O |
Nuh
|
O |
|
5- Nuh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece
gündüz çağırdım. "
6- Fakat benim çağırmam, .sadece benden
uzaklıklarını artırdı. "
7- Doğrusu ben senin onları bağışlaman
için kendilerini her çağrışımda,
parmaklarını kulaklarına tıkadılar,
elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe
büyüklendiler.
8- .Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım.
9- .Sonra onlara açıktan açığa, gizliden
gizliye de söyledim.
10-Dedim ki: "Rabbini;,den bağışlanma
dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. .
11- Size gökten bol bol yağmur indirsin. "
12".Sizi, mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için
bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın. "
13- Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz.
14- Oysa .sizi merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.
15- Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl
yarattığını görmez misiniz?
16- Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin
ışık saçmasını
sağlamıştır.
17- Allah .sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir.
18- .Sonra .sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır.
19- Yeryüzünde dolaşabilmeniz,
20- orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için,
onu size yayan O'dur.
21- Nuh dedi ki: "Rabbim doğrusu bunlar bana isyan
ettiler. Ve malı, çocuğu kendisine .sadece zarar
getiren kimseye uydular."
İşte Nuh peygamberin yaptıkları ve
İşte onun sözleri. Uzun bir mücadelenin sonunda
dönüyor ve Rabbine son raporunu sunuyor. Burada Hz. Nuh sürekli
ve kesintisiz bir çabayı tasvir ediyor: "Doğrusu
ben milletimi gece gündüz
çağırdım:"
Bıkmıyor, usanmıyor, burun
kıvıranılar, yanlışta ısrar etmeler
karamsarlığa düşürmüyor onu: "Fakat
benim çağırmam, sadece benden
uzaklıklarını arttırdı." Allah'a;
varlık ve hayatın nimet ve lütufların, hidayet ve
aydınlığın kaynağına yönelik çağrımdan
kaçtılar. Üstelik O, dinlemek için bir ücret, yol
göstericiliğin karşılığı olarak da
bir vergi istemiyor. Onlar, bağışlanmaları, günah,
isyan ve sapıklığın cürmünden kurtulmaları
için kendilerini Allah'a çağıran davetçiden kaçıyorlardı.
Davetçi her yerde karşılarına çıkıp,
davetini duyurmak için her fırsatı
değerlendirdiği, dolayısiyle kaçamadıkları
zamanlar sesini duymak istemiyorlardı. Onu görmeye bile
tahammül edemiyorlardı. Bu yüzden sapıklıkta
ısrar ediyor, hak ve hidayet çağrısına olumlu
karşılık vermeye tenezzül etmiyorlardı, büyüklük
taslıyorlardı. "Doğrusu
ben senin onları bağışlaman için kendilerini
her çağırışımda, parmaklarını
kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler,
direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler."
Bu, davetçinin davasını duyurmak için her fırsatı
değerlendirişini, kafirlerin de sapıklıkta
direnmelerini gösteren bir tablodur. Bu tabloda kıt
anlayışlı, inatçı insanlığın
çocuksu tutumu belirginleşiyor. Bu tutum,
parmaklarını kulaklarına tıkamaları ile,
başlarını elbiselerine bürümeleri ile somutlaştırılıyor.
Bu ayetler, çocukça inadı kusursuz bir tabloda
canlandırıyor. Hz. Nuh şöyle diyor: "Parmaklarını
kulaklarına tıkadılar." Onlar parmak uçlarıyla
kulaklarını tıkıyorlardı. Ama onlar
parmak uçlarını kulaklarına o kadar sert
tıkıyorlardı ki, sanki içine hiçbir ses girmesin
diye bütün parmaklarını kulaklarının içine
sokmak ister gibiydiler. Bu yanlışta ısrar etmenin,
inatçılığın kaba, çirkin bir tablosudur. Aynı
zamanda bu, insanların yaşlandıkları halde
ortaya koydukları çocuksu, ilkel davranışların
bir tablosudur.
Sürekli davetin, her fırsatı değerlendirmenin,
ısrarla karşılarına çıkmanın
yanısıra Hz. Nuh, her türlü yönteme başvurmuştu.
Kimi zaman açıkça davet etmiş, kimi zaman da gizli ve
açık daveti birlikte yürütmüştü: "Sonra, doğrusu
ben onları açıkça çağırdım. Sonra
onlara açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim."
Bütün bunları yaparken de dünya ve ahirette bir takım
kazançlar sağlayacaklarını Rabblerinden
bağışlanma diledikleri zaman affedileceklerini,
çünkü yüce Allah'ın günahları
bağışladığını söylemişti:
"Dedim ki:
"Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu
O, çok bağışlayandır." Onlara
geniş ve kolay elde edilen rızk, rızkın
bilinen ve onlara büyük bir arzuyla beklenen sebeplerini vaad
etmişti. Onun vurguladığımızın
sebebi, bol yağmurdu. Ekinler onunla yeşerir, nehirler
onun suyuyla beslenir. Ayrıca evlat gibi hoşlarına
gidecek, mal gibi arzuladıkları başka rızklar
da vaad etmişti: "Size gökten bol
bol yağmur indirsin.
Sizi mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler
varetsin, ırmaklar akıtsın."
Burada Allah'tan bağışlanma dilemek ile bu
rızklar arasında bir bağlantı kuruluyor.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde kalplerin ıslahı,
Allah'ın hidayetine uyması ile rızkın
kolaylaşması ve refahın genelleşmesi
arasında bu bağlantı kurulur. Örneğin bir
yerde şöyle denir: "Eğer şehirlerin
halkı inanmış ve bize karşı gelmekten
sakınmış olsalardı, onlara göğün ve
yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden
onları, yaptıklarına karşılık suçüstü
yakalayıverdik." (A`raf suresi 96) Bir başka
yerde de şöyle denir: "Şayet kitap ehli
inanıp karşı gelmekten sakınsalardı, kötülüklerini
örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık.
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabblerinden
kendilerine indirilen Kur'an'ı gereğince
uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı."
(Maide suresi
65-66) Bir başka yerde de şöyle denir: "Allah'tan
başkasına kulluk etmeyesiniz. Ve Rabbinizden
bağışlanma dileyesiniz diye. Ben size O'nun
tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.
Allah'a tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce
geçindirsin. Ve her layık olan kişiye hakkettiğini
versin."(Hud
2-3)
Kur'an-ı Kerimin değişik yerlerde dile
getirdiği bu kural, Allah'ın vaadi hayata egemen olan
yasa gibi sağlam temellere dayanan gerçek bir kuraldır.
Asırlar boyunca yaşanan realite de bunu
doğrulamaktadır. Bu kuralla söz konusu edilen
toplumlardır, fertler değil. Allah'ın
şeriatını uygulayan, Allah korkusundan kaynaklanan
bir istiğfarla ve salih amelle gerçekten Allah'a yönelen..
Allah'tan korkan, O'na kulluk sunan, O'nun
şeriatını uygulayan, bütün insanlar için adalet
ve güvenlik sağlayan hiçbir millet yoktur ki, iyiliklere
gark olmasın, yüce Allah O'nu yeryüzüne sağlam
temellere dayalı olarak egemen kılmasın, imar ve
ıslah için yeryüzüne halife kılmasın.
Bazı dönemlerde, Allah'tan korkmayan, O'nun
şeriatım uygulamayan, buna rağmen bolluk içinde yaşayan,
yeryüzünde hakimiyet kuran milletlere şahit oluyoruz. Fakat
bu durum, yalnızca bir sınavdır: "Biz, sizi
hayır ve şerle deneyerek imtihan ederiz." Ayrıca
bu, belâlı bir bolluktur. O toplumları, toplumsal
ihtilaller, ahlaki çöküntü, zulüm, haksızlık,
insanlık onurunun çiğnenmesi gibi felaketler yer
bitirir. Şu anda iki süper devlet var karşımızda.
Bunlar bolluk içinde yüzen, yeryüzünde hakimiyet kuran iki
büyük devlettir. Birincisi, kapitalist ikincisi, komünisttir.
Birincisinde ahlaki düzey, hayvanlardan daha aşağıya
doğru yuvarlanmaktadır. Hayat anlayışı
tepe taklak, aşağılık bir düzeye doğru
yuvarlanmaktadır. Herşey dolara dayalıdır
burada. ikincisinde ise, insanın değeri, köleden daha aşağıdadır.
Casuslar her tarafta dolaşmakta ve insanlar sistematik
katliamların dehşeti içinde yaşamaktadırlar.
insanlar, sabaha sağ çıkacaklarından emin olmadan
gecelemektedirler. Karanlık ithamların kurbanı
olmayacaklarından emin değildirler. Ne bu, ne o, insana
yaraşır huzurlu bir hayat kurabilmiş
değildirler.
Hz. Nuh'la birlikte uzun ve soylu cihadını izlemeye
devam ediyoruz. Burada Hz. Nuh, milletinin dikkatini iç ve dış
alemde yeralan Allah'ın ayetlerine çekiyor. Onların
Allah'a karşı takındıkları kötü edep
tavrından ve şımarıklıklarından
dolayı şaşmıyor. Ve bu
şımarıklıklarını kınıyor:
"Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz.
O sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır."
Hz. Nuh'un milletine sözünü ettiği aşamalar
onların anladıkları bir şey olmalı. Veya
bu deyimin ifade ettiği anlamlardan birini o zaman
anlıyorlardı. Hz. Nuh, böyle bir hatırlatma ile
onların ruhlarını etkileyip davetine olumlu
karşılık vermelerini sağlamak istiyordu.
Tefsircilerin çoğu burada sözkonusu edilen aşamaların,
ceninin ana rahminde nütfeden, kan pıhtısına,
oradan bir çiğnem ete, oradan iskelete ve tüm organları
tamamlanmış insana kadar geçirdiği evreler
olduğunu söylüyorlar. Hz. Nuh, bu hatırlatmada
bulununca milletinin bunu anlâması mümkündür. Çünkü,
doğumdan önce meydana gelen düşükler bu konuda onlara
bir fikir vermiş olabilir. Bu ayetin ifade ettiği
anlamlardan biri budur. Bu ayetin anlamı, bugünkü
embriyoloji biliminin söyledikleri de olabilir. Buna göre
embriyo, başlangıçta tek hücreli canlılara benzer,
hamileliğin belli bir aşamasından sonra çok
hücreli canlılara benzeyen embriyo biçimlenir. Sonra suda
yaşayan bir canlı şeklini alır.
Arkasından memeli hayvanlara benzer. Sonra insana benzemeye
başlar. Bu bilimsel açıklamayı Nuh'un kavminin
bilmesi uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu gerçekler günümüzde
ortaya çıkmıştır. Bu ayet, başka bir
yerde yüce Allah'ın embriyonun aşamalarına
ilişkin sunduğu gerçeklerden sonra vurguladığı
anlamı da kastetmiş olabilir: "Sonra biz onu bir
başka yaratık halinde varettik.
Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne
yücedir."(Mü'minun 14) Öte yandan gerek bu
ayetin gerekse diğer ayetin henüz ortaya çıkmamış
ve yararlanamadığımız başka
anlamları da olabilir.
Her halûklarda Hz. Nuh burada milletini kendi iç alemine
bakmaya yöneltiyor. Yüce Allah kendilerini değişik
aşamalardan geçirerek yarattığı halde,
onların içlerinde yaratıcıları olan Allah'a
karşı derin saygı duymamalarını
kınıyor. Hiç kuşkusuz bu, bir
yaratığın ortaya koyabileceği çirkin ve
Hayret verici bir tutumdur.
Aynı şekilde Hz. Nuh, onları açık, gözlemlenebilen
evren kitabına yöneltiyor: "Allah'ın göğü
yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez
misiniz? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin
ışık saçmasını
sağlamıştır." Yedi göğün anlamını
evrenin tamamına ilişkin bilimsel varsayımlarla
sınırlandırmak mümkün
değildir.
Çünkü bilimin söyledikleri varsayımdan öte bir şey
değildir. Hz. Nuh, milletini göğe bakmaya yöneltmiş
ve Allah'ın kendisine öğrettiği şekliyle göğün
yedi kat olduğunu söylemiştir. Bu yedi kat gök içinde
ay aydınlatılmış, güneş de
ışık kaynağı haline getirilmiştir.
Onlar ayı, güneşi görüyorlardı. Gök adı
verilen uzayı da görüyorlardı. Şu masmavi uzay
boşluğudur gök. Fakat nedir göğün mahiyeti?
Onlardan bunu bilmeleri istenmiyordu. Bu konuda hiç kimse bu
güne kadar kesin birşey söyleyebilmiş değildir.
Bu işaret, şu dehşet verici yaratıkların
ve şu olağanüstü gücün arka planını düşünmek,
oraya yönelmek için yeterlidir. Zaten bu direktifin amacı
da budur. Sonra Hz. Nuh, milletinin dikkatini topraktan
yaratılışlarına, ölerek tekrar oraya
döneceklerine çekiyor. Amaç, ölümden sonra diriliş
yoluyla tekrar oradan çıkarılacaklarını
anlatmaktır: "Allah sizi yerden bitirir gibi
yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine
oradan çıkarır."
İnsanın topraktan
yaratılışını yeşermek şeklinde
dile getirmek, ilginç olduğu kadar anlamlı bir ifadedir
de. Bu gerçek Kur'an-ı Kerimde değişik
şekillerde dile getirilir. Örneğin bir yerde yüce
Allah şöyle buyurur: "Güzel bir belde Rabbinin
izniyle bitkisini çıkarır. Kötü olan ise ancak
kötülük çıkarır." Yüce Allah burada
insanların da tıpkı bitkiler gibi
yeşerdiklerine işaret ediyor. Yine değişik
yerlerde insanın varoluşu ile bitkilerin yeşermesi
arasında bağlantı kurulur. Örneğin Hacc
suresinde ölümden sonra diriliş gerçeğini
kanıtlayan bir delil olarak insanın topraktan
varedilişi ile bitkinin yeşermesi bir ayette birlikte
anlatılır: "Ey
insanlar!
Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz, bilin ki,
ne olduğunuzu size açıklamak için. Biz sizi topraktan,
sonra nütfeden, sonra pıhtılaşmış kandan,
sonra da yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem
etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli
bir süreye kadar Rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk
olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik
çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür,
kiminiz de ömrünün en fena zamanına
ulaştırılır ki, bilirken birşey bilmez
olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su
indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel
bitkiden çift çift yetiştirir." "Mü'minun"
suresinde de embriyonun geçtiği aşamalar "Hacc"
suresindekine yakın ifadelerle anlatır, ardından
şöyle denir: "Biz
onunla size üzümden ve hurmadan bahçeler meydana getirdik."
Hiç kuşkusuz bu dikkat çekici bir olgudur. Çünkü bu
olgu, yeryüzündeki hayatın kaynağının
birliğine işaret ediyor. insanların da
tıpkı bitkiler gibi topraktan yeşerdiklerini;
toprakta bulunan belli başlı elementlerden meydana
geldiğini, bu elementlerden oluşan besinlerle beslenip
geliştiğini anlatıyor. Şu halde insan da
topraktan çıkan herhangi bir bitkidir. Yüce Allah bitkilere
o tür bir hayat bahşettiği gibi insana da bu tür bir
hayat bahşetmiştir. Ama her ikisi de toprağın
ürünüdür ve ikisi de bu annenin sütünden beslenir.
İşte iman, müminde onun toprak ve canlılarla
ilişkisi hakkında böylesine gerçekçi ve böylesine
canlı bir düşünce oluşturur. Bu düşünce
ilmin özenliliğine ve duygusal
canlılığına sahiptir. Çünkü bu düşünce
vicdanda yer eden canlı bir gerçeğe dayanır.
İşte bu, Kur'an'ın bilinen eşsiz
ayrıcalığıdır.
Topraktan yeşerir gibi çıkan insanlar tekrar oraya dönerler.
Oradan yeşerttiği gibi ulu Allah tekrar oraya döndürür
onları. Kemikleri toprağa karışır,
bedenlerini oluşturan atomlar onun atomları ile
kaynaşır. Nitekim topraktan yeşermeden önce bu
durumdaydılar. Sonra ilk defa kendilerini çıkaran, bir
bitki gibi yeşerten Allah onları yeniden çıkarır.
insan Kur'an-ı Kerim'in meseleyi sunduğu bu açıdan
bakınca olay son derece basittir, kolay
anlaşılır. Bir saniye bile üzerinde duraksamayı
gerektirmez.
Hz. Nuh, kavminin dikkatini bu gerçeğe çekiyor ki,
kalplerinde Allah'ın elini hissetsinler, kendilerini
topraktan bir bitki gibi yeşerten, sonra tekrar kendilerini
toprağa döndürecek olan Allah'ın gücünü somut
olarak görsünler. Bunun ardından bir diğer
diriliş bekleniyor, onun hesabı yapılıyor. O
da bu kadar basit bu kadar kolay meydana gelecektir.
Tartışmayı gerektirmeyecek kadar basit ve kolay
olacaktır.
Son olarak Hz. Nuh milletinin dikkatini yüce Allah'ın
kendilerine yönelik nimetine çekiyor. Yeryüzündeki hayatı
kolaylaştırmasına, kolayca yararlansınlar geçimlerini,
seyahatlerini yapsınlar, geçim imkanları bulsunlar diye
yeri boyun eğdirmesine dikkat çekiyor: "Yeryüzünde
dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden
geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur."
Bu, gözlemleyebilecekleri, kavrayabilecekleri bir gerçekti.
Her yönüyle gözlerinin önündeydi. Hz. Nuh'un sesinden ve
uyanlarından kaçtıkları gibi bundan da kaçamazlardı.
Çünkü bu yeryüzü -onlar açısından- serilmiş
bir döşek gibidir. Hatta yeryüzünün dağlarında
bile onlar için yollar ve geçitler sağlanmıştır.
Tıpkı ovalarında, vadilerinde olduğu gibi.
insanlar yeryüzünde sağlanmış geçitlerde ve
yollarda yürüyerek, hayvan sırtında bir yerden bir
yere gidebiliyorlar. Allah'ın lütfunu arayabiliyorlar. Karşılıklı
çıkar ve rızk değiş tokuşu ile geçimlerini
kolaylıkla sağlayabiliyorlar.
Onlar, kendi hayatlarına hükmeden, yaşamlarını
kolaylaştıran yasaları inceleyecekleri zor ve
karmaşık yöntemlere gerek duymadan gözler önündeki
bu gerçeği kavrayabiliyorlardı. insanoğlunun bilgi
düzeyi arttıkça bu gerçeğe ilişkin yeni
şeyler, değişik ufuklar öğrenmiştir.
İşte Nuh peygamber bu şekilde değişik
yöntemlerle, kesintisiz bir mücadele ile, güzel bir sabır
ile, dokuz yüz elli sene süren soylu bir çaba ile çeşitli
yollar kullanarak milletin kalbine ve aklına hitap etti -veya
hitap etmeye çalıştı-. Sonra kendisini onlara
peygamber olarak gönderen Rabbine yönelmiş, mücadelesinin
sonucunu anlatmış, bu ayrıntılı açıklama
ile ve bu dokunaklı ifadeler ile şikayetini
bildirmişti. Bu incelikli açıklama
aracılığı ile sabır, mücadele ve meşakkatin
soylu bir tablosu canlanıveriyor gözümüzün önünde. Bu,
sapık ve isyancı insanlığa yönelik gök menşeli
peygamberlik misyonu zincirinin bir halkasıdır. Peki
bunca açıklamadan sonra ne oldu?
Rabbim, bunca mücadeleden sonra, bunca çabadan sonra, bunca
direktiften sonra, bunca aydınlatıcı açıklamalardan
sonra, bunca uyarıdan, mal, evlat ve bolluk vaadinden sonra,
bana başkaldırdılar. Bütün bunların sonucu;
başkaldırı, sapık ve saptırıcı
liderler peşinden gittiler. Sahip olduğu mal ve evlat,
mevki ve makamın aldatıcı cazibesine
kapılıp sapıklığı tercih ettiler. "Malı
ve çocu ğu
kendisine sadece zarar getiren" kimselere
uydular. Bunların sahip bulundukları mal ve evlat
onları yanıltmış, kendileri
saptıkları gibi başkalarını da
saptırmışlardı, Böylece bu nimetler sadece mutsuzluklarını,
zararlarını
arttırmıştı.
|
|
O |
|
O |
|