Şimdi bu dersi oluşturan ayetler gurubunun
incelemesine geçiyoruz:
Bu ayetlerin birincisi, yahudilerin tutumunu hayret ve kınama
ile karşılayan ve ilerde okuyacağımız
benzerlerinin ilkini oluşturan bir ayettir. Bu ayette
Peygamberimize ve O'nun kişiliğinde yahudilerin
sergiledikleri şaşırtıcı ve
kınanası tutumun farkına varan, sağduyu sahibi
herkese sesleniliyor. Ayeti tekrarlıyoruz:
"Şu kendilerine kitaptan bir pay verdiklerimizi görmüyor
musun? Bunlar sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı
istiyorlar."
"Kendilerine kitap verilmesinin" doğal sonucu
hidayete ermeleri idi. Yüce Allah ilk sapıklıklarından
kurtularak hidayete kavuşsunlar diye onlara Hz. Musa (selam
üzerine olsun) eli ile Tevrat'ı vermişti. Fakat onlar
bu kurtarıcı "pay"ı tepiyorlar, hidayeti
bırakıyorlar ve yerine sapıklığı
satın alıyorlar. "Satın alma" deyimi
bilerek ve karar vererek yapılan değiş-tokuş
anlamına gelir. Yani yahudilerin ellerinde hidayet var; fakat
onlar bu hidayeti bırakarak yerine
sapıklığı alıyorlar. Burada bilmeyerek,
yanılarak ya da farkında olmayarak yapılan bir hata
karşısında değil; bilinçli, kararlı ve
kasıtlı bir alış-veriş sözleşmesi
karşısındayız. Bu şaşılacak ve
kınanacak, son derece acayip ve son derece tuhaf bir durumdur.
Fakat yahudiler bu şaşılası ve
kınanası noktada da durmuyorlar. Tersine daha da ileri
giderek hidayete erenleri sapıklığa düşürmek
istiyorlar, çeşitli yöntemler kullanarak ve çeşitli
yollardan giderek müslümanları da doğru yoldan çıkarmaya
çalışıyorlar. Bu yöntemler ve yollar daha önce
Bakara ve Al-i İmran sûrelerinde açıklandığı
gibi bu surenin ilerde inceleyeceğimiz ayetlerinde de
kısmen açıklanacaktır. Yani bu adamlar
sapıklığı kendileri için satın almakla
yetinmiyorlar, üstelik çevrelerindeki hidayetin belirtilerini
kökten silmeye yelteniyorlar. Böylece ortalıkta ne hidayet
ve ne de hidayete ermiş insanlar kalsın istiyorlar.
Ayetin gerek ilk gerek ikinci mesajı yahudilerin
oyunlarına ve önlemlerine karşı müslümanlara
yöneltilmiş bir uyarı ve bir sakındırma
niteliği taşır. Aman Allah'ım, ne önlem! Ayrıca
müslümanların vicdanlarında kendilerini tekrar
sapıklık dönemlerine döndürmek isteyen kötü
niyetlilere karşı antipati uyandırılmak
isteniyor. Çünkü müslümanlar kavuştukları hidayetin
değerini iyi biliyorlar, kendilerini tekrar cahiliye dönemlerine
döndürmeye kalkışanlara düşmanlık
besliyorlardı. Onlar hem cahiliyeyi ve hem de İslâm'ı
yakından bildikleri için cahiliyeden nefret ederek İslâm'ı
sevmişler ve bu bilincin sonucu olarak kendilerini şu ya
da bu oranda cahiliye döneminin geriliğine döndürmek
isteyenlere karşı da nefret duyar olmuşlardır.
Kur'an-ı Kerim onlara bu uyarıyı yöneltirken,
elbette ki, yüce Allah onların kalplerindeki bu canlı
duyguyu biliyordu.
Bundan dolayı bir sonraki ayette yahudilerin, müslümanların
düşmanları oldukları açıkça dile
getirilerek ve bu düşmanca girişim
karşısında yüce Allah'ın (celle celâluhu)
müslümanları koruması ve desteği altına
aldığı gönüllere ferahlık aşılayan
bir üslup ile dile getirilerek yahudilerin bu yıkıcı
girişimlerine dikkat çekilmek isteniyor. Okuyoruz:
"Allah düşmanlarınızı çok iyi bilir.
O vekil ve yardım edici olarak size yeter."
Böylece Medine'de müslüman cemaat ile yahudiler arasındaki
düşmanlık açığa vuruluyor, aleniyete dökülüyor
ve saflar iyice belirginleşiyor.
Bir önceki ayette bir bütün olan Kitap ehlinin tutumu
hayretle karşılanmıştı. Gerçi bu hayret
belirtici ifade ile aslında yahudilerin kastedildiği
anlaşılıyordu. Ama bir sonraki ayet bu
anlaşılırlıkla yetinmeyerek yahudilerin
kasdedildiğini açıkça belirtiyor. Sonra yahudilerin bu
dönemdeki tutumları, davranışları ve
Peygamberimize yönelik edepsizlikleri anlatılıyor.
Anlaşılan bu olaylar hicretin ilk yıllarında,
yani yahudilerin, Medine'de halâ borularının öttüğü,
henüz burunlarının kırılmadığı
dönemde meydana gelmiştir. Okuyoruz:
Yahudiler kaypaklığı yüzsüzlüğü ve
yüce Allah'a karşı edepsizliği Tevrat'taki
kelimeleri amaçları dışına çıkacak biçimde
tahrif etmeye kadar ileri götürdüler. En kabul edilebilir
yoruma göre buradaki "tahrif" eylemi, Tevrat'ın
metinlerini amaçları dışında yorumlamak
anlamındadır. Yahudiler bu tahrif eylemini Tevrat'ta yer
alan son peygamberlik misyonuna ilişkin delilleri ortadan
kaldırmak, bunun yanısıra son ilâhi kitap olan
Kur'an'ın onaylandığı ve böylece her iki
kitabın da aynı kaynaktan geldiğine ve bununla
bağlantılı olarak Peygamberimizin gerçek peygamber
olduğuna kanıt oluşturan hükümleri ve yasaları
gözlerden kaçırmak amacı ile yapıyorlardı.
Şunu hemen belirtelim ki, insanların arzularına
uyum sağlamak amacı ile semavî kitapların
metinlerini amaçları ile bağdaşmayacak biçimde
yorumlamak; dinlerinden saparak onu bir meslek ve bir geçim amacı
haline getiren bütün din adamlarında görülen ortak bir
tutumdur. Onlar bu sahtekârlığı her dönemdeki
iktidar sahiplerinin keyiflerine ve dinin çerçevesi dışına
taşmak isteyen halk yığınlarının
arzularına uyum sağlamak için yaparlar. Yahudiler bu
çarpıtma sanatının en maharetli
ustalarıdırlar. Ama günümüzde İslâm'ı
çarpıtmayı meslek edinmiş sahtekârlar arasından
bu alanda yahudilere taş çıkartacak olanlar ve onlarla
başa baş yarışabilecek olanlar hiç de az değildir!
Bunun yanısıra yahudiler kaypaklığı, yüzsüzlüğü,
küstahlığı ve Peygamberimize karşı
edepsizliklerini "Ya Muhammed, söylediklerini duyduk, fakat
onlara karşı geliyoruz. Sana ne inanacak, ne uyacäk ve
ne de itaat edecek değiliz" diyecek derece ileriye
vardırdılar. Bu küstahça sözler, bu äyetlerin
İslâm'ın başlangıç yıllarında
indiklerini gösterir. Ayrıca küstahlıklarını
edepsizlikleri, ahlâksızlıkları, yüzsüzlükleri
ve kaypaklıkları ile de birleştirmekten
çekinmeyerek Peygamberimize şöyle diyorlardı:
"dinle sözü dinlenmez olasıca!' ve "Raina (Bizi
gözet anlamına da gelen eşsesli bir hakaret deyimi)"
Yahudiler kullandıkları kelimelerin görünürdeki
anlamlarına göre şöyle demiş
sayılıyorlardı; "bizi dinlemek zorunda
olmayarak dinle (nezaket belirtici bir deyim)" ve "Bize
durumumuzu göz önüne alarak, konumumuzu hesaba katarak bak."
Onlar kitap ehli idiler ya, İslâm'a puta tapanlar gibi çağrılmaları
yakışık almazmış! Kelimelerinin görünürdeki
anlamlarına göre bunları söylemek istiyorlardı.
Oysa ki, aynı kelimeleri dillerini ağız
boşlukları içinde burarak telâffuz edince sözlerinin
anlamı şöyle oluyordu; "Dinle, sözü dinlenmez
olasıca, duymaz olasıca!". "Raina"
kelimesini ağızlarında geveleyip söyleyerek bir
hakaret deyimine dönüştürüyorlardı.
Görüldüğü gibi küstahlık, edepsizlik,
kaypaklık, göz boyayıcılık, sözleri çarpıtma
ve ters anlamlarda kullanma hayasızlığı ile
karşı karşıyayız.
Çünkü karşımızda yahudi var!
Yahudilerin bu çirkin marifetleri anlatıldıktan
sonra ehli kitaptan olanların nasıl bir tutum
takınmaları gerektiği, "kendilerine kutsal
kitap payı verilenler"e yaraşan edepli
davranışın nasıl olması beklendiği
belirtiliyor, arkasından -bütün bu çirkin marifetlerine rağmen-
hidayete, iyi karşılığa, ilahi
bağışa ve hayırlı sonuca
özendiriliyorlar. Tabii ki, eğer doğru yola
koyulurlarsa. Fakat ümitlendirmenin yanısıra
karakterlerinin özü de açıklanıyor. Bu karakter
eskiden de öyle idi, şimdi de öyledir. Okuyoruz:
"Oysa eğer onlar (böyle diyeceklerine) `Duyduk ve
uyduk', `işit' ve `bize bak' deselerdi kendileri
hesabına daha hayırlı ve daha tutarlı olurdu.
Fakat Allah kâfirlikleri yüzünden kendilerine lânet ettiği
için -pek azı dışında- onlar iman etmezler."
Bunlar gerçeğe böylesine açık, böylesine yalın,
böylesine dolambaçsız bir şekilde yaklaşmazlar.
Eğer gerçeği böylesine açık anlamlı ve
kaypaklık amacı içermeyen sözler ile `Duyduk ve
uyduk', `işit', `Bak bize' diyerek ifade etselerdi
kendileri hesabına daha hayırlı, karakterlerinin ve
iç dünyalarının tutarlılığı ve
sağlıklılığı için daha elverişli
bir tutum benimsemiş olurlardı. Fakat aslında onlar
kâfirlikleri, gerçeklere sırt çevirmeleri yüzünden yüce
Allah'ın (celle celâluhu) hidayetinden kovulmuşlardır.
Bundan dolayı onlar tek-tük bazı istisnalar
dışında imana gelmezler.
Yüce Allah'ın bu sözü pratikte doğru çıktı.
Uzun tarihleri boyunca çok az sayıda yahudi müslüman oldu.
Bunlar iyiliği elde etmeye çalıştıkları,
doğru yolu bulmak uğruna çaba harcadıkları için
yüce Allah'ın hidayete ermelerini dilediği ve
kendilerine hayır payı ayırdığı
bahtiyar kimselerdir. Bu çok azınlığın
dışında kalan ezici yahudi çoğunluğu bin
dörtyüz yıl boyunca İslâm ile ve müslümanlar ile
sürekli savaş halinde olmuştur. Bu amansız
savaş İslâm'ın Medine'de yanı
başlarında ortaya çıktığı andan içinde
bulunduğumuz şu ana kadar sürmüştür. O andan
itibaren yahudiler İslâm'a karşı kesintisiz bir
komploculuk, vazgeçmek nedir bilmez bir kör inatçılık
içinde olmuşlar; zaman zaman görünen biçim, renk ve
yöntem farklılıklarına rağmen bu
komploculukları, bu kör inatçılıkları her
zaman yürürlükte kalmıştır. Tarih boyunca
İslâm'a karşı kurulan bütün tuzakların
oynanan bütün iğrenç oyunların arkasında ya
doğrudan doğruya yahudi vardır, ya da bu iğrenç
düzenbazlığın en büyük payı yahudiye aittir.
Çok yönlü milletlerarası haçlılık ve sömürgecilik
entrikaları da bu hükmün kapsamı içindedir.
YAHUDİLERE HİDAYET ÇAĞRISI
Bundan sonraki ayette "kendilerine kitap verilmiş"
olanlara -yahudilere sesleniliyor; ellerindeki Tevrat'ı
onaylayan Kur'an'a inanmaya çağrılıyorlar;
arkasından çirkin marifetlerinin ve inatçılıklarının
kaçınılmaz akıbeti olarak yüzleri çarpıtılmakla
ve lânete uğramakla tehdit ediliyorlar; bunun
yanısıra kendi dinlerinin de temelini oluşturan
katıksız Tevhid ilkesinden sapmış olmakla
damgalanıyorlar, bu arada yüce Allah'ın kendisine ortak
koşanları kesinlikle affetmeyeceğini bilmeleri
vurgulanıyor. Bu hatırlatma, aynı zamanda,
geniş kapsamlı ilâhi bağışlayıcılığın
sınırlarını çizen ve Allah'a ortak koşmanın
af kapsamı dışında tutulmaya yol açtığını
vurgulayan genel nitelikli bir duyurudur. Okuyoruz: