diye
cevaplandırdı. Sahabilerden Enes b. Malik diyor ki;
"Müslümanlar bu söze sevindikleri kadar hiçbir şeye
sevinmemişlerdi." (Buhari)
Evet, bu mesele sahabilerin kalplerini ve ruhlarını
çok meşgul ediyordu. Ahirette Peygamberimiz ile birlikte
olma meselesi yani. Çünkü dünyada O'nunla bir arada olmanın
erişilmez tadına varmışlardı! Bu mesele,
aynı zamanda yüce Peygamberimizi sevmenin tadına
erişen her müslümanın kalbini meşgul eder.
Okuduğumuz son hadiste bu bakımdan ümit, güven ve
ışık vardır.
CİHADA KOŞUN!
Bu bölümde yer alan ayetlerin erken bir dönemde nazil olduğu
görüşünü tercih ediyoruz. Bu da Uhud savaşı
sonrası Hendek savaşından önceki dönem olabilir.
Bu ayetlerin ortaya koyduğu müslüman topluluğun görünümü
bizi bu sonuca götürmektedir. Bu görünüm, müslüman safta
henüz olgunlaşmamış yahut iman etmemiş ve iki
yüzlülük yapan çeşitli grubların
varlığına işaret etmektedir. Bu da gösteriyor
ki o dönemdeki müslüman topluluğun durumu omuzlarına
yüklenen büyük görevi yerine getirmek ve gerek itikadi düşüncelerde
gerekse düşmanla girişilen savaşta bu büyük
görevin düzeyine yükselmek için eğitim, direktif,
uyarı ve cesaretlendirme konusunda büyük çabalar
gerektirmiştir.
Vardığımız bu sonuçlar, diğer bir gerçeği,
bu safta yüksek zirvelere çıkan ve bu düzeye yükselmek
için büyük aşamalar kat eden ve sonuçta da bu düzeye ulaşan
örnek müslümanların varlığı gerçeğini
görmezlikten gelmemizi gerektirmiyor. Ancak biz bir bütün
olarak "müslüman saf"lardan söz ediyoruz. Karışık,
ancak uyum söz konusu olmayan bir yapı gibi... Bu haliyle bu
müslümanların, düzen ve uyumunu sağlayacak bir çabayı
gerektirdiği ileride görülecek Kur'an ayetlerinden anlaşılmaktadır.
Bu direktiflerden ortaya çıkan işaretler
incelendiğinde müslüman kitlenin çoğu zaman
unuttuğumuz beşeri görünümüyle yüzyüze gelmemizi
sağlar. Bir bakıyoruz, bu kitlenin birtakım zaaf ve
kuvvet noktaları vardır. Bu arada Kur'an'ın,
aynı anda, hem beşeri zaafları, hem cahilî kalıntıları
dile getirdiğine, hem de düşman kamplarla nasıl
bir savaşa tutuştuğuna şahid oluyoruz. Böylece
diri ruhlarda ve pratik alemde fonksiyonunu yerine getiren Kur'an'ın
eğitim metodunu da görüyoruz. Ayrıca -farklı
dereceler, ayrı özelliklere sahip ve ilk defa cahiliye
bataklığından birer birer toplanan- bu kitleyi
Resulullah'ın son günlerinde gördüğümüz insan fıtratının
elverdiği oranda uyumlu bir hale getirerek
olgunlaştırıp yüceltmek için bu sistemin sarf
ettiği düzenli çabanın bir yönünü de görüyoruz.
Bunları bu şekilde görmek bize yararlı
olacaktır. Hem de çok.. İnsan ruhunun özelliklerini ve
bu ruhun Resulullah'ın Kur'an metoduyla eğittiği en
hayırlı toplumda örneğini görmemiz zaaf ve güç
yeteneklerini kavramamızda yararlı olacaktır.
Kur'an'ın eğitim metodunun özelliklerini, bu ruhları
nasıl ele aldığını onlara nasıl
şefkatle eğildiğini, pratik alemde kendi özelliğini
koruyarak hareket ettiğini gördüğümüz gibi farklı
düzeylerde farklı örnekleri içeren müslüman kitleye nasıl
bir uyum kazandırdığını
algılamamız da yararlı olacaktır.
Kendi durumumuzu ve insan topluluklarının durumunu bu
seçkin kitlede somutlaşan insan ruhunun pratiği ile
kıyaslamak da yararlı olacaktır. Böylece ruhumuzda
bir takım zaaf noktalarının
varlığını
algıladığımızda karamsarlığa
kapılıp tedavi yönüne gitmeyi ve çaba sarf etmeyi
elden bırakmamış oluruz. Aynı şekilde ilk
müslüman kitle -bütün üstünlüklerine rağmen-
aşağılık durumdan yüksek zirvelere yükselme
çabamızda hareket tarzlarına baş
vurmaksızın sırf hayallerimizde uçuşan düşlerden
ibaret kalmamış olur.
Kuşkusuz bütün bunlar, yararlanabileceğimiz tecrübe
birikimleridir. -Kur'an'ın gölgesindeki hayattan- çıkardığımız
bu tecrübelerle Allah'ın izniyle bir çok iyilikler elde
etmiş oluruz.
Bu derste yer alan ayetlerden anladığımız
kadarıyla o günkü müslüman safta:
A- Allah yolunda cihad etmekte ağır davrananlar ve
başkalarını da alıkoyan kişiler
vardı. Bu kişiler, müslümanların başına
bir musibet gelmiş kendileri de kurtulmuşsa bunu ganimet
sayarlardı.
Yok eğer müslümanlar büyük ganimetler elde etmiş
kendileri de cihada çıkmadıkları için ganimetten
pay almamışlarsa bunu da büyük bir kayıp olarak
kabul ederlerdi. Bu halleriyle ahirete karşılık dünyayı
satın almışlardı.
B- Aralarında canlarını kurtarmak için hicret
edenler de vardı -Mekke'de cihad emri gelmeden savaşmak
ve düşmanı püskürtmek için yiğitlik gösterenler
olduğu gibi- Medine'de cihad emri verildiğinde bu
kişiler paniğe kapılıp yüce Allah'ın
kendilerine biraz süre tanımasını ve o anda
savaş emrini vermemesini dilemişlerdi.
C- Kendilerine bir iyilik dokunduğunda bunu Allah'tan
bilip bir kötülük
dokunduğunda ise bunu Hz. Peygamber'den bilenler
vardı. Elbette bu anlayışın nedeni yüce
Allah'a olan güçlü imanları değildi. Bununla "Önderlik
makamı"nı yaralamayı ve etrafında
birtakım kuşkular oluşturup yaymayı amaçlıyorlardı.
D- Resulullah'ın huzurunda iken itaat ettiğini
belirten ve fakat oradan ayrılır ayrılmaz, söylediğinin
dışında şeyler geveleyip duranlar vardı.
E- Birtakım söylentilere ilgi duyanlar da vardı.
Bağlı olduğu "Önderlik mevkii"nden doğruluğunu
araştırmadan, bu söylentileri müslüman safta yayıp
bir takım karışıklıklara neden
olurlardı.
F- Bütün emir ve direktiflerin yüce Allah'tan kaynaklandığından
kuşku duyanlar vardır. Bunlardan bir
kısmını, kendisine bir vahiy gelmeksizin Hz.
Peygamberin uydurduğunu zannediyorlardı.
G- Bu arada -gelecek konunun başında görüleceği
gibi- müslüman cemaatin ikiye bölünmesini gerektirecek kadar
bazı münafıkları savunanlar da vardı. Bu da
iman düşüncesinde ve "Önderlik makamı"nın
düzenlemesinde, uyumun olmadığını -bir
taraftan müslüman topluluğun "Önderlik makamı"nın
görevi ve böyle durumlarda bu makamla ilişkileri konusunda
toplu bir anlayışa sahip olmadıklarını- göstermektedir.
Bunların tümü, münafıklardan bir grup
olabileceği gibi her ne kadar kimisi muhacirlerden olsa bile
imanî kişilikleri olgunlaşmamış imanla
zaafı bulunanlardan da olabilirler. Ancak Medine'de
Yahudilerin, Mekke'de müşriklerin ve yarımadada
fırsat kollayan tüm arapların düşmanlıkla
kuşatmış bulunduğu müslüman safta böylesine
bir veya iki grubun yer almasının uzun bir eğitim
ve cihad sürecini zorunlu kılacağı ve
birtakım karışıklıkları
doğuracağı muhakkaktır.
Bu derste, cihaddan ve bu eğitimden örnekler göreceğiz.
Ruhlarda ve safta gizlenmiş hastalıkların; dikkat,
derinlik ve eğitimini Kur'an metoduyla yerine getiren
cemaatin önderi Hz. Peygamber'in sabrında somutlaşan
sabırla tedavi edildiğine şahid oluyoruz.
1- İhtiyatın emredildiğini görüyoruz. Mücahid
müslümanların müfreze (seriye) ya da cihadla ilgili diğer
bir görev için çıktıklarında teker teker çıkmamaları
silahlı müfrezeler, (seriye) bölükler ya da hep birlikte
düzenli bir ordu şeklinde çıkmaları
emredilmektedir. Çünkü içinde yaşadıkları bölge
(âdeta) mayınlı bir bölgeydi. Her taraftan düşmanlarla
kuşatılmışlardı. Üstelik aralarında
gizli münafıklar ya da münafık ve yahudilerin
barındırdığı düşman casuslar da
bulunmaktaydı.
2- Cihad'a çıkmakta ağır davrananların bu
tutumlarını nefret ettirici bir tarzda gözler önüne
seren tasvirle karşılıyoruz. Bu tasvirde;
isteksizlik, ucuz menfaatleri sevmek ve durumların
değişmesiyle renkten renge girmek gibi özellikler öne
çıkmaktadır. Ayrıca Mekke'deyken savaş için
istekli görünenlerin Medine'de savaş emri verildiğinde
paniğe kapılmalarının da garip
karşılandığını görmekteyiz.
3- Yüce Allah'ın kendi yolunda savaşanlara büyük
bir mükafat ve iki sonuçtan birini vaad ettiğini görüyoruz.
"Allah yolunda savaşıp öldürülen veya galip
gelen kimseye büyük bir mükafat vereceğiz."
4- Kur'an-ı Kerimin, müslümanları yönelttiği
savaşta gözetilmesi gereken en şerefli niyet, en
üstün hedef ve en soylu amacın tasviriyle
karşılaşmaktayız.
"Niye Allah yolunda ve `Ey rabbimiz bizi şu
zalimlerin yaşadığı beldeden çıkar, bize
kendi katından bir kurtarıcı ve bir destekçi
gönder' diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve
çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?"
5- Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim'in, kâfirlerin
boş gayeleri ve zayıf dayanaklarının
yanında, müminlerin uğrunda cihad ettikleri en yüce
gayeyi ve en sağlam dayanağı tasvir edişiyle
de karşılaşıyoruz:
"Müminler Allah yolunda kafirler Tağut (şeytan)
uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın
dostlarıyla savaşın; çünkü şeytanın
hilesi-düzeni zayıftır."
6- Kur'an-ı Kerim'in bozuk duyguların ve zayıf
davranışların kaynağını
oluşturan bozuk düşünceleri tedavi etmede uyguladığı
yöntemi de görüyoruz. Bir kere dünya ve ahiretin hakikatını
"De ki; dünya zevki kısa sürelidir, ahiret ise sakınanlar
için daha iyidir. Orada kıl payı kadar bile
haksızlığa uğramazsınız"
demek suretiyle açıklamakla bir kere, kişi ne kadar
ihtiyatlı davranırsa davransın, cihattan ne kadar
geri kalırsa kalsın ölümün kesin olduğu ve
takdir edilen zamanda uygulanacağını "Nerede
olursanız olun surlarla tahkim edilmiş kalelerin içinde
bile olsanız, ölüm sizi bulur". diye
belirtmektedir. Ayrıca Allah'ın kaderi ve insanları
fiillerinin gerçek mahiyetini beyan ederek:
şeklinde açıklayarak
bu itikadï düşünceyi doğrultma yönüne gitmektedir.
7- Kur'an'ın, yüce Allah ile peygamberi arasındaki
bağı ve peygambere itaatin Allah'a itaat olduğu gerçeğini
güçlendirdiğini görüyoruz. Ve bu Kur'an'ın bütünüyle
Allah'tan geldiğini zihinlere yerleştirmekte ve
onları kaynağın birliğine dalalet eden
Kur'an'daki mükemmel birliği düşünmeye çağırmakta:
"Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş
olur..." Bunlar Kur'an'ı hiç incelemiyorlar mi? Eğer
o Allah'tan başkası tarafından gelseydi içinde
mutlaka birçok çelişkiler bulurlardı" buyurarak
şüpheleri ;gidermektedir.
8- Daha sonra Kur'an-ı Kerim'in -yanlış
anladıkları haberlerden dolayı titreyenlerin
durumunu tasvir ettikten sonra- onları, toplumun önderlik
makamına ilişkin düzeninin temeliyle uyuşan en
sağlıklı yola yönelttiğini görmekteyiz.
"... Oysa eğer o haberi peygambere ya da
başlarındaki kendi yetkililerine götürseler, aralarındaki
yorum yapmaya yetenekli olanlar onun mahiyetini
anlarlardı."
9- Sonra Kur'an, kendilerini hidayete erdirmek suretiyle yüce
Allah'ın üzerlerindeki nimetini hatırlatarak böyle bir
yola baş vurmanın sonucundan korkutmaktadır. "Eğer
Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, küçük
bir azınlık dışında hepiniz şeytana
uyardınız."
Yüce Allah'ın; peygamberine -tek başına da
olsa- cihad etmesini ve müminleri savaşa teşvik
etmesini emrettiğini görüyoruz. Ayrıca peygamberin
sadece kendisinden sorumlu olduğunu, savaşı ise yüce
Allah'ın üzerine aldığını
bildirdiğini duyduğumuzda çeşitli yöntemlerle bu
denli bir çabayı gerektiren müslüman kitlenin hayatındaki
bu görünümlerin doğurduğu kargaşayı
algılayabiliriz.
"Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden
sorumlusun. Mü'minleri de savaşmaya teşvik et de ola ki
Allah kafirlerin ağır baskılarını geri püskürtür.
Hiç kuşkusuz Allah'ın kahrı öldürücü, darbesi
pek şiddetlidir."
Bu üslûpta, kalpleri coşturan, azmi hareketlendirip
arzuyu harekete geçiren ve insanın Allah'ın kahredici gücüne
güvenmesini sağlayan bir duygu yer almaktadır.
Kur'an-ı Kerim birçok alanda müslüman kitle ile
birlikte savaşa girişiyordu. En başta da nefis
alanında; kuşkulara, vesveselere, kötü düşüncelere,
cahiliye tortularına ve -münafıklık veya
sapıklıktan kaynaklanmasa bile- beşerî zaaflara
karşı savaşa girişiyordu. Kur'an-ı kerim,
müslüman kitleyi güçlülük seviyesine ve safta uyum aşamasına
ulaştırmak için Rabbanî metodla eğitimini sürdürüyordu.
Bu, uzak olduğu kadar uzun vadeli bir hedeftir. Çünkü bir
toplumda son derece güçlü kimselerin bulunması bir çok
zayıf tuğlaların safta yer almasına engel
değildir. O halde farklı seviyeler arasında bir
uyum oluşturmak zorunludur. Bu da büyük mücadelelerle
yüzyüze gelmeyi zorunlu kılmaktadır. Şimdi
ayetleri ayrıntılarıyla inceleyelim.