O |
|
O |
|
KENDİLERİNE ZULMEDENLER
97- Melekler, kendilerini zulme mahkum edenlerin
canlarını alırken onlara "Dünyadaki durumunuz
neydi?" diye sorarlar. Onlar da "Ezilmiş
zavallılardık " derler. Melekler onlara "Peki
Allah'ın toprağı göç etmenize yetecek kadar geniş
değilmiydi ki? derler. Bunların barınakları
Cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir
varış yeridir.
98- Yalnız, çaresiz kalan, hiç bir çıkar yol
bulamayan ezilmiş, erkekler, kadınlar ve çocuklar bu
hükmün dışındadırlar.
99- Böylelerini umulur ki, Allah
affeder. Hiç şüphesiz Allah bağışlayıcıdır,
affedicidir.
Kuşkusuz bu ayetler, Resulullah'ın (salât ve selâm
üzerine olsun) hicretinden ve bir İslâm devletinin kuruluşundan
sonra Arap yarımadasında -Mekke ve başka yerlerde-
meydana gelen bir durumla ilgiliydi. Buralarda hicret etmeyen müslümanlar
vardı. Malları ve çıkarları kimisini
engellemişti. Çünkü müşrikler hicret edenin
beraberinde malından birşey götürmesine müsaade
etmezlerdi. Hicretin zorlukları karşısında
kiminin nazikliği ve korkusu engel olmuştu. Çünkü müşrikler
göç eden bir müslümanı engellemeden veya yolda takip
etmeden bırakmazlardı. Bir grup da vardı ki,
hakikaten çaresizlikleri hicret etmelerine engel oluyordu. Yaşlı,
kadın ve çocuklardan oluşan bu grup kaçmak için bir
kolaylık, hicret için bir yol bulamıyorlardı.
Müşrikler, Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun)
ve arkadaşını (Hz. Ebu Bekir'i) yakalamaktan ve
hicret etmelerine engel olmaktan ümitlerini kesince geride kalan
bu müslümanlara karşı işkencelerini
arttırmaya başladılar. Ardından İslâm
Devleti kurulup Bedir'de Kureyş'in ticaret kervanına
saldırınca, üstelik müslümanlar bu saldırıda
kesin bir zafer de elde edince,'müşrikler geride kalan bu
zavallılara işkence ve cezanın her çeşidini
uygulamaya başladılar. Korkunç bir kinle onları
dinlerinden döndürmeye uğraştılar.
Nitekim bir kısmı gerçekten dinlerini terk etmişti.
Bir kısmı niyetlerini gizleyerek kafir
olduklarını göstermek ve müşriklerin ibadetlerine
katılmak zorunda kalmışlardı. Kuşkusuz bu
gizleme -güç yetirdikleri zaman- hicret edebilecekleri bir
devletleri olmadığı gün geçerliydi. Ancak, devlet
kurulup İslâm ülkesi oluşunca; hicret etmek, İslâm'ı
açıklamak ve İslâm ülkesinde yaşamak imkanı
bulunduğu halde işkencelere boyun eğmek veya
gizliliğe sığınmak kabul edilecek bir iş
değildir.
Bu ayetler işte böyle nazil olmuştur;
mallarını ve çıkarlarını korumak veya
hicretin sıkıntılarından, yolun
zorluklarından uzak durmak için ecelleri gelene kadar oturup
bekleyenleri bu şekilde adlandırmaktadır.
Onları kendilerini zulme mahkûm
edenler" olarak adlandırmaktadır.
Çünkü onlar, İslâm ülkesindeki, üstün, pâk, onurlu,
özgün ve serbest hayattan kendilerini yoksun bırakıp küfür
ülkesindeki, aşağılık, basit, zayıf ve
işkenceli hayata mahkûm etmişlerdir. Bu yüzden "Bunların
barınakları Cehennem olacaktır. Orası ne kötü
varış yeridir" diye tehdit edilmektedirler.
Bununla fiilen dinlerini terk edenlerin kastedildiği
anlaşılmaktadır.
Ancak Kur'an'ın ifade tarzı -Kur'an'a özgü
yöntemle- olayı bir tablo gibi sunmaktadır. Hareket ve
karşılıklı konuşmalarla
canlandırılan bir sahne tasvir etmektedir.
"Melekler kendilerini zulme mahkûm edenlerin canlarını
alırken onlara `Dünyadaki durumunuz neydi' diye sorarlar.
Onlar da `Ezilmiş zavallılardık' derler. Melekler
onlara `Peki Allah'ın toprağı göç etmenize
yetecek kadar geniş değil miydi?' derler."
Kuşkusuz Kur'an, insan ruhunun
hastalıklarını bozukluklarını
gidermektedir. İçindeki iyilik, insanlık ve izzet gibi
unsurları harekete geçirip zaaf, cimrilik, ihtiras ve ağırlık
gibi etkenleri dışlamayı amaçlamaktadır. Bu
sahneyi canlandırmasının nedeni de budur. O, bir
gerçeği tasvir etmektedir. Ancak, bu gerçeği
kullanabileceği en güzel yer olan insan ruhunun tedavisinde
kullanmaktadır.
Ölümün yaklaştığı an, başlı
başına insan ruhunu titreten, o anda meydana gelenleri düşünmeye
yönelten sahnedir. Sahnede Meleklerin görünmesi ise, insan
ruhunu daha bir titretmektedir. Düşünmeye sevk edip duyarlı
hale getirmektedir.
Onlar -geride kalıp oturanlar- kendilerine
haksızlık ettiler. Durumları buyken Melekler
canlarını almaya gelmişlerdir. Kendilerini zulme
mahkum etmişlerdir. İnsanın, kendini zulme mahkum
etmişken Meleklerin canını almaya geldiklerini, hem
de bu son anda kendine karşı adil davranma
imkanının da olmayışını düşünmesi
tek başına vicdanı harekete geçirip titretmeye
yeterlidir.
Ancak melekler, kendilerini zulme mahkum edenlerin canını
sessizce alıp gitmiyorlar. Aksine geçmişlerini
soruşturuyorlar, yaptıklarını
kınıyorlar. Gündüzlerini ve gecelerini nasıl geçirdiklerini,
dünyadayken neyle uğraştıklarını ve
neyle ilgilendiklerini soruyorlar:
"Dünyadaki durumunuz neydi?" diye sorarlar."
Çünkü içinde bulundukları durum zarar üstüne zarar.
Sanki bu zarardan başka bir uğraşları
olmamış.
Şu ölmek üzere bulunanlar, ölüm anında
karşılaştıkları bu kınamaya cevap
veriyorlar. Ancak bütünüyle zillet dolu bir cevap. Bunun,
içinde bulundukları aşağılık durum için
mazeret olacağını sanıyorlar.
"Yeryüzünde ezilmiş zavallılardık"
derler."
Bizler ezilmişlerdik (mustaz'af), güçlüler bizi
eziyordu. Yeryüzünde aşağılanıyorduk.
Yapabilecek bir şeyimiz yoktu.
Bu cevapta yer alan horlanmışlığa ek olarak
bir de ayıplama yer almaktadır. İnsan ölüm anında
böyle bir konumda bulunmaktan nefret eder duruma geliyor. Nerde
kaldı ki, tüm hayatı boyunca böyle bir konumda
bulunsun. Ancak Melekler, kendilerini zulme mahkum etmiş bu
ezilmişleri bu şekilde bırakmıyorlar.
Onları pratik gerçekle yüzyüze getiriyorlar. Artık
çalışma imkanı ve fırsatının
bulunmadığını belirterek serzenişte
bulunuyorlar.
"... Melekler onlara
"peki Allah'ın toprağı göç etmenize yetecek
kadar geniş değilmiydi ki?" derler."
O halde onlar. için; aşağılanmaya, horlanmaya,
ezilmeye ve imandan dönmeyi kabul etmeye zorlayan gerçek bir
çaresizlikleri söz konusu değildir. Ortada başka bir
neden olsa gerektir. Şuracıkta İslâm ülkesi
varken, küfür ülkesinde kalmalarına neden olan;
mallarına, çıkarlarına ve canlarına olan düşkünlükleridir.
Allah'ın toprağı geniş olduğu halde, bir
takım acılarla karşılaşma, bazı
fedakarlıklarda bulunma ihtimali varsa bile bu geniş
toprağa göç etme imkanı varken kendilerini
sıkıntıya atmalarının nedeni bu olsa
gerektir. İşte o etkileyici sahne, korkunç sonucu
anmakla son buluyor:
"Bunların barınakları cehennem
olacaktır. Orası ne kötü bir varış
yeridir."
Ardından ayet-i kerime, küfür ülkesinde kalmak, dinden
dönmek zorunda bırakılmak ve İslâm ülkesinde yaşamaktan
yoksun olmak konusunda bir art niyetleri bulunmayan çaresiz yaşlıları,
kadın ve çocukları, açık özürlüleri,
kaçmaktan yoksun oluşları nedeniyle bu hükmün dışında
tutmaktadır. Onları yüce Allah'ın
affını, bağışlama ve rahmetini umut
etmekle baş başa bırakmaktadır.
"Yalnız çaresiz kalan, hiçbir çıkar yol
bulamayan ezilmiş erkekler kadınlar ve çocuklar bu
hükmün dışındadırlar."
"Böylelerini umulur ki Allah affeder. Hiç şüphesiz
Allah bağışlayıcıdır,
affedicidir."
Bu hüküm; ayet-i kerimenin belli bir tarihte, belli bir
ortamda karşılaşılan fakat şu özel
durumun sınırlarını aşıp ve
kıyamete kadar sürecek olan bir hükümdür. Yeryüzünün
herhangi bir bölgesinde, dininden dönmek zorunda bırakılan,
mal ve çıkarın veya akrabalık ve
arkadaşlığın ya da hicretin acı ve
zorluklarına katlanmamanın alıkoyduğu her müslümanı
kapsayan genel bir hükümdür. Çünkü -yeryüzünün neresinde
bulunursa bulunsun- göç edeceği bir İslâm ülkesi
varsa, artık dinî bakımından güvencededir, inancını
istediği gibi açıklayabilir, ibadetlerini
rahatlıkla yerine getirebilir, Allah'ın
şeriatının gölgesinde islami bir hayat
sürdürülebilir. Hayatın bu erişilmez nimetinden
kolaylıkla yararlanabilir, demektir.
HİCRET
Kur'an'ın akışı ise; hicretin
doğurduğu sıkıntılar, zorluk ve
korkularla yüzyüze gelen, bunlarla karşılaşmaya
katlanamayan insan ruhunu tedavi etmeye devam ediyor. Geçen
ayetlerde, nefret ve korkuyu birlikte uyandıran etkin
sahneyle tedavi yönüne gidilmişti. Şimdi de güven
etkenlerini akıtmak, Allah yolunda hicret durumunda olan
kişilere -hicret eden gerek gitmek istediği yere
ulaşsın gerek ulaşmadan yolda ölsün- Allah
yolunda hicret etmek amacıyla evinden çıktığı
andan itibaren Allah'ın güvencesinde olduklarını
bildirmek, yeryüzünde vadiler ve geçitler daralmaksızın
genişlik, açıklık ve serbestlik vaad etmekle
tedavi etmektedir bu ruhları.
|
|
O |
|
O |
|