşte, Hilal b. Ümeyye, karısının bir
adamla yattığını gözleriyle görüyor,
kulaklarıyla işitiyor, ama yalnızdır. Gelip
Resulullah'a şikayet ediyor. Fakat Hz. Peygamber -salât ve
selâm üzerine olsun- ona Allah'ın verdiği cezayı
uygulamaktan başka çıkar yol bulamıyor ve "Ya
bunu kanıtlarsın, ya da sırtına sopa
vururum" diyor. Ama Hilal b. Ümeyye yüce Allah'ın
kendisine sopa vurulmasına müsaade edeceğini düşünmüyor,
çünkü iddiasında doğrudur. Evet, işte yüce
Allah eşlerin durumunu ilgilendiren istisnai hükmünü
indiriyor. Hz. Peygamber de Hilal'i bununla müjdeliyor. O da
Rabbine güvenen ve doğruluğundan emin bir edayla:
"Ben her şeyden üstün ve ulu olan Rabbimden bunu
umuyordum" di yor. Bu yüce Allah'ın rahmetinden, gözetiminden
ve adaletinden emin olmanın ifadesidir. En çok da yüce
Allah'ın kendileri ile beraber olduğunun, oları
kendi başlarına bırakmadığının,
O'nun yanında, O'nun himayesinde olduklarının
bilincinde olmanın verdiği güven duygusunun ifadesidir.
İşte onları Allah'ın hükmüne uymaya, O'na
teslim olmaya, O'nu benimsemeye yönelten iman budur.
İLK OLAYI VE İFTİRA
Birine zina suçlamasında bulunmanın hükmü açıklandıktan
sonra, zina suçlamasında bulunmaya bir örnek veriliyor, bu
davranışın iğrençliği, adiliği
ortaya konuyor. Bu suçlama, Peygamberin tertemiz ve saygın
ailesine yöneliktir. Suçlanan, Allah katında
insanların en saygını Hz. Peygamberin
ırzıdır, şerefidir, Allah'ın
Peygamberinin yanında insanların en saygını
arkadaşı Ebubekir Sıddık'ın (Allah ondan
razı olsun)namusudur. Allah Peygamberinin,hakkında
"sadece iyiliğini biliyorum" şahitliğinde
bulunduğu Safvan b. Muattal'ın namusudur,
şerefidir... Ve bu olay müslümanları tam bir ay
uğraştırır.
Bu sözünü ettiğimiz,ulu ve üstün düzeyde ele alınan
olay ifk (iftira)olaydır:
|
|
O |
|
O |
|