Kendilerine "Kitaptan bir pay verilenler"den
şunlar beklenirdi: Bunlar herkesten önce Kitaba (Kur'an'a)
inanmalıydılar, yüce Allah'ın yol göstericiliğine
muhatap olmamış nasipsizlerin
kapıldıkları putperestliğe karşı çıkmalıydılar,
yüce Allah'ın kitabını hayatlarına egemen
kılmalı ve tağutun yoluna
koyulmamalıydılar. Tağut; yüce Allah'ın
onayına dayanmayan herhangi bir hukuk sistemi ve yüce Allah'ın
şeriatınca desteklenmeyen herhangi bir hüküm demektir.
Fakat kendi kendilerini aklayan ve yüce Allah'ın
sevdikleri olmakla övünen yahudiler, kendilerine yakıştırdıkları
bu asılsız konuma ters düşecek şekilde
batıla ve putperestliğe uyuyorlar. Çünkü
kâhinlerinin peşinden gidiyorlar, kahinlerine ve
hahamlarına yüce Allah'ın onayına
dayanmaksızın yasa koyma yetkisi tanıyorlar.
Aynı anlamda "tağut"a inanıyorlar.
Tağut, yüce Allah'ın şeriatı
dışında kaynaklanan hüküm anlamındadır.
Tağut, sözlük anlamı ile "azgınlık,
taşkınlık, ölçü dışına çıkma"
demektir. Sözünü ettiğimiz tutum da bir tür taşkınlık
ve bir çeşit ölçüyü çiğnemektir. Çünkü yüce
Allah'ın tekelindeki imtiyazlardan biri olan egemenliği
insanlardan birine yakıştırmaya
kalkışıyor. Bunun yanısıra yüce Allah'ın
hakka ve adalete bağlayıcı
şeriatının kurallarından birinin disiplini
altına girmiyor. Bu niteliği ile bu tutum bir
taşkınlık, bir kuralları çiğneme
olayıdır. Bu tür kural dışı,
taşkın hükümlere inananlar, uyum gösterenler ya
Allah'a ortak koşmuşlardır ya da doğrudan
doğruya kafirdirler. İşte yüce Allah bunların
tutumlarını şaşırtıcı buluyor.
Çünkü kendilerine kutsal kitap hazinesinden bir pay verildiği
halde bu kitabın içeriğine
bağlanmamışlardır.
Bu şaşkınlar sadece "puta ve Tağut'a"
inanmakla kalmıyorlar. Bunun yanısıra yüce Allah'ın
kitab verdiği, kendilerine Kur'an'ı gönderdiği müslümanlara
karşı kâfirlerin tarafında yer alıyorlar,
onlara hak veriyorlar. Tekrarlıyoruz:
"Kâfirler hakkında `Bunların yolu, müminlerin
yolundan daha doğrudur' derler."
İbn-i İshak'ın, Muhammed b. Ebu Muhammed ve
İkrime yolu ile Ebu Said b. Cubeyr'e dayanarak
bildirdiğine göre Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Kureyş, Gatafan ve Beni Kureyza kabilelerini müslümanlara
karşı birleştirip savaşa sürükleyenler Hayy
b. Ahtab, Selâm b. Hakık, Ebu Rafi, Rebü b. Hakık, Ebu
Amir, Vehûh b. Amir ve Hevde b. Kasy adlı kişilerdi.
Bunlardan Venûh, Ebu Amir ve Hevele Vailoğulları
kabilesinden, öbürleri ise Nadiroğullari kabilesinden idi.
Bu yahudi heyeti Kureyş kabilesi ile görüşmeye
gidince onlara beraberlerinde getirdikleri din
adamlarını göstererek şöyle dedi; `Bunlar Yahudi
hahamlarıdırlar. İlk kutsal kitabı iyi
bilirler. Sorun onlara, sizin dininiz mi, yoksa Muhammed'in dini
mi üstündür?' Kureyşlilerin bu yoldaki soruları
üzerine yahudi hahamları `Sizin dininiz Muhammed'in dininden
daha üstündür. Sizin yolunuz Muhammed'in ve O'nun peşinden
gidenlerin yolundan daha doğrudur' diye cevap verdiler. Bunun
üzerine yüce Allah `Şu kendilerine kitaptan pay
verdiklerimizi görmüyor musun...' diye başlayan ve
"... kendilerine büyük bir egemenlik bağışlamıştık"
diye biten ayetler gurubunu indirdi.
Bu ayetlerde onlara lânet ediliyor, dünyada ve ahirette
desteksiz ve yardımcısız kalmaya mahkûm oldukları
bildiriliyordu. Çünkü onlar, Kureyş putperestlerine
kendilerine destek sağlamak için gitmişler, bu sözleri
de gönüllerini alıp taraftarlıklarını
kazanmak amacı ile söylemişlerdi.
Nitekim Kureyşliler de yahudilerin bu isteklerini olumlu
karşılayarak Hendek (Ahzab) savaşında
onların tarafında müslümanlara karşı
savaşa girdiler. Peygamberimiz bunlara karşı Medine
çevresinde hendekler kazdırdı. Yüce Allah, onların
kötülüklerine engel oldu, onları kinleri ile baş
başa bıraktı, istedikleri sonucu elde edemediler. Yüce
Allah savaşta ağırlığını müminlerden
yana koydu. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstün
iradelidir.
Gerçi yahudilerin "Putperest Kureyşlilerin dini Hz.
Muhammed'in ve O'nun peşinden gidenlerin dininden daha
üstündür; putperestlerin yolu, yüce Allah'ın
kitabına (Kur'an'a) ve Peygamberine inananların yolundan
daha doğrudur" demeleri aslında hayret edilecek bir
tutumdur; ama, yahudilere çok görülmez, onlar için normaldir.
Onlar hak ile batıl arasında, doğru ile eğri
arasında, doğrular ile eğriler arasındaki
tutumu her zaman budur. Onların doyumsuz hırsları,
yatışmaz arzuları ve dinmez kinleri vardır.
Onlar hakkın ve hak taraftarlarının yanında
hırslarına, arzularına ve kinlerine destek
bulamazlar. Bu yoldaki desteği ve yardımı her zaman
ancak batılın, eğrinin ve eğrilik
taraftarlarının arasında bulabilirler. Hakkın
ve hak taraftarlarının aleyhine geçip batılın
ve eğrinin taraftarlarının lehine
tanıklık etmelerinin sebebi budur.
Onların tutumu her zaman budur ve bu tutumun sebebi de her
zaman geçerlidir. Bu yüzden onların "Kureyş
putperestlerinin yolu, müminlerin yolundan daha doğrudur"
demeleri kendi açılarından mantıklı ve
normaldir, süpriz değildir.
Yahudiler aynı sözü bu günde söylüyorlar, yarın
.da söyleyeceklerdir. Onlar günümüz dünyasının her
yerindeki başarılı İslâmî hareketi,
denetimleri altındaki propaganda ve yönlendirme araçları
ile lekelerler; bu hareketleri gözden düşürüp kuvvet yolu
ile ezmek isteyen batıl taraftarlarını olanca güçleri
ile desteklerler. Tıpkı ilk İslâmî hareketi
gözden düşürmek ve ezebilmek için putperest Kureyşlileri
destekledikleri, kendileri ile güç birliği
yaptıkları gibi.
Fakat iğrenç iki yüzlülüklerinden, hile ve düzenbazlık
alanındaki erişilmez maharetlerinden ve
zamanımız şartlarının öyle yapmalarını
gerektirmesinden dolayı kimi zaman eğriyi ve
eğrinin taraftarlarını açıktan açığa
övmezler. Sadece hakkı ve hak taraftarlarını
karalamakla yetinirler. Batılın hakkı ezmesine,
sindirmesine böylesine dolaylı yoldan destek vermeyi uygun görürler.
Çünkü günümüzde yahudilerin açık övgüsü, başlı
başına bir suçlama gerekçesi ve taşınmaz bir
töhmet yükü haline gelmiştir. Bu yüzden eğer
desteklerini ve övgülerini açığa vururlarsa İslâmî
hareketleri ezmek isteyen, dünyanın her yerindeki gizli
ajanları ve onlardan aldıkları direktiflere göre
çalışan sinsi zorbalar hakkında kuşku
uyandırabilir!
Kimi zaman bu sinsi yanıltmacalarını o kadar
ileri boyutlara vardırırlar ki kendileri hesabına
hakkı ve hak taraftarlarını sindiren ajanları
ile göstermelik düşmanlık ve savaş oyunu oynarlar
ya da danışıklı propaganda
savaşını gündeme getirirler. Amaçları uzun
vadeli emellerini gerçekleştiren en sadık, en
bağımlı dostlarını tamamen şüpheden
uzak tutmaktır.
Fakat asla İslâm'ı ve müslümanları karalama,
gözden düşürme kampanyasına ara vermezler. Çünkü
İslâm'a karşı besledikleri kin o kadar koyu ve
katıdır ki, en küçük bir İslâmî diriliş
hareketine, hatta böyle bir hareketin gölgesine bile tahammül
edemezler. İnsanları yanıltmak ve aldatmak için
bile onun varlığına katlanamazlar.
Yahudilerin tarih boyunca sergiledikleri karakter,
uyguladıkları strateji ve güttükleri amaç aynıdır.
İşte yüce Allah bundan dolayı onlara lânet ediyor,
kendilerini rahmetinden kovuyor ve desteğinden yoksun
bırakıyor. Yüce Allah'ın desteğinden yoksun
kalan kimse bütün yeryüzü halkının desteğini ve
yardımını kazansa bile aslında destekçisiz ve
yardımcısızdır. Okuyoruz:
"Bunlar Allah'ın lânetine uğramış
kimselerdir. Allah birine lânet ederse ona yardım edecek
birini bulamazsın."
Günümüzde bütün batılı devletlerin yahudileri
desteklediklerini görünce paniğe kapılıp
sorabiliriz: Hani Allah onları lânete çarptırdığını
vaad etmişti? Hani Allah'ın lânetine uğrayanlar
yardımcı ve destekçi bulamazlardı?
Fakat bilmeliyiz ki, asıl yardım edici, asıl
destekçi insanlar değildir, devletler de değildir. Bu
devletlerin ellerinde hidrojen bombaları ve türlü türlü
füzeler de olsa bu böyledir. Asıl gerçek yardımcı
yüce Allah'tır, iradesi karşısında bütün
kullarına diz çöktürme gücünde olan yüce Allah! Bu
rakipsiz güç karşısında ellerinde hidrojen
bombaları ve çeşit çeşit füzeler bulunan kullar
da kim oluyorlar?
Yüce Allah ise kendisini destekleyenin destekçisidir. Nitekim
O bize "Allah dinini destekleyenleri kesinlikle
destekler." buyuruyor." (Hacc Suresi, 40) Yüce
Allah kendisine gerçek anlamda inananların, olanca güçleri
ile sistemine bağlananların, hoşnutluk ve
teslimiyet içinde sisteminin hakemliğine
başvuranların yardımcısı ve destekçisidir.
Yüce Allah bu ayette kendisine inanmış, sistemine
uyan ve şeriatının hakemliğini benimseyen bir
ümmete sesleniyor. Bu yüzden bu ümmetin düşmanları
olan yahudileri ve destekçilerini küçümsüyor. Yine yüce
Allah bu ümmete yardım etmeyi, destek sağlamayı
vaad ediyor. Çünkü düşmanlarının, yani
yahudilerin yardım edicisi destekleyicisi yoktur. Yüce Allah
o günkü müslümanlara karşı vaadini, fiilen gerçekleştirdi.
Onun vaadi ancak gerçek müslümanlar hakkında gerçekleşebilir,
ancak gerçekten inanmış bir kitle varolunca
bunların eli ile bu durum pratiğe yansıyabilir.
O halde ateistlerin, putperestlerin ve hristiyanların hep
birlikte yahudileri desteklemeleri, arkalamaları
karşısında paniğe kapılmayalım ve
yılgınlığa düşmeyelim. Onlar her zaman
zaten İslâm karşısında, müslümanlar karşısında
ve yahudilerin yanında olup onların destekçileri
olurlar. Çünkü asıl güç dengesini değiştirecek
destek ve yardım bunlarınki değildir. Fakat
aynı zamanda Allah'ın yardımını
peşin olarak yanımızda bilmek gibi bir
yanılgıya da kesinlikle kapılmamalıyız.
Çünkü yüce Allah'ın yardım vaadi ancak müslümanlar
hakkında ve bu iddiayı ileri süren kimseler gerçek
müslüman oldukları gün gerçekleşir.
Buna göre müslümanlär -bir kez olsun- gerçekten müslüman
olmayı denemeye girişmelidirler. O zaman kendi gözleri
ile baksınlar bakalım, ortada yahudileri destekleyen
kalacak mı, ya da kalsa bile bu destekçilerin yahudiye bir
yararı olacak mı?
İNSANLIIĞIN BAŞ DÜŞMANLARI
Yüce Allah yahudilerin tutumlarını,
davranışlarını ve sözlerini hayretle karşıladığını
belirttikten ve bu yüzden onları lânetine çarptırıp
yalnızlığın perişanlığına
mahkûm ettiğini açıkladıktan sonra Peygamberimize
ve müslümanlara karşı takındıkları
başka bir tutumu kınamaya girişiyor ve yahudilerin
müminlere yönelik ilâhi nimeti kıskanmalarını
yeriyor. Bu nimet hak Din, zafer ve egemenlik-iktidar nimetidir.
İşte yüce Allah'ın tek taraflı bir
bağışı olarak müslümanlara karşı
sunduğu bu nimet yahudileri kıskançlıktan çatlatıyor.
Oysa nimeti veren, yüce Allah'tır, müslümanların bu
ilâhi takdirde hiçbir yetki payları yok!
Aşağıdaki ayetlerde aynı zamanda
yahudilerin pinti karakterlerine, başkalarının
elindeki her şeyde gözü kalan çekememezliklerine de parmak
basılıyor. Oysa yüce Allah onlara ve atalarına da
bol bol nimet bağışladı. Fakat bu ilâhi bağışlar
onlara ne cömertliği gösterebildi ve ne de kendilerini kıskançlıktan
ve açgözlülükten vazgeçirebildi. Şimdi ayetleri
okuyoruz:
"Yoksa onların Allah'ın mülkünde bir payları
mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek
kırıntısını bile vermezlerdi.
Yoksa Allah'ın karşılıksız lütfunun
eseri olarak insanlara bağışlamış
olduğu imtiyazı çekemiyorlar, bu yüzden insanları
kıskanıyorlar mı? Oysa biz İbrahim'in soyundan
gelenlere de kitap ve hikmet vermiş, kendilerine büyük bir
egemenlik bağışlamıştık."
Aman Allah'ım, ne tuhaf şey! Adamlar, yüce Allah'ın
herhangi bir kuluna kendi katından bir nimet
bağışlamasını çekemiyorlar. Yoksa bunlar
-haşa- yüce Allah'ın ortakları mı? Yoksa
O'nun mülkünde, varlığında payları mı
var? Bir bölümünü bağışladığı,
kullarına karşılıksız
akıttığı mülkünde yani. Eğer bu mülkde,
bu varlıkta payları olsaydı insanlara bir çekirdek
kırıntısını, bir tohum zerresini bile
çok görürlerdi. O kadar cimri ve o kadar pintidirler. Ayette
geçen "nukre (çekirdek kırıntısı)"
çekirdeğin sırtındaki cücük demektir. Eğer
yahudinin, yüce Allah'ın mülkünde, varlığında
payı olsa pintiliği ve iğrenç bencilliği yüzünden
insanlara bu çekirdeğin cücüğünü bile vermeye eli
varamazdı. Allah'a hamdolsun ki O'nun, bu mülkte payı
yok. Yoksa tüm insanlar yandıydı, kendilerine bir
çekirdek cücüğü bile verilmeyecektir.
Yoksa yahudilerin hastalığı kıskançlıklarından
mı kaynaklanıyor? Yüce Allah'ın Peygamberimize ve
müslümanlara bağışladığı
imtiyazı mı kıskanıyorlar? Müslümanlara
yepyeni bir varoluş kazandıran, onları yeniden
doğmuşçasına başkalaştıran,
kendilerine diğer insanlardan farklı bir kişilik
sağlayan; onlara bir yandan aydınlık,
ışık, güven duygusu ve gönül huzuru, öbür
yandan temizlik, arınmışlık ve bunların
yanısıra prestij ve egemenlik bağışlayan
İslâm dinini mi kıskanıyorlar?
Evet, yahudilerin içini kemiren kurt, gerçekten bu kıskançlıktır.
Üstelik bu din yüzünden arapların üzerine nice yıllardan
beri kurmuş olduğu edebî ve ekonomik egemenlik de elden
gidiyor; cahil, bölük-pörçük ve birbirleri ile sürekli çatışan
zavallı Arapların sırtlarından, onların
dinsiz günlerinde sağladığı çık arlar
artık hayal olmak üzere!
Fakat yüce Allah başkalarına peygamberlik ve yeryüzü
egemenliği verdi diye ne yüzle insanları
kıskanıyorlar? Çünkü kendileri de Hz. İbrahim döneminden
beri ilâhî bağışın denizi içinde
yüzüyorlar. Bilindiği gibi yüce Allah gerek Hz.
İbrahim'e gerekse soyundan gelenlere kutsal kitap,
peygamberlik mevki, egemenlik ve iktidar vermişti. Fakat bu
nankörler bu bağışın değerini
bilmediler, bu nimete sahip çıkmadılar ve vaktiyle yüce
Allah'a verdikleri sözü tutmadılar. Tersine bir kesimi
inanmayanlar safına katıldılar. Oysa bu kadar
nimete ve bağışa muhatap olan bir milletin bir
kesiminin inkâra sapması, kâfir olması
yakışık almaz. Okuyoruz:
"Oysa biz İbrahim'in soyundan gelenlere de kitap ve
hikmet vermiş, kendilerine büyük bir egemenlik bağışlamıştık.
Fakat İbrahim'in soyundan gelenlerin kimi O'na
inandı, kimi de kendisine sırt çevirdi."
Yüce Allah'ın nimet ve bağışından bol
bol pay almışların yine de
başkalarını kıskanması, kıskançlık
kompleksinin en acı verici tezahürüdür. Sebebine gelince
nimetten yoksun olan kimse başkalarını
kıskanınca bu duygu yüzünden kınanır,
antipatik görülür. İlahî nimetlerden bol bol pay almış
kimselerin kıskançlığına gelince bu köklü
ve derin boyutlu bir bir şirretliktir. Yahudinin benzersiz ve
kendine özgü şirretliği yani.
Bundan dolayı bu ayetin son cümlesinde alevli cehennem
tehdidi ile karşılaşıyoruz. Bu tehdit, sözünü
ettiğimiz iğrenç şirretliğin
karşılığı olan cezadır. Okuyoruz:
"Öylelerinin hakkından alevli cehennem gelir."
Hz. İbrahim'in soyundan gelenlerin arasında kiminin
iman ettiği ve kiminin imana sırt çevirdiği
belirtildikten sonra gelinen noktada insana
davranışlarının
karşılığına ilişkin geniş
kapsamlı kural ile karşılaşırız.
Yalanlayanların ve iman edenlerin
karşılığı. Gerek ötekilerin ve gerekse
berikilerin görecekleri bu karşılıklar. Her din için
ve her zaman geçerli olan bir kural öğretiliyor bizlere.
Yalnız bu kural korkunç, tüyler ürpertici bir Kıyamet
sahnesinin somut tablosu biçiminde gözlerimizin önüne
sunuluyor. Ayetleri okuyalım: