İslâm, müslüman toplumun belirginleştiği
özel bir selam getirmiştir. Böylece toplumun taşıdığı
tüm çizgileri hatta günlük basit çizgiler bile farklı ve
belirgin olmuştur. Öyle ki bu çizgiler, başka
toplumların karakteristik çizgileri ve işaretleri
arasında silinip yok olmaz.
İslâm selâmı; "Es selâmualeyküm" veya
"Esselâmu aleyküm ve rahmetullah" ya da "Esselamü
aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu" şeklinde
belirlemiştir. bunlara karşılık verme; daha güzel
bir şekilde ve kelimeleri arttırmak şeklinde
olacaktır. -Ancak üçüncüsü hariç çünkü arttırılacak
bir şey kalmamıştır- Buna göre birincinin karşılığı:
"Ve aleyküm selam ve rahmetullah" ikincisinin ise,
"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakâtuhu"
üçüncüsünün ise "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve
berakâtühü"dur. Bu yüzden benzeriyle karşılık
vermek yeterlidir. Evet bu husus Resulullah'tan bu şekilde
rivayet edilmiştir.
Şu selam ayetinde gizli hikmetlerin önünde biraz duralım:
Öncelikle selâm, İslâm'ın kendine özgü kanunları
ve düzeni olduğu gibi özel işaret ve gelenekleri de
olması için müslüman topluma kazandırmak
istediği farklı bir özelliktir. Nitekim kıble
değişikliğinden söz ederken bu özellikten
müslüman toplumun akidesiyle olduğu kadar kıblesinin
belirginleşmesi hususunda söz etmiştik. Bu konu Fi
zılal'de Bakara suresinde ele alınmıştı.'
İkinci olarak selâm; müslüman kitleyi oluşturan
fertler arasındaki sevgi ve yakınlık
bağlarını güçlendirmeye yönelik sürekli bir
çabadır. Kuşkusuz selamı
yaygınlaştırmak ve selâma daha güzeliyle karşılık
verme, bu bağların oluşması ve güçlenmesi
için en iyi araçlardır. Nitekim Resulullah'a "hangi
iş hayırlıdır?" diye sorulmuş, O da
"Yemek yedirmen ve tanıdığın,
tanımadığın kimselere selâm vermendir"'
buyurmuştur." (Buhari) Bu, öncelikle müslüman toplum
arasında selamı yaygınlaştırmaya
ilişkindir. Ve bu sünnettir. Verilen selâma karşılık
vermek ise bu ayete göre farzdır. Kalplerin temizlenmesi,
tanışmayanların tanışması ve
birbirlerine bağlı bulunanların arasındaki
bağın güçlendirilmesi konusunda bu geleneğin
pratik etkileri göz önünde bulundurulduğunda bu işe
verilen önemin değeri de anlaşılır. Bu, böylesi
geleneklerin toplumda bıraktığı etkileri göz
önünde bulundurup olağanüstü sonuçlarını
inceleyenler tarafından rahatlıkla algılanabilecek
bir gerçektir.
Üçüncü olarak selâm, öncesinde sonrasında yer alan
savaş ayetlerinin arasında rahatlatıcı bir
esintidir. Belki de bununla da İslam'ın esas temeline
yani barışa işaret etmek istenmiştir. Çünkü
İslâm barış dinidir. Ve o, geniş ve
kapsamlı anlamıyla yeryüzüne, insan fıtratının
Allah'ın metodu üzere istikamet bulmasından kaynaklanan
barışı yerleştirmekten başka bir şey
için savaşmaz.
TEVHİD İNANCI
Bu ders, İslâm düşüncesinin başlıca
temelini belirtmekle başlıyor; Tevhid ve yüce Allah'ın
uluhiyette birlenmesi... Münafıklara karşı
davranışlarında iki gruba ve görüşe bölünen
müslüman safın bu tavrı sergilendikten sonra, müslüman
toplumun değişik kamplarla nasıl bir
davranış içinde olacağına ilişkin çeşitli
hükümler bu temelin üzerine bina edilmektedir. -Buradan,
Medine'de oturanların dışında münafıklardan
özel bir topluluğun varlığı
anlaşılmaktadır. Böylece, bu hükümler, -ve bu
sergileme- bir bütün olarak İslâm düzeninin dayandığı
temel kurallarına dayandırılmaktadır. Rabbanî
metod bir hüküm veya direktif belirlediğinde bu temel hep
hatırlatılır.
Farklı kamplara karşı sergilenecek
davranış biçimlerine ilişkin bu hükümler,
-insanlık tarihinde ilk defa- İslâm'ın
uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi ve bu ilişkiler
için, kılıç zoru, kuvvet mantığı ve geçici
kanundan başka temeller edinilmesi konusunda
yerleştirdiği temel kuralların bir yönünü oluşturmaktadır.
Avrupa, uluslararası kanunu ve onun uzantısı
sayılan Uluslararası tüm düzenlemeleriyle bu konuya
ancak Miladî on yedinci yüzyılda (Hicri onbirinci yüzyıl)
el atabilmiştir. Ancak, bütünüyle bu kanun kağıt
üzerinde kalmaktan öteye gitmemiştir. Bu düzenlemeler de
tamamiyle, arkasında Uluslararası ihtirasın
gizlendiği araç ve soğuk savaş için birer basamak
olmuşlardır. Bunlar hakkın ve adaletin gerçekleşmesinden
ziyade denk kuvvetlere sahip devletlerin çekişmeleri sonucu
ortaya çıkmışlardır. Ancak ne zaman bu denge
bozulmuşsa Uluslararası kanunların bir değeri
ve Uluslararası düzenlemelerin kayda değer bir
işlevi söz konusu olmamıştır.
İnsanlar için gönderilen Rabbanî sistem olan İslâm'a
gelince, Uluslararası ilişkilerin esaslarını
Miladi yedinci yüzyılda (hicri birinci yıl)
belirlemiştir. Bunları, zıt güçlerin zorlaması
söz konusu olmaksızın kendiliğinden
belirlemiştir. Bunları, kendisi uygulamak ve müslüman
toplumun diğer topluluklarla gireceği ilişkilere
dayandırmak için ortaya koymuştur. Böylece -cahiliye
mensubu- diğer paktlar kendisiyle bu ilkeler uyarınca
ilişkide bulunmasalar da İslâm insanlık için
adalet sancağını yükseltmeyi ve onlara yolun işaretlerini
belirlemeyi istemiştir. Kuşkusuz, ilk defa bu ilkeleri
İslâm belirliyordu.
Uluslararası ilişkilere ilişkin bu kurallar,
konuları ve münasebetleri bakımından Kur'an
sureleri arasında dağılmış
durumdadırlar. Ancak bunlar Uluslararası ilişkiler
için eksiksiz bir kanun oluştururlar. Böylece İslâm
cephesi ile; savaşanı, barışanı,
anlaşanı, tarafsızı ve savaşanın,
veya barışanın ya da tarafsızın müttefikiyle
tüm diğer kamplar arasında baş gösterecek her
durumu kapsamaktadırlar.
Burada bu ilke ve hükümleri sunacak değiliz. (Bu,
Uluslararası hukuk uzmanı birinin üstleneceği
bağımsız bir araştırma konusudur.) Ancak
biz, bunlardan şu derste geçen ayetlerde yer alanlarını
sunacağız. Bunlar da aşağıdaki gruplarla
kurulacak ilişkilerle ilgilidirler.
1- Medine'de oturmayan münafıklar.
2- Müslümanların anlaşma halinde olduğu bir
kavimle ilişkide bulunanlar.
3- Dinlerini bırakmamakla beraber ne müslümanlarla, ne
de kavimleriyle savaşmaktan hoşlanmayan tarafsızlar.
4- Akideyle oynayanlar. Medine`ye gelirken müslümanlıklarını,
Mekke'ye girerken de küfürlerini açıklayanlar.
5- Müslümanlar arasında meydana gelen
yanlışlıkla adam öldürme veya ülkeleri ve
ulusları ayrı kişilerin bilerek adam öldürmeleri
durumları.
Uluslararası boyutta kurulacak ilişkilere
ilişkin ilkelerin bir yönünü oluşturan bu gibi
durumlar hakkında kesin ve açık hükümler bulacağız.
Diğer yönü ise, değişik ilişkileri ele alan
geri kalan hükümler de anlatılmaktadır.
Kur'anî akışın başladığı
İslâm'ın ve çeşitli yönleriyle İslâm
düzeninin dayandığı en başta gelen kuralla
başlıyoruz biz de.