76- Müminler Allah yolunda, kafirlerse Tağut (şeytan)
uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın
dostlarıyla savaşınız. Çünkü
şeytanın hilesi-düzeni zayıftır.
İlk dokunuşta insanlar yol ayrımında
duruyorlar. Bir anda hedefler çiziliyor, çizgiler açığa
çıkarılıyor, insanlar, iki ayrı
sancağın altında, iki ayrı gruba bölünüveriyor.
"Mü'minler Allah yolunda savaşırlar..."
"Kâfirlerse Tağut (şeytan) uğrunda
savaşırlar."
Müminler Allah yolunda, O'nun hayat metodunu gerçekleştirmek,
şeriatını yerleştirmek ve Allah adına
"insanlar arasında" adaleti uygulamak için savaşırlar,
başka bir isim altında değil. Yüce Allah'ın
tek başına ilah olduğunu bu yüzden tek başına
hükmetmesi gerektiğini kabul ederek...
Kafirlerse Tağut uğrunda Allah'ın metodunun
dışında değişik hayat
metodlarını gerçekleştirmek, -Allah'ın izin
vermediği- değişik şeriatleri
yerleştirmek ve yine -Allah'ın izin vermediği-
değişik değerleri oturtmak ve Allah'ın
mizanı dışında değişik ölçüler
dikmek için savaşırlar.
İman edenler, Allah'ın dostluğuna,
korumasına ve gözetimine dayanarak dururlar.
Farklı sancakları, hayat metodları,
şeriatları, yolları, değer ve ölçütleriyle
kafirler, şeytanın dostluğuna dayanıp dururlar.
Onlar bütün farklılıklarına rağmen
şeytanın dostlarıdırlar.
Yüce Allah, müminlere şeytanın dostlarıyla
savaşmalarını, onların ve şeytanın
hilesinden korkmamalarını emretmektedir.
"...
O halde,
şeytanın dostlarıyla savaşınız.
Çünkü şeytanın hilesi-düzeni zayıftır."
Böylece müslümanlar sarp bir arazide sırtlarını
sağlam bir temele dayıyorlar. Allah için savaşmanın
vicdan rahatlığı içindedirler. Bu savaşta
herhangi bir çıkarları söz konusu değildir.
Şahıslarına bir pay ayırmazlar. Ulusları,
ırkları, akraba ve aşiretleri için hiçbir hedef
gütmezler. Bu savaş tek başına Allah içindir.
O'nun hayat metodu ve şeriatı uğrunadır. Onlar,
bâtılı hakka galip getirmek için savaşan
batıl ehli bir kavimle karşılaşıyorlar.
Çünkü batıl ehli, beşerin uydurduğu cahiliye
sistemlerinin -zaten insanların koyduğu her sistem
cahiliyedir- Allah'ın sistemine galebe etmesi için savaşırlar.
İnsanların koyduğu cahiliye kanunlarının
-zaten insanların koyduğu tüm kanunlar cahiliyedir-
hükümran olması için savaşırlar. Yine batıl
ehli kendi uydurdukları hükümlerin -Halbuki kendilerinin
verdikleri tüm hükümler zulümdür- hükümran olması için
savaşırlar.
İnsanlar arasında uygulamakla yükümlü oldukları
Allah'ın adaletinin galip gelmesi için savaşırlar.
İşte müminler, yüce Allah'ın kendilerini
koruyacağına ve karşılaştıkları
kavmin dostunun şeytan olduğuna ve böylece son derece
zayıf olduklarına inanarak savaşa girişiyorlar.
Onlar bunun yanında şeytanın hilesinin zayıf
olduğunu da biliyorlar.
Bu yüzden, daha savaşa başlamadan, müminin
duygusunda savaşın gidişi ve sonucu bellidir.
Savaşta şehit düşse de o, sonuca güvenmektedir.
Galip gelse, gözleriyle zaferi görse de görmese de büyük
mükâfattan emindir. Her iki durum da eşittir kendi
nazarında.
İşte bu her iki duruma ilişkin gerçek düşünceden
ilk müslüman toplumun hayatında meydana gelen ve Allah
yolunda cihad tarihinin kaydettiği bir çok olağan
üstlükler gerçekleşmiştir. Tarih boyunca birçok
nesillerde bunun örnekleri görüle gelmiştir. Bunları
burada sıralamamız mümkün değildir. Çünkü o
kadar çok ve yaygındır ki... Tarihte bilinen kısa
bir dönemde İslâm'ın olağanüstü yayılışı
bu düşünceden kaynaklanmıştır. Kuşkusuz
bu düşünce, İlahi metodun, düşman kamplara
karşı müslümanlara kazandırdığı
üstünlüğün bir yönünü oluşturmaktadır.
Nitekim bu cüzde daha önce bu üstünlüğe işaret
etmiştik. Bu düşüncenin oluşması da,
Kur'an'ın mümin ruhlarda giriştiği eksiksiz ve
kapsamlı savaşın bir yönünü oluşturmaktadır.
Kur'an, müminlerle birlikte sayı, hazırlık ve
malca üstün düşmanlarla da savaşa girişmektedir.
Böylece düşmanlar bu yönden de geride kalırlar,
yenilmeleri de kaçınılmaz oluyor.
Biz bu düşüncenin oluşması ve
sağlamlaşması için Kur'anï eğitim metodunun
sarf ettiği çabayı görebiliyoruz. Bu kolay bir iş
değildir. Sadece dille söylenen kelimelerden ibaret değildir
bu çaba. Aksine ruhun cimriliğini -ne pahasına olursa
olsun- hayata düşkünlüğünü ve kâr-zarara ilişkin
kötü düşüncesini tedavi etmek için sürekli bir çabadır
bu. İşte aşağıdaki derste bu tedavinin ve
sürekli çabanın devamı yer almaktadır.
MÜSLÜMANLAR İÇİNDE BİR GRUP İNSAN
Bundan sonra ayetlerin akışı, müslümanlardan
bir grubun veya bir çoklarının -bir
kısmının Mekke'deyken savaşmaya izin
verilmediği dönemlerde işkence ve zulme
uğratıldıkları zaman Müşriklerle
savaşmak için izin isteyen Muhacirler olduğu rivayet
edilmektedir. Ki o zaman kesin olarak yalnız Allah'ın
bildiği nedenlerden dolayı savaşa izin
verilmemişti. Ancak daha sonra değinileceği gibi bu
hikmetin bir yönünü bilmekte yarar vardır. -Medine'de
İslâm'ın bir devlet olduğunda ve yüce Allah, savaş
izninin hem müslümanların hem de tüm insanlığın
yararına olduğunu bilip savaş emrini
verdiğinde -Kur'an'ın tasvir ettiği gibi- bu
adamların
"Allah'tan korkar
gibi ya da bundan bile daha fazla, insanlardan korkup "Ey
Rabbimiz niye üzerimize savaşmayı
farz kıldın, bize biraz
daha mühlet tanısaydın olmaz mıydı?" dedikleri
durumlarını hayretle karşılamak suretiyle sürmektedir.
Bunlar; bir iyilik gördüklerinde "Bu Allah'tandır"
bir kötülük gördüklerinde ise Resulullah'a "Bu senin
yüzündendir" diyenlerdir. Yanından çıkana kadar
Resulullah'a itaat ettiklerini belirtip ondan sonra da söylediklerinden
farklı şeyler kuranlardırlar. Sır ya da tedbir
hususunda bir emir aldıklarında hemen yayan
kişilerdir bunlar.
Evet bunların durum ve ruhsal hareketlerini, görülen ve
algılanan bir sahne gibi tasvir eden Kur'an'ın ifade
tarzı ile son derece hayret verici bir şekilde gözler
önüne sermektedir. Nitekim Kur'an hem bunların, hem de
başkalarının, ölüm-hayat, ecel-kader, hayır-şer,
kâr-zarar, kazanç-kayıp, ölçü ve değerlere
ilişkin düşünce ve algılayışlarını
düzeltmekte, bunların gerçek mahiyet ve hakikatlerini canlı
ve etkili bir şekilde tasvir eden kendine özgü ifade tarzıyla
açıklamaktadır.