Ayette geçen -Subât- kelimesi -Subeh- kelimesinin çoğuludur
ve topluluk anlamına gelmektedir. Kastedilen mana, `Teker
teker cihada çıkmayın'dır. Savaşın
gerektirdiği şekilde küçük birlikler veya bütün bir
ordu şeklinde çıkınız. Çünkü her tarafa
yayılmış düşmanlar sizden tek
başına çıkmış olanları
avlayabilirler. Bu düşmanlar hele bir de İslâm cemaati
maskesini giymişlerse. Nitekim bu düşmanlar, münafık
ve yahudilerin şahsında Medine'nin kalbine
yerleşmişlerdi.
CİHADI AĞIRDAN ALANLAR
"İçinizde bu görevi ağırdan alanlar var.
Eğer bir musibet (başarısızlık-yenilgi)
ile karşılaşırsanız `Allah bana lütfetti
de onlarla birlikte bulunmadım' der."
Buna karşılık Allah size bir zafer
kazandıracak olursa sanki daha önce aranızda hiçbir
tanışıklık hiçbir dostluk yokmuş gibi `keşki
ben de onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük bir başarıya
erseydim' der."
Düzenli birlikler halinde ya da hep birlikte çıkın,
kiminiz savaşa çıkarken -şu anda olduğu gibi-
kiminiz de ağır davranmasın. Her zaman
hazırlıklı olun. Sadece dış düşmanlara
karşı değil, aynı şekilde oyalanan,
ağır davranan ve geride kalan kişilere
karşı da uyanık olun. Bunlar ister kendilerini
oyalasınlar -yani oturup ağır davransınlar-
ister başkalarını da beraberlerinde
oyalasınlar fark etmez. Geride kalıp ağır
davrananların yapa geldikleri şey hep budur..
Buradaki "Leyebtıenne" kelimesi,
ağırlığı ve telafuzu zor olması
bakımından seçilmiştir. Gerçekten dil, bu
kelimenin harflerini ve vurgusunu sonuna kadar telaffuz etmekte
son derece zorlanmaktadır. Çünkü kelimenin zorluğu
sona doğru daha bir artmaktadır. Kuşkusuz bu kelime
vurgusundaki bu zorluk ve ağırlık beraberindeki
psikolojik hareketi eksiksiz bir şekilde tasvir etmektedir.
Bu da tek bir kelimeyle bütün durumu çizen Kur'an'ın edebi
tasvirinin eşsiz örneklerindendir.'
"İçinizde bu görevi ağırdan alanlar
var." cümlesinin yapısı, "sizden"
ağır davranan -müslüman sayılan- bu
kişilerin, ağırdan alma işini eksiksiz yerine
getirdikleri, bunda ısrar ettikleri ve bu konuda çaba sarf
ettiklerini göstermektedir. Bu da cümlede çeşitli tekit yöntemleriyle
ifade edilmektedir. Bütün bunlar bu grubun ağırdan
almayı ısrarla sürdürdüğünü, bu durumun
müslüman safta olumsuz etki bıraktığını
ve müslümanlara çok çektirdiğini göstermektedir.
Bu yüzden ayet, özelliklerini ortaya çıkaran projektörünü
onların üzerine ve ruhlarının içlerine tutmakta
ve`Kur'an'ın olağanüstü tasvir yöntemiyle iğrenç
hakikatlerini çizmektedir.
İşte bütün sebepleri, özellikleri, davranış
ve sözleriyle onlar... İşte onlar, bütün çıplaklığıyla
gözler önüne serilmişlerdir. Mikroskop altına
konulmuş gibi niyet ve sırlar, sebep ve etkenler birer
birer ortaya çıkarılmıştır.
İşte onlar Resulullah döneminde ve her zaman ve
mekandaki durumlarıyla. İşte onlar, zayıf ve
renkten renge giren münafıklar... Aynı zamanda küçük
değerlerin adamı... Doğrudan kişisel çıkarlarından
daha üstün bir gaye, sınırlı ve küçük kişiliklerinden
daha yüce bir ufuk tanımazlar bunlar. Bütün dünyayı
bir tek eksen etrafında döndürürler. Bu eksen de bir an
bile unutmadıkları kendi kişilikleridir.
Onlar. ağırdan alırlar, son derece yavaş
davranırlar. Meşhur deyimiyle "değneği
ortasından tutmak" için niyetlerini de açıklamazlar.
Kâr ve zarara ilişkin düşünceleri, tam da zayıf
ve zelîl münafıklara yakışır bir düşüncedir.
Savaştan geri kalırlar... Şayet mücahidler bir
sıkıntıya uğrasa, ya da bir imtihandan geçseler,
geride kalanlar sevinmeye başlarlar. Cihaddan kaçışlarını
ve imtihandan kurtuluşlarını bir nimet sayarlar.
"Eğer bir musibetle
karşılaşırsanız, `Allah bana lütfetti de
onlarla birlikte bulunmadım' derler."
Geride kalıp kurtulmalarını emrinden çıkıp
oturdukları Allah'ın, kendilerine bahşettiği
dini bir nimet saymaktan utanmazlar. Oysa böyle durumlarda
kurtuluş hiç bir zaman Allah'ın nimeti sayılamaz.
Çünkü emrinden çıkmakla, Allah'ın nimetine
ulaşılmaz, görünürde bu durum kurtuluş gözükse
de...
Evet, bu hâl bir nimettir Allah ile ilişkileri
bulunmayanların yanında... Yüce Allah'ın
kendilerini niçin yarattığı kavrayamayanların
ve emrine itaat etmek ve hayat metodunu yeryüzünde gerçekleştirmek
suretiyle Allah'a kullukta bulunmayanların yanında.
Karınca gibi ayaklarının altındaki şeyden
yüce ufuklara kadar hiçbir şeyi algılamayanların
yanında nimettir kaçış. Allah yolunda, O'nun hayat
metodunun gerçekleşmesi ve O'nun sözünün yücelmesi için
cihad anında başa gelen musibetin bir üstünlük ve
Allah'ın seçmesiyle olduğunu algılamayanların
yanında nimettir. Kuşkusuz bu üstünlüğü yüce
Allah, onları dünya hayatında beşerî zaafların
üzerine çıkarmak ve yüce bir hayatla onurlandırarak dünyaya
bağımlılıklarından kurtarmak için kullarından
dilediğine özgü kılar. Çünkü hayat onlara değil,
onlar hayata hükmederler. Bu kurtuluş ve yükselme ile yüce
Allah, onları ahiret günü şehidlerin makamında
kendi yakınında bulunmaya lâyık görmektedir.
Kuşkusuz bütün insanlar ölürler; Ancak, şehidler
sadece Allah yolunda şehadete ererler. Bu da Allah'ın büyük
bir lütfudur.
Ancak diğer durum söz konusu olursa... Allah'tan gelecek
herşeyi kabullenmeye hazır bir şekilde savaşa
çıkan mücahidler galip gelirlerse... Zafer ve ganimet elde
ederek Allah'ın diğer lütfuna nail olurlarsa...
İşte pişmanlık duyarlar. Tabii ki, kâr ve
zarara ilişkin kısır ve küçük anlayışlarına
göre kârlı...
"Buna karşılık Allah size bir zafer
kazandıracak olursa sanki daha önce aranızda hiçbir
tanışıklık, hiçbir dostluk yokmuş gibi
`keşki ben de onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük
bir başarıya erseydim' derler."
Onlar, ganimet ve sağ salim dönüş gibi küçük başarıları
"büyük başarı" olarak değerlendirirler.
Mü'min ise, ganimet ve sağ salım dönüşü kötü
karşılamaz, aksine bunları Allah'ın takdiri
olarak algılar. Mü'min bela istemez, ancak Allah'tan sağlık-afiyet
nasip etmesi dilenir. Bununla beraber mü'minin genel düşüncesi,
Kur'anî ifadenin kötüleyici ve nefret ettirici bir şekilde
ortaya koyduğu, cihaddan kaçan insanların düşüncesinden
farklıdır.
Kuşkusuz mü'min belâ istemez, aksine Allah'tan sağlık
ve esenlik ister. Ancak cihada çağrıldığında
-ağırdan almadan- cihada çıkar. Allah'tan iki sonuçtan
birini isteyerek çıkar: Zafer ya da şehadet. Her ikisi
de Allah'ın lütfudur. Her ikisi de büyük başarıdır.
Ya Allah ona şehidlik nasip eder. O da Allah'ın
kendisine verdiğini hoşnutlukla kabul eder ve
Allah'ın katındaki şehitlik makamıyla sevinir.
Ya da ganime; ve sağ salim geri dönüşü nasip eder. O
zaman da Allah'ın lütfuna karşı şükreder
v°e Allah';n yardımıyla sevinir. Bu sevinç ölmeden
döndüğü için değil...
İşte bu, yüce Allah'ın müslümanların yükselmesini
istediği ufuktur. İçlerinde yaşayan ve cihada
karşı ağır davranan grubun nefret ettirici
tablosunu çizip,safta üslenen oyalayıcı kişileri
ortaya çıkarırken onlara karşı uyanık
olmalarını sağlamaktadır, düşmanlarına
karşı uyanık olmaları gerektiği gibi...
O zaman müslüman kitleye yönelik bu sakındırma ve
uyarının ötesinde, Kur'an'ın bu birkaç
kelimesinde her zaman ve mekanda görüle gelen bir insan tipi
çizilmektedir.
Müslüman kitle, bu gerçeği sürekli bünyesinde barındıracaktır.
Buna göre safta her zaman benzeri kişiler bulunacaktır.
Ancak ümitsizliğe düşmemek lazım,
hazırlıklı olup yola devam etmek gerekir.
Eksiklikleri tamamlamak, zaafları tedavi etmek, adımlar,
duygu ve hareketler arasında uyum sağlamak için
sürekli bir eğitim, direktif ve çaba zorunludur.
DÜNYAYI AHİRET KARŞILIĞINDA SATANLAR
Daha sonra ayetlerin akışı, ağırdan
alıp toprağa bağlananları bu bataklıktan
çıkarıp kurtarmakla sürüyor. En iyiye ve en kalıcıya
yani ahirete yönelme duygularını
canlandırıyor. Dünyayı satıp
karşılığında ahireti satın almaya yöneltiyor.
Her iki durumda da onlara Allah'ın lütfunu ve iki sonuçtan
biri vaad ediliyor: Zafer ve Şehadet...