Bu vurgu... Bu vaadler... Mücahidleri bu şekilde
övme'... Geride kalıp oturanlardan üstün tutma. Mü'min
ruhun hoşlandığı büyük mükafatın
derecelerini ve yüce Allah'ın günah ve kusurları
bağışlayıp merhamet edeceğini ön plana
çıkarma.
Bütün bunlar iki önemli gerçeğe dikkat çekmektedir;
Birinci gerçek: Bu ayetler, daha önce dediğimiz
gibi müslüman toplum içinde baş gösteren durumları
karşılayıp tedavi ediyordu. Bu da, insan ruhunun ve
insan topluluklarının özelliklerini daha çok algılamamızı
sağlar. Buna göre toplumlar iman ve eğitim açısından
son derece üstün bir konumda olsalar bile nefis tamamen Allah
için ve O'nun yolunda olsa bile yine de sorumluluklar karşısında,
özellikle mal ve canla cihad sorumluluğu
karşısında baş gösteren zaaf, hırs,
cimrilik ve eksiklik noktasında sürekli bir tedaviye
ihtiyaç duyar. Buna göre zaaf, hırs, cimrilik ve eksiklik
gibi insanî özellikler belirdiğinde fert ve toplum
konusunda, samimiyet, kararlılık, müslümanlara bağlılık
ve yüce Allah'ın buyruklarına göre hareket etme
duygusu bulunduğu sürece hakkında karamsar olmak ve
kendi halinde bırakıp hoş görmek gerekmez. Ancak
bunun anlamı fert veya toplumu kendilerinden kaynaklanan
zaaf, hırs, cimrilik ve eksiklikle baş başa
bırakmak değildir. Bunlar pratik hayatın birer parçasıdır
diye zelilce bir hayat yaşamakla bocalaması telkin
edilmemelidir. Aksine bataklıktan kurtulması için uyarı,
yüksek zirvelere çıkabilmesi için de yönlendirme kaçınılmazdır.
Hem de burada hikmetli ilahî metodun yaptığı gibi
her tür uyarı ve yönlendirme şekline başvurarak.
İkinci gerçek: Allah'ın terazisi ve bu dinin
ölçülerine göre cihadın değeri ve bu akidenin ve
hayat düzeninin özünde bu unsurun temel oluşudur. Yüce
Allah'ın öğrettiği, yolun mahiyetinden
insanın özelliğinden ve her an İslâm'a düşmanlık
besleyen kampların tabiatlarından
anlaşılmaktadır, bu gerçek.
Kuşkusuz cihad, o dönemin koşullarının çıkardığı
bir durum değildir. Bu dava kervanıyla yol alan bir
zorunluluktur. Bazı iyi niyetli kişilerin
sandığı gibi sorun; İslâm'ın
imparatorluklar çağında ortaya çıkması, bu yüzden
çevrelerinin etkisinde kalarak müslümanların düşüncesinde
"Dengeyi korumak için caydırıcı güç
bulundurmak zorunludur" fikrinin yer etmesinden
kaynaklanmamaktadır.
Bu iddialar en azından bu tür kehanet ve tahminleri
yürütenlerin gönüllerinin İslâm'ın tabiatından
ne kadar habersiz olduğunu göstermektedir.
Şayet cihad, müslüman ümmetin hayatında sonradan
ortaya çıkmış bir durum olsaydı,
Allah'ın kitabında bunca bölüm yer almazdı, hem
de bu üslûpda. Aynı şekilde Resulullah'ın (salât
ve selâm üzerine olsun) sünnetinde de benzeri bir üslûpla bu
kadar yer verilmezdi.
Şayet cihad geçici şartların ortaya çıkardığı
bir görev olsaydı, Hz. Peygamber, kıyamet gününe
kadar gelecek tüm müslümanları kapsayacak şu hadisi
irad etmezdi: "Kim cihad etmeden veya cihada niyetlenmeden
ölürse bir çeşit nifak üzere ölür."
("Mesabihussunne" sahibi, sahih hadislerden tahric etmiştir.)
Gerçi, sahih rivayetlerde nakledilen şu hadiste
olduğu gibi Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine
olsun) özel ailesel koşullardan dolayı bazı mücahitleri
kimi durumlarda geri çevirdiği olmuştur. Nitekim
"cihad edeyim" diye gelen birine Resulullah (salât ve
selâm üzerine olsun):
-Annen-baban hayatta mı?
-Evet, cevabını alınca;
-O halde onlar için çalış,
karşılığını vermiştir."
Evet, böyle bir şey söz konusu olmuş olsa bile
bireysel bir durumdur, genel kuralı bozmaz. Çünkü bir kişi,
çok sayıdaki mücahitlerden bir şey eksiltmez. Belki
de, adeti olduğu üzere ordusundaki her askerin durumunu
teker teker bilen Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) bu
adamın ve anne-babasının durumunu da bilmesi böyle
bir emir vermesine neden olmuştur.
O halde hiç kimse "Cihad geçici şartların
ortaya çıkardığı bir görevdir, bugünse
şartlar değişmiştir" diyemez.
Bu İslâm kılıcını çekip yoluna devam
ederek önüne gelenin kellesini uçurmaktadır anlamına
da gelmez. Aksine insan hayatının realitesi ve davet
yolunun özelliğidir. Bu husus İslâm'ın
kılıcına sarılmasını ve her an
tetikte olmasını gerektirmiştir.
Kuşkusuz yüce Allah bu işin kralların
hoşuna gitmeyeceğini, iktidar sahiplerinin
karşı çıkmasına neden
olacağını biliyordu. Çünkü yolları bu
yoldan farklıdır, hayat metodları bu metoda uymaz.
Bu durum yalnızca dün için geçerli değildi elbette.
Bugün, yarın, her yerde ve her nesil için geçerlidir.
Yüce Allah, kötülüğün her zaman kendini beğendiğini
adil olmasının mümkün olmadığını
ve -iyilik ne kadar barışçı yollara başvursa
da- iyiliğin gelişmesine müsaade etmesinin söz konusu
olmadığını biliyordu, kuşkusuz. Çünkü
iyiliğin sırf gelişmesi bile kötülük için
tehlikedir. Hakkın varlığı, bâtıl için
tehlike oluşturmağa yeterlidir. Öyleyse kötülüğün
saldırganlığa başvurması zorunludur.
Batılın kendini korumak için, hakkı yok etmeye ve
güç kullanarak boğmaya çalışması kaçınılmazdır.
İşte bu yaratılıştır, geçici bir
olgu değildir.
Fıtrattır bu, sonradan meydana gelmiş bir durum
değildir. Bu yüzden cihad kaçınılmazdır. Her
şekliyle zorunludur. Önce vicdan aleminden başlayıp
ardından ortaya çıkıp gerçek, pratik ve görülen
alemi de kapsaması gerekir. Silahlanmış kötülüğe,
silahlanmış iyilikle, karşı koymak
şarttır. Sayı çokluğundan ibaret,
zırhına bürünen batılı hazırlık
kılıcını kuşanmış hak ile
karşılamak zorunludur. Yoksa iş intiharla sonuçlanır
veya mü'minlere yakışmayan komik bir durum söz konusu
olur.
Yüce Allah'ın mü'minlerden istediği ve
canlarını ve mallarını cennet
karşılığında satın
aldığı gibi malları ve canları feda etmek
zorunludur. Bundan sonra ya onlara galibiyet takdir eder ya da
şehitlik. Bu, yüce Allah'ın bileceği bir
iştir. Özünde, hep hikmetini barındıran O'nun
kaderi geçerlidir. Onlara gelince; Rablerinin katındaki iki
güzellikten biri onlarındır. Zamanı gelince bütün
insanlar ölür. Ancak sadece şehitler, tekrar dirilip
şehit olmayı ister.
Burada şu akidenin, onun pratik hayat metodunun,
belirlenmiş hareket çizgisinin, bu çizginin mahiyetinin ve
şartların değişmesinden etkilenmeyen
fıtratının temel odak noktaları yer
almaktadır.
Bazı noktalar vardır ki, şartlar ne olursa olsun
mü'minlerin duygularında bu konuda bir
cıvıklığın bulunması doğru
değildir. Bu noktaların başında, burada yüce
Allah'ın bu şekilde sözünü ettiği, sadece Allah
yolunda, yalnızca O'nun sancağı altında
yapılan cihad gelmektedir. Evet, ölülerine şehit ismi
verilen ve Mele-i A'lâ'da -ruhlar aleminde- onurla karşılanmalarını
sağlayan bu cihattır.
Bundan sonra surenin akışı geride kalıp
oturan gruptan söz etmektedir. İsteseler ve
fedakarlıkta bulunsalar rahatlıkla hicret edebilecekleri
halde malların ve çıkarlarının ya da hicretin
zorlukları ve yolun acılarını
karşılama zaafının küfür ülkesinde oturmaya
devam eden gruptan söz etmektedir. Ömürleri dolup, melekler
canlarını almak için geldiği zamandan söz
etmektedir. Durumlarını o derece
ayıplayıcı ve kınayıcı bir
şekilde tasvir ediyor ki, hicret etmeyip oturanlar; dinleri,
inançları uğruna ve kendileri için Rabblerinin katından
belirlenen sonuca kavuşmak için kaçacak gibi oluyorlar: