idi.
Celde; değnekle vurma, zina eden bekar erkek ve
kadınların cezasıdır. Bunlar evlilik
aracılığı ile korunmamış kimselerdir.
Müslümanlar, ergenlik çağına ulaşmış,
akıllı ve özgür oldukları sürece bu ceza uygulanır
kendilerine. Muhsan ise, geçerli bir nikah sonucu daha önce
cinsel ilişkide bulunmuş özgür ve erginlik çağına
ulaşmış müslümandır. Böyle biri zina yaptığında
cezası, taşlanarak öldürülmedir. (Recimdir).
Zina edenin taşlanarak öldürülmesi (Recm edilmesi)
peygamberimizin salât ve selâm üzerine olsun- fiili uygulaması
ile kesinleşmiştir. Değnekle vurma ise Kuran
ayetiyle kesinleşmiştir. Kur'an ayeti genel ve toplu bir
ifadeye sahip olmakla beraber, peygamberimizin sadece zina eden
iki evli insanı taşlatarak öldürttüğü (Recm
ettirdiği) için bununla değnekle dövme cezasının
evli olmayanlara özgü olduğu
anlaşılmıştır.
Zina eden evlilere (muhsan olanlara) hem değnekle dövme,
hem de taşlayarak öldürme 'cezalarının birlikte
uygulanması konusunda fıkhi bazı görüş
ayrılıkları mevcuttur. Fıkıhçıların
çoğunluğuna göre, değnekle dövme ve taşlayarak
öldürme cezaları birlikte uygulanmaz. Bunun gibi, evli
olmayan biri zina ettiğinde değnekle dövme cezası
ile birlikte sürgün edilip edilmeyeceği, yine özgür
olmayanlara uygulanacak zina cezası etrafında
fıkıhçılar arasında birtakım görüş
ayrılıkları vardır. Bunlar uzun görüş
ayrılıklarıdır, biz bunların
ayrıntısına girmiyoruz. Fıkıh
kitaplarındaki yerlerine bakılabilir. Fakat biz konulan
bu kanunun hikmeti ile birlikte yolumuza devam ediyoruz. Görüyoruz
ki,bekârın cezası değnekle dövme, evlininki ise,
taşlanarak öldürülmedir. Çünkü geçerli bir nikah
sonucu daha önce cinsel ilişkide bulunmuş özgür ve
ergenlik çağına ulaşmış bir müslüman,
doğru ve temiz yolu tanımış ve denemiş
birisidir. Böyle birinin bu doğru ve temiz yolu
bırakarak zinaya yeltenmesi fıtratının
bozulmuşluğunu, sapıklığını göstermektedir.
Bu kişi, deneyimsiz, aldanmış, cinsel arzunun
baskısı ile bunalmış bekarın aksine sert
bir şekilde cezalandırılmayı haketmiştir.
Sonra eylemin tabiatında bir başka farklılık
daha vardır. Çünkü başından evlilik geçmiş
birisi bu konuda deneyim sahibidir. Bu yüzden daha çok zevk alır,
bekarın aldığı zevkten kat kat fazlası
ile tatmin olur. Bu açıdan da daha şiddetli
cezalandırılmayı hakeder.
Kuran-ı Kerim burada -az önce değindiğimiz
gibi- yalnızca bekara uygulanacak cezadan söz ediyor, bu
cezanın kesinlikle uygulanmasını, hoşgörülü
ve gevşek davranılmamasını belirtiyor.
"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine
yüzer sopa vurunuz. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız,
O'nun dini konusunda onlara acımayınız.
Onların ceza görmesine mü'minlerden bir grup da şahit
olsun."
Bu ayet, cezanın uygulanmasını, bu suçu işleyenlere
uygulandığında acıma duygusuna yer
verilmemesini, Allah'ın dininin hükümleri ve hakkı
yerine getirilirken yumuşak davranılmamasını,
cezaları uygulamamaya yeltenilmemesini, hem bu suçu işleyenler
hem de seyredenler üzerinde daha etkili ve caydırıcı
olması için bu cezanın bir grup mü'minin huzurunda
herkese açık bir yerde uygulanmasını son derece
kesin bir şekilde ifade etmektedir.
Sonra bu eylemin iğrençliğini,
tiksindiriciliğini daha bir arttırmakta ve bu suçu işleyenlerle
müslüman toplum arasındaki tüm bağları kesip
atmaktadır.
"Zina eden erkek, ancak zina eden ya da Allah'a ortak
koşan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla
da, ancak zina eden ya da Allah'a ortak koşan bir erkek
evlenebilir. Bu tür evlilikler, mü'minlere yasaklanmıştır.
Şu halde bu suçu işleyenler mü'minken işlemezler.
Olsa olsa imandan veya imani duygulardan uzak bir psikolojik
durumda olabilirler. Bu suçu işledikten sonra da, mü'min
bir nefis, bu iğrenç işi yapmak suretiyle imanın
dışına çıkmış bir nefisle nikah
bağı ile bir arada bulunmak istemez. Bu bağdan
nefret eder, tiksinir. Bu yüzden İmam Ahmed, bu iğrenç
pisliği temizleyen tevbe olay gerçekleşmediği sürece
zina eden bir erkekle, iffetli bir kadının, aynı
şekilde iffetli bir erkekle zina eden bir kadının
nikah bağı ile biraraya gelmelerinin haram olduğunu
söylemiştir. Her halukârda bu ayet, mü'min bir erkeğin
tabiatının zina eden bir kadınla nikahlanmaktan,
yine mü'min bir kadının tabiatının da zina
eden bir erkekle nikahlanmaktan iğrendiğini ifade
etmektedir. Nitekim nikàh bağının gerçekleşmemesi
istenirken kullanılan " yasak edilmiştir' kelimesi
bu yasağın şiddetini, kesinliğini
vurgulamaktadır.
"Bu tür evlilikler mü'minlere yasaklanmıştır."
Bununla, insanlar arasında yer alan bu kirli zümre ile
tertemiz müslüman toplum arasındaki tüm bağlar
kesilip atılıyor.
Bu ayetin indiriliş sebebi ile ilgili olarak şöyle
bir olay anlatılır: Mersed b. Ebi Mersed adında
biri Mekke'den Medine'ye bazı esirler taşıyordu (Esirlerden
maksat, kendi imkânları ile hicret edemeyen ve müşrikler
tarafından Mekke'de alıkonulan güçsüz mü'minler
olabilir.) Mekke'de Inak adında bir fahişe vardı.
Bu kadın Mersed'in dostuydu. Mersed Mekke'de bir esire,
kendisini Medine'ye taşımaya söz vermişti. Mersed
diyor ki, mehtaplı bir gecede Mekke'deki duvarlardan birinin
gölgesine gelmiştim. O sırada Inak geldi ve
duvarın dibindeki karartıyı farketti. Biraz daha
yaklaşınca beni tanıdı. "Sen Mersed misin?"
dedi. "Evet dedim. "Merhaba, hoş geldin, haydi
geceyi bizde geçirelim" dedi. Ben de "ey Inak, Allah
zinayı haram etti" dedim. Bunun üzerine "Ey çadırdakiler,
bu adam esirlerinizi kaçırıyor" diye
bağırdı. Sekiz adam peşime düştü. Ben
bir bahçeye girdim,bir mağara veya oyuk karşıma çıktı.
Ben de girdim. Beni kovalayanlar da geldiler, hatta
başımda dikildiler. Sonra üstüme işediler,
sidikleri başıma dökülüyordu. Fakat yüce Allah beni
görmelerine engel oldu. Sonra geri döndüler. Ben de arkadaşımın
yanma döndüm ve onu götürdüm. Ağır birisiydi
Izhır denilen yere gelince iplerini çözdüm. Nihayet onun
da yardımıyla kendisini Medine'ye getirebildim. Daha
sonra Hz. peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yanına
gidip "Ya Resulullah Inakı nikahlayayım mı?"
dedim. Bu soruyu iki defa sordum. Resulullah sustu ve herhangi bir
şey söylemedi. Sonra şu ayet indi:
"Zina eden erkek, ancak zina eden ya dâ Allah'a ortak koşan
bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina
eden ya da Allah'a ortak koşan bir erkek evlenebilir. Bu tür
evlilikler mü'minlere yasaklanmıştır."
Bunun üzerine Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun-
"Zina eden bir erkek ancak zina eden veya müşrik olan
bir kadınla evlenebilir. Onunla evlenme" buyurdu. (Ebu
Davud, Nesai ve Tumizi rivayet etmişlerdir.)
Bu rivayet tevbe etmediği sürece bir mü'minin zina eden
bir kadınla, aynı şekilde mü'min bir kadının
zina eden bir erkekle evlenmesinin yasak olduğunu ifade
etmektedir. İmam Ahmed bu düşüncededir. Onun dışındakiler
başka görüşleri benimsemişlerdir. Fıkıh
kitaplarından bu ihtilaflı mesele
araştırılabilir. Kısacası zina suçu, işleyenin
müslüman toplumdan uzaklaştırılmasına,
onunla müslüman toplum arasındaki tüm bağların
koparılmasına neden olmuştur. Bu bile son derece
acı, değnekle döver gibi hatta ondan daha etkili
toplumsal bir cezadır.
İslam, bu iğrenç ve pis eylem için son derece katı
ve caydırıcı cezalar belirlerken insanın
fıtratından kaynaklanan içgüdüleri gözardı
etmiyor; onlara savaş açmıyor. İslâm, insanların
bu eğilimleri önleme gücüne sahip olmadıklarını,
üstelik bu eğilimleri köreltip öldürmenin insana bir
yarar sağlamadığını gözönünde
bulundurur. Yüce Allah'ın insanların bünyelerine yerleştirdiği,
hayata hükmeden büyük yasanın bir parçası
kıldığı,hayatın sürmesi ve insanın
halife seçildiği dünyanın kalkınması için
bir araç kıldığı doğal görevlerini
durdurmaya çalışmaz.
İslâm, bir bedeni diğerinden ayırmayan, bir
aile ve bir yuva kurmayı düşünmeyen kaba bedensel
arzunun tatmin olması ile birlikte son bulan bir hayatı
kurmay hedefleyen hayvansal eğilimlere savaş açar.
İslâm, cinsel hayatı yüce insani duygulara dayandırmak
ister. Bununla iki bedeni, iki nefsi, iki kalbi, iki ruhu daha
kapsamlı bir ifadeyle iki insanı buluşturur,
kaynaştırır. Bu iki insanı birbirine
bağlayan ortak hayatları, ortak istekleri, ortak
acıları ve ortak gelecekleridir.-Bu iki insan beklenen
nesilde buluşurlar, birbirlerinden ayrılmayan
anne-babanın himayesindeki ortak yuvada yetişen yeni
kuşakla bütünleşirler.
Bu yüzden İslâm, hayvansal bir sapma olan zinayı
sert bir şekilde cezalandırır. Bu sapma
yukarıda saydığımız tüm anlamları
bir kenara atar, tüm hedefleri yok eder. İnsanı;
dişiler ve erkekler arasında bir fark gözetmeyen
hayvana dönüştürür. Artık bütün düşüncesi
bir süre için et ve kanın açlığını
gidermektir. Tatmin olup ayrıldıktan sonra, bu zevkin
ötesinde hayatın sürmesi için bir yapıcılık,
yeryüzünü kalkındırmak sözkonusu değildir. Ne
bir üreticilik ne de üretim arzusu yoktur. Hatta gerçek ve
yüce bir sevgi duygusu da yoktur bu eylemin gerisinde. Çünkü
sevgi sürekliliği gerektiren bir karaktere sahiptir. Bu, birçoklarının
bir terane gibi tutturup aşk sandıkları bireysel ve
kopuk bir heyecandır. Daha doğrusu bu, kimi zamanlarda
insani sevgi kisvesine büründürdükleri hayvansal bir heyecandır.
İslâm, insanın fıtri isteklerine savaş açmaz,
onları iğrenilmesi gereken bir şey olarak da görmez.
Yalnızca onları bir sisteme oturtur, temizler.
Onları hayvansallık düzeyinin üstüne çıkarır.
Kişisel ve toplumsal davranış
kurallarının bir çoğunun etrafında döndüğü
bir eksen olacak kadar yüceltir. Fakat zina -özellikle fuhuş-
bu fıtri eğilimi ruhsal inceliğinden yüce
arzulardan, insanlığın uzun tarihi boyunca
cinsellik üzerine oluşturulmuş tüm edep kurallarından
soyutlayıp, hayvanlardaki gibi çıplak, kaba ve çirkin
hale sokar. Hatta hayvanlarınkinden daha çok iğrençleştirir.
Çünkü birçok hayvan ve kuş çiftleri,düzenli eşleşme
hayatı içinde birbirlerinden ayrılmadan, kimi insan
topluluklarında yaygın olan zinanın -özellikle
fuhuşun- azdırdığı cinsel
anarşizmden uzak bir hayat yaşarlar.
İşte, İslâmı zina suçunu sert bir
şekilde cezalandırmaya iten etken, insan hayatında
meydana gelen bu cinsel yozlaşmadır. Bunun yanında,
bu suçtan söz edilir edilmez insanların aklına gelen;
neslin karışması, kin ve nefretin
yayılması, huzurlu ve güvenli aile ortamının
tehdit olması gibi birçok toplumsal zarar da bu hususta
etkili olmuştur. Bu sebeplerden herbiri zina
cezasının son derece sert olması için yeterlidir.
Fakat en büyük sebep; insan fıtratının
yakalandığı bu hayvansal sapmayı bertaraf
etmek; cinsellik üzerine oluşmuş insani edep
kurallarını korumak; süreklilik ve kalıcılık
esasına dayalı ortak evlilik hayatı gibi insan
hayatının üstün hedeflerini korumaktır. Benim düşünceme
göre, en önemli neden budur. Çünkü bu neden arka planda kalan
diğer nedenlerin tümünü kapsar niteliktedir.
Bununla beraber İslâm, bu eylemin gerçekleşmesine
engel oluşturacak cezanın da ancak, şüpheden uzak,
kesin durumlarda gerçekleşmesini sağlayacak koruyucu
önlemler almadıkça şiddetli ceza uygulamasına
gitmez. Çünkü İslâm eksiksiz bir hayat sistemidir. Sadece
cezai yaptırımlara dayanmaz. İslâm, tertemiz bir
hayatın nedenlerini yaygınlaştırma
esasına dayanır. Bundan sonra bu
kolaylaştırıcı nedenlere sarılmaktansa,
zorlanmadan, kendi isteğiyle çamura batmayı tercih
edenleri cezalandırır.
İşte bu surede, değindiğimiz koruyucu
önlemlerden birçok örnek yer almaktadır. Surenin
akışı içinde yeri geldikçe bunları ele
alacağız.
Bütün bu önlemlere rağmen yine de bu suç işlenecek
olursa, İslâm çıkış yolu olduğu sürece
cezayı uygulamama yönüne gider. Bunun dayanağı da
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- şu sözüdür:
"Elinizden geldiğince müslümanlara ceza uygulamamaya
bakın. Eğer bir çıkış yolu varsa
bırakın gitsin. Çünkü İmamın suçu bağışlayarak
yanılması, cezayı uygulayarak
yanılmasından daha iyidir." (Tirmizi, Hz. Aişe
(Allah ondan razı olsun)'nin hadisinden
almıştır.) Bu yüzden İslâm, bu suçun işlendiğini
gözleriyle gördüklerini söyleyen dört güvenilir şahidin
şahitlik etmesini ya da doğruluğunda şüphe
bulunmayan samimi bir itirafı zorunlu görür.
Uygulama imkanı olmadığı için bunların
hiç kimseyi suç işlemekten caydırmayan hayalı
cezalar olduğu düşünülebilir. Fakat az önce de
söylediğimiz gibi İslâm binasını cezai
yaptırımlara dayandırmaz. Suça iten nedenlerden
korunma, nefislerin arındırılması,
vicdanların temizlenmesi, ayrıca kalplerde
uyandırdığı duyarlılık esasına
dayandırır. Bu sayede insanlar, suçu işleyen
kişi ile müslüman toplum arasındaki tüm bağların
kopmasına neden olan bu suçu işlemekten
sakınırlar. Bu yüzden işledikleri suçla övünen,
bu suçu son derece kaba ve iğrenç bir yöntemle birçok kişinin
görebileceği bir şekilde işleyenleri
cezalandırır. Ya da kendilerine ceza verilmesi suretiyle
arınmak isteyenlere uygular bu cezayı. Nitekim Maiz ve
dostu Gamidiye'ye kendi istekleri ile bu ceza
uygulanmıştır. Bunlardan herbiri Hz. Peygamber'e
gelerek ısrarla kendilerini cezalandırmak suretiyle
temizlemesini istemişlerdir Peygamberimiz defalarca
duymazlıktan gelerek bunlardan yüz çevirdiği halde, dört
defa bu suçu işlediklerini itiraf etmişlerdi. Bundan
sonra cezayı uygulamaktan başka seçenek kalmamıştı.
Çünkü suçu üstlenme hiçbir şüpheye yér kalmayacak
şekilde Peygamberimiz'e ulaşmıştır.
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle
buyurmuştur:Cezaları kendi aranızda
bağışlayın. Çünkü bana ulaşan
cezayı uygulamak gerekir." (Ebu Davut, Kitabul Hudud
(Cezalar Kitabı), Devlet başkanının bilgisine
ulaşmamış cezaları bağışlamaya
ilişkin bölüm.)
Mesele kesinlik kazanınca ve hakim durumdan haberdar
olunca, cezayı uygulamak zorunlu hale gelir. Gevşek
davranmak, Allah'ın dininin hükümlerini uygularken suçluya
acımak olmaz. Bu durumda zina suçunu işleyenlere
acımak, topluma, insani edep kurallarına,
insanlığın vicdanına haksızlık olur.
Bu acıma, yapmacık bir acımadır. Çünkü
yüce Allah kullarına daha çok acır. O bunu seçmiştir
onlar için. Allah ve peygamberi bir hüküm koyunca, artık mü'min
bir erkek ve mü'min bir kadın için bu konuda seçme hakkı
kalmaz. Çünkü yüce Allah kullarının çıkarını,
onların tabiatlarını daha iyi bilir. Şu halde
bilir bilmez konuşan ukalaların cezaların
ağırlığından, sertliğinden söz
etmeleri anlamsızdır. Bu ceza ne kadar sert ve
ağır olsa da, içinde zinanın
yaygınlaştığı, fıtratın
bozulduğu, çamura battığı, ilkel
hayvanlık düzeyine yuvarlandığı bir toplumu
bekleyen akıbetten daha yumuşaktır.
Sadece zina suçuna verilecek cezayı
ağırlaştırmak, toplumsal hayatın
korunması, toplumun teneffüs ettiği havanın
temizliği için yeterli değildir. Ayrıca İslâm
-daha önce de söylediğimiz gibi- tertemiz bir hayat meydana
getirmek için cezai yaptırımlara dayanmaz. İslâm
bu konuda koruyucu önlemler almaya hayatın tüm havasını
suç kokusundan arındırmaya önem verir.
Bu yüzden zina cezasından sonra, zina edenlerin müslüman
ümmetin bünyesinden koparılmaları hükmünü
getiriyor. Arkasından, toplumsal atmosferden suçun
gölgesini uzaklaştırmak amacı ile bir diğer
adım daha atarak yoluna devam ediyor ve kesin bir kanıt
olmaksızın hiçbir şeyden habersiz iffetli
kadınlara iftira atıp zina suçu isnat edenleri ağır
şekilde cezalandırıyor.