İbn-i Cerir Mücahit'ten şöyle nakleder: Bu ayet
Mekkeli bir topluluk hakkında inmiştir. Resulullah'a (salât
ve selâm üzerine olsun) gelip görünürde müslüman olduklarını
söylerlerdi. Sonra da Kureyşlilerin yanına dönüp
tekrar putlara taparlardı. Bu şekilde hem burada hem de
orada kendilerini güvenceye almak istiyorlardı. Şayet
vazgeçip ıslah olmazlarsa öldürülmeleri emredildi. Bunun
için yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Eğer bunlar sizden uzak durmaz size barış
teklifi getirerek savaştan el çekmezlerse onları
yakalayınız ve nerede bulursanız öldürünüz.
Onlara karşı size apaçık bir yetki verdik."
Böylece hoşgörü ve bağışlamanın
yanında İslâm'ın kesinlik ve ciddiyetten
oluşan bir diğer yönünü de görmüş oluyoruz.
Tabii ki, bunun yeri ayrı diğerinin yeri
ayrıdır. Bunu belirleyecek olan durumun özelliği
ve realitesidir.
İslâm'ın bu ikï özelliğini bu şekilde görmek,
müslümanın duygusunda olduğu kadar İslâm
düzeninde de bir denge meydana getirmek için bir güvencedir. (Zaten
İslâm düzeninin temel ve baslıca özelliği budur).
Bazı katı kimseler çıkıp olayı sertlik,
yiğitlik, şiddet ve heyecan olarak algılarsalar
kuşkusuz bu İslâm değildir. Aynı şekilde,
laubali, cılız ve İslâm için cihad etmekten kaçınan
bazı kimseler çıkıp sanki İslâm töhmet
kafesindeymiş onlar da tehlikeli ithamları bertaraf
ediyorlarmış gibi tavır takınırlar.
İşi; hoşgörü, barışı görmezlikten
gelme, bağışlama ve salı İslâm yurdunu
ve müslüman toplumu savunmak olarak algılarlar.
Davanın hiçbir engelle karşılaşmadan yeryüzünün
her tarafına duyurulma özgürlüğünün ve
yeryüzünün herhangi bir köşesinde İslâm inancını
kabul etmek isteyen bir kişinin güvenliğinin
sağlanması ve İslâm inancını benimseyen
-benimsemeyen tüm insanların gölgesinde güvencede olduğu
üstün düzenin ve kanunun egemen olması olarak düşünmemeleri
de İslâm değildir.
Uluslararası ilişkilere ilişkin hükümlerin bir
kısmı duyurulup açıklanmış oldu böylece.