Bu ayetin nüzûl sebebine ilişkin birçok rivayetler vardır.
Özetleyecek olursak, müslüman seriye (müfreze)'lerden biri,
yanında yüklüce ganimet bulunan bir adama rast geliyor.
Adam onlara selam vererek müslüman olduğunu ifade eder.
Bazıları adamın bunu kendilerinden kurtulmak için
söylediğini düşünerek adamı öldürürler.
Bu tür uygulamalardan sakındıran ve ganimet arzusu
veya hükmü uygulanırken acele etmek gibi İslâm'ın
hoşlanmadığı kuşkuları mü'minlerin
gönüllerinden uzaklaştıran bu ayet, bu nedenle
inmiştir.
Kuşkusuz Allah yolunda cihad etmeye çıkarken müslümanların
dünya hayatıyla ilgili nimetleri hesaba katmaları
doğru değildir. Bunlar cihad için ne bir etken ne de
bir neden oluşturamazlar. Aynı şekilde ne
olduğu iyice anlaşılmadan birinin kanını
akıtmakta acele etmek de öyle... Çünkü müslümanın
kanı azizdir, onu akıtmak doğru değildir.
Yüce Allah, iman edenlere henüz kurtuldukları cahiliye dönemlerini,
o zamanki acelecilik ve aptallıklarını ve ganimete
olan düşkünlüklerini ve ardından ruhlarını
arındırıp hedeflerini yüceltmek suretiyle lütufta
bulunduğunu hatırlatmaktadır. O halde cahiliyede
yaptıkları gibi dünya nimeti uğruna savaşa çıkmamalıdırlar.
Aynı şekilde yüce Allah, kendilerine bir takım
ölçüler belirlemiş ve bir düzen yerleştirmiştir.
Cahiliyede olduğu gibi ilk heyecan nihai hüküm olamaz.
Ayet-i kerime, müslümanların da bir zamanlar
zayıflık ve korku nedeniyle kavimlerine karşı
müslümanlıklarını gizlediklerine ve müslümanların
yanında kendilerini güvencede hissetmedikleri sürece
müslüman olduklarını açıklamadıklarına
işaret ediyor. Böylece, öldürülen bu adam da müslüman
olduğunu kavminden gizlediğini ve müslümanlarla karşılaşınca
da müslümanlığını açıklayıp
onlara müslümanların selamını verdiğini
belirtiyor:
"Bir zamanlar siz de öyle idiniz de Allah'ın lütfu
ile mü'min oldunuz. O halde silah çekmeden önce durumu iyice
anlayınız. Hiç şüphesiz ne yaparsanız Allah
ondan haberdardır."
İşte Kur'an'ın metodu; canlandırmak,
sakındırmak ve Allah'ın nimetini hatırlatmak için
kalpleri böyle okşamaktadır. Bu titizlik ve takvaya
dayandırmaktadır, tüm kanun ve hükümlerini, sonra da
bunları iyice açıklamaktadır.
İşte bu ayetler, ondört asır önce -bu derece
ayık ve temiz bir şekilde yerleştirilen
uluslararası ilişkilerin bir yönünü içermektedir.
İLÂHÎ SİSTEM
Bu bölümün, geçen ayetler ve ondan önceki konu ile
güçlü bir bağı ve sıkı bir
yakınlığı vardır. Çünkü bu, konu bakımından
geçen iki dersin tamamlayıcısı konumundadır.
Şayet -İslâm'ın belirlediği gibi-
uluslararası ilişkilerin ilkelerini yerleştirme
arzusu olmasaydı ilk iki dersi bu dersle bitişik tek
konu kabul edecektik. Çünkü bunlar bir zincirde yer alan
halkalar gibidirler.
Bu dersin esas konusunu; Dar-ul İslam'a (İslâm
ülkesine) hicret etmek, Dar-ul küfür ve Dar-ul harp (küfür ve
savaş ülkesi) de kalan müslümanları canlarıyla
ve mallarıyla Allah yolunda cihad eden müslüman saf'fa katılmayı
ve Mekke'de aile ve malın yanında kalmanın
sağladığı nisbi rahat ve çıkardan
arınmayı teşvik etmek, oluşturmaktadır.
"Mü'minlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile
malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir
değildir. Allah malları ve canları ile cihad
edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kıldı.
Gerçi Allah her ikisine de Cenneti vaad etmiştir, ama
malları ve canları ile cihad edenleri, oturanlara
karşı büyük bir mükafatla üstün tutmuştur."
Oysa Medine'de, kendileri savaşa çıkmakta
ağır davrandıkları gibi
başkalarını da alıkoyan münafıklardan
başkası savaştan geri kalıp
oturmamıştı. Bunlar hakkında da geçen derste
farklı bir üslûp kullanılmıştı.
Bu bölümü, dinleri ve inançları uğruna hicret
etmeye güçleri yettiği halde, melekler tarafından
Bunu da, Allah yolunda hicret edenin
katışıksız olarak Allah için hicret etmeyi
amaçlayıp evinden çıktığı andan
itibaren Allah'ın güvencesi altında olduğuna
ilişkin başka bir bölüm takip etmektedir. Böylece
tehlikelerle dolu aynı zamanda yükümlülükleri de çok
olan bu tür bir tehlikeye atılırken insan ruhunda
baş gösteren birçok korku da tedavi edilmektedir.
Konu; cihad, mücahitler yurduna hicret ve hicret yurdundaki
müslümanlarla -aralarında hicret etmeyen müslümanlar da
olmak üzere- bu yurdun dışında kalan gruplar
arasındaki ilişkilere ait hükümler şeklinde
sıralanıp sürüyor.
Aynı şekilde bu ders -savaş meydanı veya
hicret yolculuğu gibi- korkulu durumlarda kılınacak
namazın nasıl olduğuna da değinmektedir. Böylesine
zor anlarda namaza gösterilen bu özen -daha önce değindiğimiz
gibi- İslâm'ın namaza bakışının
tabiatını göstermektedir. Ayrıca, gaflet ve gurur
anını gözetleyen düşmanlarından kaynaklanan
tehlikelerin müslüman cemaati kuşatması
karşısında tam bir ruhsal seferberlik durumunu
meydana getirmek için uygun bir ortam da hazırlanmaktadır.
Ders; Mücahitlerin başına gelen acı ve
zorluklar karşısında Allah yolunda cihada çıkma
konusunda mü'minleri cesaretlendirmeye yönelik son derece
güçlü ve etkisi oldukça derin bir dokunuşla son
bulmaktadır. Bunu da, mücahit mü'minlerle, onlarla savaşan
düşmanlarının gerçek durumlarını, yol
ayrımında tasvir etmekle gerçekleştiriyor:
"...Onları ısrarla kovalamaktan geri
durmayınız. Çünkü eğer siz acı çekiyorsanız,
bilin ki onlar da sizin gibi acı çekiyorlar. Oysa siz
Allah'tan onların beklemediğini bekliyorsunuz."
Bu tasvirle iki yol birbirinden ayrılıyor, iki metod
iyice belirginleşiyor. Acılar küçülüp zorluklar
basitleşiyor. Artık bitkinlik ve yorgunluğun eseri
kalmıyor. Çünkü diğerleri de acı çekiyorlar.
Üstelik mü'minler onların Allah'tan beklemediklerini
bekliyorlar.
Bu ders, -tedavi ettiği tüm konularla ve başvurduğu
tüm tedavi yollarıyla gerçek bir oluşumun
zorlukları ve pratik bir yapılanmanın
problemleriyle yüzyüze gelen müslüman kitlenin bünyesinde
olup biten şeyleri, beşeri zaaf etkenleri, geçmiş
cahiliye kalıntıları ile zorluk ve
acılarıyla özellikleri gibi ruhlarda, birbirine karışan
şeyleri de işlemektedir. Bunca zorluk ve acılarla
beraber, şu hikmetli metodun örnek gösterdiği ve bu büyük
işi yerine getirmeleri için insan fıtratında
harekete geçirdiği şevk ve coşkuyla, görevi
yerine getirmek gibi şeyleri de çizmektedir bu ders.
Mevcut durumun vasfedilişinde, cesaretlendirme ve harekete
geçirme anında, fıtrî korkuların ve pratik
acıların tedavisinde, savaş alanında namazla
silâhlanmada, özellikle -hazırlık ve
uyanıklıkla silâhlanmanın yanında- namaz ve yüce
Allah'ın muhacirlere verdiği güvenceye, cihad edenlere
vaad ettiği sevaba, kendi yolunda savaşa çıkanlara
yapacağı azaba güvenmede bütün bunların çizilmiş
olduğunu görüyoruz.
Bu arada Kur'an'ın Rabbanî metodunun, güçlü ve zayıf
anlarında insan ruhuna, oluşum ve olgunlaşma
anında da insan toplumuna karşı
takındığı tavrı görüyoruz. Aynı
anda ve tek ayette çözümlenen çeşitli hususları görüyoruz.
Özellikle müslüman cemaatin ruhları tetikte olmak,
uyanık bulunmak ve tehlikeye karşı sürekli hazır
bulunmakla doldurulurken bilinçlerinin de kâfirlere karşı
üstünlük duygusuyla doldurulduğunu görüyoruz. Bu arada
müslüman cemaata; zaaf noktaları, ve eksiklik yerleri gösterilerek
bunlardan şiddetle
sakındırıldığını da görüyoruz.
Kuşkusuz bu, tekâmülü ve insan ruhunu karşılaması,
bir tek. dokunuşla çaldığı tellerin ve bu
ruhta bağladığı iplerin sayısı ve
bunların teker teker ses verip karşılık
vermesi bakımından olağanüstü bir metoddur.
Eğitim metodu ve dayandığı toplumsal düzen
noktasındaki üstünlüğü, müslüman toplum ile
çevresindeki diğer toplumlar arasındaki farkların
en belirginidir. Bu açık üstünlük -hayatındaki tüm
şartlar ve zaman zaman baş gösteren zaaf ve
eksikliklerle beraber- yeni ortaya çıkan bu genç toplumun
yerleşmesinin, diğer toplumları geride
bırakıp onları yenmesinin de en açık
sebebidir. Yenmek derken sadece savaş alanındaki yenme
kastedilmiyor tabiiki. Yepyeni bir uygarlığın
kartlaşmış uygarlıklara, hayat metodunun
diğer metodlara, örnek hayatın başka yaşam biçimlerine
galip gelmesi ve yeni bir insanın doğumuyla birlikte
yepyeni bir çağın doğumu kastedilmektedir.
Bu kadarıyla yetinip ayetleri ayrıntılı bir
şekilde ele almaya başlayalım: