O |
|
O |
|
83- Onlar güvene ya da korkuya ilişkin bir haber
alınca onu hemen yayarlar. Oysa eğer o haberi peygambere
ya da başlarındaki kendi yetkililerine götürseler,
aralarındaki yorum yapmaya yetenekli olanlar onun mahiyetini
anlarlardı. Eğer Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve
rahmeti olmasaydı, küçük bir äzınlık
dışında hepiniz şeytana uyardınız.
Bu ayetin çizdiği tablo, İslâm cephesinde yer alan,
ruhları henüz düzene alışmamış, cephede
kargaşa bulunduğuna ilişkin dedikodu çıkarmanın,
bunun doğuracağı sonuçları ve bunun bir
felaket olacağını kavrayamayan bir grubun
tablosudur. Bunlar henüz olayları yorumlama seviyesine
ulaşamamışlar ve durumun ciddiyetini de
kavrayamamışlardır. Bunlar, dilden dökülen, ağızdan
çıkan bir kelimenin gerek kişi için gerekse mensubu
bulunduğu toplum için akla gelmeyecek ve hiçbir
şekilde telâfisi mümkün olmayacak sonuçlar doğurabileceğini
bilmiyorlar. Ya da -belki de İslâm cephesinde gerçek
anlamda ve eksiksiz bir desteğin nasıl
olacağını bilmiyorlar. Böylece her dedikoduya ilgi
duymak, duyulanı orada burada anlatmak, dilden dile
aktarıp yaymak gibi şeyleri rahatlıkla yaparlar. Bu
dedi-kodunun güven veya korkuyla ilgili olması fark etmez.
Çünkü her ikisinin dedikodusu da mahvedici tehlikelere nedendir.
Örneğin hazırlığını
yapmış uyanık ve düşmanın her hareketini
izleyen bir cephede güvenle ilgili bir söylenti çıkarmak...
Böyle bir kampta güvenle ilgili bir söylenti çıkarmak
-uyanık olunması konusunda ne kadar emir verilirse
verilsin bir tür gevşekliğe neden olur. Çünkü
tehlike var endişesinden kaynaklanan uyanıklık,
sırf verilen emirlerden kaynaklanan uyanıklıktan
farklıdır. Böyle bir gevşeklik ölüm getirir.
Gücüne güvenen ve bu güvenden dolayı da ayakları
sabit olan bir kampta korku söylentisini çıkarmak da öyle.
Korku söylentisi burada kargaşa, bozguna ve korkudan
sakınma endişesinden doğan gereksiz hareketlere
neden olur. Kuşkusuz bu da felakettir.
Hangisi olursa olsun; henüz düzenini veya önderlik makamına
bağlılığını ya da her ikisini birden
tamamlamamış kampın özellikleridir bunlar. Bu
çizginin ve her iki özelliğin, iman, idrak ve
bağlılık bakımından farklı düzeylerde
grupları kapsayan o günkü müslüman kitlede yer aldığı
belli olmaktadır. İşte Kur'an'ın ilahi
eğitim metoduyla tedavi ettiği bu kargaşadır.
Kur'an, müslüman kitleye doğru yolu göstermektedir.
"Oysa eğer o haberi peygambere ya da
başlarındaki kendi yetkililerine götürselerdi, aralarındaki
yorum yapmaya yetenekli olanlar onun mahiyetini anlarlardı."
Yani şayet onlar güven veya korkuya ilişkin
kendilerine ulaşan haberleri, beraberindeyse Resulullah'a
emirlerine götürmüş olsalardı; bu gerçeği
yorumlamaya, çelişen haberler ve yoğun kuşkular
arasında sonuç çıkarmaya yetenekli olanlar haberin gerçeğini
öğrenirlerdi.
Mü'min bir yetkilinin -iman şartı ve
bağıyla- kumanda ettiği müslüman orduya mensup
iyi bir askerin görevi; bir haber işittiğinde
koşup onu Peygamberine veya yetkilisine haber vermesidir.
Arkadaşlarına veya bu haberi ilgilendirmeyen
kişilere söyleyip yayması değil. Çünkü gerçeği
yorumlamaya yetkili olduğu kadar -kesinleştikten sonra-
haberin yayılıp yayılmamasının
yararlı olup olmadığını
değerlendirmeye mümin komuta merkezi yetkilidir.
İşte böyle eğitiyordu Kur'an... Mü'min
yetkililere inanıp bağlanmayı böyle oturtuyordu.
Bir tek ayette, hatta ayetin bir bölümünde ordu düzenini bu
şekilde öğretiyordu. Ayet-i kerime, güven ya da
korkuya ilişkin bir haber duyan ve bu haberi
kesinleşmeden, araştırmadan ve komuta merkezine
bildirmeden etrafına söyleyip yayan bir askerin tuhaf bir
tablosunu çizmekle başlıyor ve devamında
belirttiğimiz eğitimi gerçekleştiriyor. Ayetin
sonu ise, bu konuda kalpleri yüce Allah'a bağlamakta, O'nun
lütfunu hatırlatıp bu lütfa karşı şükretmeye
yöneltmektedir. Bu kalpleri, pusuda bekleyen ve Allah'ın lütfu
ve rahmeti olmadıkça kalpleri bozan şeytana uymaktan
sakındırmaktadır.
" ..Eğer Allah'ın
üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, küçük bir azınlık
dışında hepiniz şeytana uyardınız."
Bütün bu yükü taşıyan, sorunu tüm yönleriyle
ele alan, vicdan ve gönüllere yerleştiren, aynı
zamanda direktif ve talimatını veren bir tek ayettir.
Çünkü Allah katından gelmiştir o.
" . Eğer o Allah'tan
başkası tarafından gelmiş olsaydı, içinde
mutlaka birçok çelişkiler bulurlardı."
ALLAH YOLUNDA SAVAŞIN
Ayetlerin akışı, ve hayattaki konumuna etki eden
saftaki kusurları düzelttikten sonra -bu düzeltme konunun
başından beri sürmektedir- şimdi de konuda sözü
edilen savaşa teşvik konusunda zirveye
ulaşıyor. Bu zirve, şahsi sorumluluktur. Kişi,
ağırdan almak ve desteklememek şeklinde bu
sorumluluktan geri kalamaz. Ne saftaki kargaşa ne de yolun
engelleri geride kalmasına neden olamaz. Tek başına
da olsa savaşması için hitap Rasulullah'a
yöneltilmektedir. Çünkü o cihatta kişisel
sorumluluğundan başka bir şeyle yükümlü değildir.
Bu arada müminleri savaşa teşvik etmesi de
emredilmektedir. Böylece gönüllere güven ve zafer ümidi
estirilmektedir. Çünkü savaşı yönlendiren yüce
Allah'tır. Şüphesiz ki Allah'ın azabı ve
darbesi çok şiddetlidir:
|
|
O |
|
O |
|