92- Bir müminin diğer bir mümini öldürmesi düşünülemez.
Bu ancak yanlışlıkla olabilir. Kim
yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir
köle azad etmesi ve ölünün ailesine diyet ödemesi gerekir. Eğer
ölenin ailesi diyeti bağışlarsa bu gereklilik
ortadan kalkar. Eğer ölü size düşman bir kavme mensub
bir mümin ise o zaman mümin bir köle azad etmek gerekir. Eğer
anlaşmalı olduğunuz kavimden ise ailesine fidye
ödemek ve mümin bir köle azad etmek gerekir. Bunları
bulamayan kimse Allah'ın tevbesini kabul etmesi için aralıksız
bir ay oruç tutar. Hiç şüphesiz Allah herşeyi bilir
ve hikmet sahibidir.
93- Kim bir mümini bile bile öldürürse onun cezası içinde
ebedi olarak kalmak üzere Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,
lanet yağdırmış ve kendisi için büyük azap
hazırlamıştır.
Bu hükümler dört durumu kapsamaktadır. Üç tanesi yanlışlıkla
adam öldürmeyle ilgilidir. Bu da, bir ülkede -İslâm
ülkesinde- yaşayan müslümanlar arasında
olabileceği gibi farklı uluslardan oluşan
değişik ülkelerde yaşayanlar arasında da
olabilecek bir durumdur. Dördüncü durum ise, bilerek adam
öldürmeyle ilgilidir. Bunu ise Kur'an'ın üslûbu daha baştan
uzak bir ihtimal olarak görmektedir. Böyle bir şey olamaz.
Çünkü, bu dünya hayatından hiçbir şey, bir müslümanın
bilerek akıttığı diğer bir müslümanın
kanına denk değildir. Dünya hayatındaki hiçbir
şey, bir müslümanın diğer bir müslümanı
bilerek öldürecek kadar aralarındaki ilişkiyi
gevşetemez. İslâm, müslümanlar arasında
öylesine sağlam, derin, büyük, üstün ve güçlü bir ilişki
meydana getirmiştir ki, hiçbir zaman bu derece tehlikeli bir
şekilde zedelenmesine müsaade edilmez. Bu yüzden konuya,
yanlışlıkla adam öldürmenin hükümlerinden
giriliyor.
"Bir müminin diğer bir mümini öldürmesi düşünülemez.
Bu ancak yanlışlıkla olabilir."
İslâm anlayışına göre olabilecek tek
ihtimal budur. Aynı zamanda realiteye göre de tek ihtimal
budur. Çünkü müslümanın varlığı
diğer bir müslümanın yanında büyük bir olaydır.
Gerçekten büyük bir olay... Son derece büyük bir nimettir.
Bir müslümanın böyle bir nimeti tepmesi, bilerek ve kasten
bunu ortadan kaldırmaya kalkışması düşünülemez.
Şu unsur... Müslüman unsuru yeryüzünde var olan en
üstün unsurdur. İnsanlar içinde bu unsurun üstünlüğünü
en iyi algılayan yine kendisi gibi bir müslümandır
kuşkusuz. O halde öldürmek suretiyle bu unsuru yok etmeye
kalkışamaz bir müslüman. Bunu müslümanlar bilir.
Ruhlarında ve duygularında hissederler bu gerçeği.
Bunu yüce Allah, bu akide ve bağla öğretmiştir
onlara. Onları Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine
olsun) etrafında birleştirerek
yakınlaştırmış sonra da, kalplerini
olağanüstü bir şekilde kaynaştıran yüce
Allah'ın birliğinde toplamıştır.
Ancak yanlışlıkla adam öldürme meydana geldiğinde,
ayetlerin akışının hükümlerini açıkladığı
şu üç durum söz konusu olur:
Birinci durum:
Ailesi İslâm
ülkesinde yaşayan bir mümini öldürmek. Bu durumda, mümin
bir köle azat etmek ve ölünün ailesine diyet vermek
gerekmektedir. Mümin bir köle azat etmeye gelince; bu tamamen
öldürülen mümin bir kişiye karşılık müslüman
topluma mümin bir kişi kazandırmak amacına yöneliktir.
Aynı zamanda bu, İslâm'ın köleleri hürleştirme
hareketinin de bir gereğidir. Diyet ise; ruhlarda intikam
duygusunu yatıştırmak, bu acıyı
yaşayanların gönlünü almak bir de ölüm nedeniyle
kaybettikleri bazı menfaatlerine bir
karşılıktır. Bununla beraber İslâm,
ölünün ailesine -gönülleri razı oluyorsa
bağışlamayı telkin etmektedir. Çünkü bu,
müslüman topluma egemen olan şefkat ve hoşgörü
atmosferine daha uygun bir tavırdır.
"Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse
mümin bir köle azad etmesi ve ölünün ailesine diyet
ödemesi gerekir."
İkinci durum:
Dar-ul harpte
(savaş ülkesinde) yaşayıp İslâm'a karşı
savaşan bir aileye mensup mümin bir kişiyi öldürmek.
Böyle bir durumda; İslâm'ın kaybettiği
öldürülmüş bir mümin kişinin yerine geçmesi için
mümin bir köle azat etmek gerektir. Ancak müslümanlarla savaşan
aileye diyet ödemek doğru değildir. Bu müslümanlara
karşı savaşlarında onlara bir tür yardım
olacaktır. Burada ölünün ailesini hoşnut etmenin ve
onların sevgisini kazanmanın imkanı da yoktur.
Çünkü onlar İslâm'la savaşıyorlar, müslümanlara
düşmandırlar.
Üçüncü durum: Zimmet ve ateşkes sözleşmesiyle
müslümanlarla anlaşmış bir kavme mensup bir mümini
öldürmek. Aslında böyle bir durumda öldürülenin mümin
olması şartı belirtilmemiştir. Bazı müfessir
ve fıkıhçılar ayeti mutlak olarak
algılamış ve öldürülen mümin olmasa bile,
mümin bir köle azat etmeyi -anlaşmalı- ailesine de bir
müslümanın diyetini vermeyi zorunlu görmüşlerdir.
Çünkü müminlerle anlaşmış olmaları
kanlarını tıpkı müslümanların kanı
gibi dokunulmaz kılmaktadır.
Ancak gördüğümüz kadarıyla, söz bir mü'minin
öldürülmesinden açılmıştır. "Bir müminin
diğer bir mümini öldürmesi düşünülemez; bu ancak
yanlışlıkla olabilir." sonra öldürülen
bir mümine ilişkin çeşitli durumlar açıklanmaktadır.
Her ne kadar ikinci durum için "Eğer ölü size düşman
bir kavme
mensup bir mümin ise o
zaman mümin bir köle azad etmek gerekir." ifadesi
kullanılmışsa da bunun burada yinelenmesi
öldürülenin düşman bir kavme mensup olmasından
kaynaklanmaktadır. Üçüncü durumda mü'min bir köleyi
azat etmeye ilişkin hüküm de bu anlayışı
desteklemektedir. Buna göre öldürülenin mü'min olması
ona karşılık mü'min bir köle azat etmeyi
gerektirmektedir. Yoksa iman şartı
aranmaksızın mutlak anlamda bir köle azat etmekle
yetinilirdi.
Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) anlaşmalı
kavimlere mensup ölülerin diyetini ödediği haber
verilmiştir. Ancak öldürülenler sayısınca mü'min
bir köle azat ettiği anlatılmamıştır. Bu
durumda diyetin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bu da Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) pratik
uygulamasıyla belirlenmiştir, bu ayetle değil. Bu
ayetlerin kapsadığı tüm durumlar;'ister İslâm
ülkesinde yaşayan mü'min bir kavme mensup olsun, ister
dâr-ul harp'te (savaş ülkesi) yaşayan ve müslümanlarla
savaşan düşman bir kavme mensup olsun, isterse de müslümanlarla
aralarında zimmet ya da ateşkes antlaşması
bulunan bir kavme mensup olsun bir mü'minin öldürülmesine ilişkindirler.
Ayetlerin akışında bu durum açıkça
görülmektedir.
Yanlışlıkla adam öldürmek böyle. Bilerek
öldürmeye gelince; bu imanla birlikte işlenmeyecek kadar büyük
bir suçtur. Diyet ödemek ve köle azat etmek keffaret olamaz bu
suça. Cezası da Allah'ın azabına
bırakılır.
"Kim bir mü'mini bile bile öldürürse onun cezası
içinde ebedi olarak kalmak üzere cehennemdedir. Allah ona gazap
etmiş, lânet yağdırmış ve kendisi için
büyük azap hazırlamıştır."
Bu suç sadece bir kişiyi -haksız yere- öldürmekten
ibaret değildir, aynı zamanda yüce Allah'ın iki müslümanın
arasına yerleştirdiği, güçlü, sevimli,
şerefli ve ulu bağları da öldürmektir. Bu, bizzat
imanı ve akidenin kendisini ortadan kaldırmaktır.
Bu yüzden, birçok konuda şirke yakın kabul
edilmiştir. Bazıları -aralarında İbn-i
Abbas da olmak üzere- bu suçtan tevbe etmenin kabul olunmayacağı
görüşündedirler. Ancak bazıları da yüce Allah'ın
"Allah, kendisine ortak koşma suçunu kesinlikle bağışlamaz.
Bunun dışındaki suçları dilediğine
bağışlar.." (Nisa Suresi. 116) ayetine
dayanarak tevbe eden katilin de
bağışlanacağı görüşündedirler.
Ayette geçen
"huld
(sonsuzluk)" kelimesini de
"uzun zaman" olarak yorumlamışlardır.
Müslüman olmadan önce ilk defa İslâm'ın
eğitimini görenler, babalarını,
oğullarını ve kardeşlerini öldürenleri
-müslüman olarak- yeryüzünde dolaşırken görüyorlardı.
Kuşkusuz bazılarının ruhlarında acı
bir burukluk baş gösterirdi. Ancak hiç biri onları
öldürmeyi düşünmezdi. Bir kere bile düşünmezlerdi.
Heyecanın, kahrolmanın ve acının en
şiddetli anlarında bile böyle bir duyguya kapılmazlardı.
Hatta İslâm'ın onlar için belirlediği herhangi
bir hakkı kısmayı bile akıllarına
getirmezlerdi.
Yanlışlıkla bile olsa adam öldürmekten sakındırmak
ve mücahidlerin kalplerini Allah ve O'nun yolunda cihaddan başka
tüm duygulardan arındırmak için yüce Allah, savaşa
çıktıklarında biriyle savaşmaya veya onu
öldürmeye başlamadan önce durumun açıklığa
kavuşmasına fırsat vermelerini ve sözle ifade
edilen İslâm'ın zahiriyle yetinmelerini emretmektedir müslümanlara.
Çünkü burada dille söylenen kelimeyi yalanlayan fiilî bir kanıt
söz konusu değildir.