Bu sistem, yüce Allah'ın tüm müminler için ortaya
koyduğu, yasallaştırdığı bir
sistemdir. Bu sistemin prensipleri değişmezdir, ilkeleri
aynıdır, amaçları ve hedefleri süreklidir. Bu
sistem gerek önceki gerek sonraki tüm mümin topluluğun,
çağlar boyunca iman kervanının, inanç kafilesinin
bir araya getirdiği tek ümmetin sistemidir.
Kur'an-ı Kerim, bu ifadesi ile, her zaman ve her yerde yüce
Allah'ın doğru yolundan giden inanmış
toplulukları birleştiriyor, Allah'ın sisteminin her
zaman ve her yerde aynı olduğunu açıklığa
kavuşturuyor, müslüman cemaatı ve bu cemaatın
oluşturduğu kesintisiz inanç kervanını
tarihin uzun, maceralı yolu boyunca bir araya getiriyor.
Ayetin yansıttığı bu bakış açısı
mümini; aslının, ümmetinin, hayat sisteminin ve
yolunun bilincine erdirici bir nitelik taşır. Mümin,
yüce Allah'a inanan bu ümmetin bir üyesidir. Bu ümmeti, yer ve
zaman farklılığına, yurtların ve deri
renklerinin değişik olmasına rağmen bu ilâhi
sistemin oluşturduğu ortak bağ birleştiriyor,
yüce Allah'ın her kuşaktan ve her topluluktan müminler
için belirlediği ortak yol bu ümmetin bireylerini birbirine
bağlıyor. Nitekim Allah:
"O, tevbelerinizi kabul etmek (günahlarınızı
bağışlamak) ister" buyuruyor.
Yüce Allah size rahmetini yansıtmak, tökezlemelerinizden,
günahlarınızdan dolayı tevbe edesiniz diye
elinizden tutmak, gideceğiniz yolu belirlemenizi
sağlamak ve bu yolda ilerlemenizi kolaylaştırmak için
size helâl ile haramı açıklıyor ve daha önceki
ümmetlerin yararlı uygulamalarını
tanıtıyor. Çünkü:
"Allah her şeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Buna göre bu yasal düzenlemeler bilgiden ve hikmetten
kaynaklanıyor; bu direktifler bilgiye ve hikmete
dayanıyor. O sizin iç dünyanızı, içinde bulunduğunuz
şartları, neyin yararınıza olduğunu,
neyin sizi yararlı hale getireceğini bildiği gibi
O'nun hayat sistemi hem yapısı ve hem de uygulama
yolları bakımından mutlaka hikmet içerir.
"Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister. Oysa
nefislerinin arzuları peşinden koşanlar sizin bir
sapıklığa düşmenizi isterler."
Bu kısa ayet, yüce Allah'ın insanlara önerdiği
sistemi ve yolu aracılığı ile onlar için ne
istediğini, buna karşılık nefislerinin
arzuları peşinden giderek yüce Allah'ın
sisteminden sapanların istediklerinin ne olduğunu son
derece yalın ve gerçekçi bir ifade ile açıklıyor.
Bir kere şunu belirtelim ki, yüce Allah'ın sistemine
yan çizen herkes nefsinin arzuları peşinden gidiyor
demektir. Buna göre ortada tek sistem vardır ki, o da;
ciddiyet, rotadan çıkmama ve bağılık yoludur.
Bunun dışında kalan her yol nefis köleliği,
ihtiras ve şehvet tutsaklığı,
sapıklık, yoldan çıkmışlık ve
şaşkınlık yoludur.
Acaba yüce Allah insanlara sistemini anlatmakla ve onlar için
yasalar koymakla neyi murad ediyor? İstediği şey
onların tevbelerini kabul ederek günahlardan arınmalarını
sağlamak, doğru yola girmelerini özendirmek, bu yolda
yürürken tökezlemelerini önlemek ve yüce doruğa
tırmandıran merdivenin basamaklarını bir bir
çıkmalarına yardımcı olmaktır.
Peki, nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenlerin,
Allah'ın iznine dayanmayan ve O'nun yasaları ile
bağdaşmayan düşünce akımlarını ve
sosyal düzen kaynaklarını insanlara cazip göstermeye
çalışanların istedikleri nedir? Onlar da
insanları bu doğru yoldan, doruğa
ulaştırıcı merdivenin basamaklarından ve
bu sapmasız rotadan büyük oranda saptırmak isterler.
Şimdi yukarda okuduğumuz ayetlerin konu edindikleri
özel bir alam ele alalım. Bu alan; aile yuvasını düzenleme,
toplumu fuhuş mikroplarından arındırma, yüce
Allah'ın hoşlandığı tek temiz
kadın-erkek arası birleşme biçimini belirleme,
bunun dışında kalan kadın-erkek arası
birleşme biçimlerini yasaklama, yüce Allah'ın
istemediği bu birleşme şekillerini insanların
gözlerinde ve kalplerinde kınama ve
değersizleştirme alanıdır. Acaba bu özel alan
ile ilgili olarak yüce Allah'ın murad ettikleri ile
nefislerinin arzuları peşinde sürüklenenlerin
istedikleri nelerdir?
Yüce Allah'ın bu alandaki muradının ne
olduğunu bu sûrenin konu ile ilgili ayetleri açık açık
ortaya koyuyor. Bu ayetlerde dile gelen istek; aile
yuvasını belirli bir düzene oturtmak, toplumu fuhuş
mikroplarından arındırmak, yaşamayı
kolaylaştırmak ve her durumda müslüman cemaatin yararını
sağlama bağlamaktır.
Nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenler ise bu
alanda şu amaçları güdüyorlar: Onlar içgüdüleri,
her türlü dinî, ahlâki ve sosyal bağdan çözmek,
koparmak istiyorlar. Onlar ateşli cinsiyet içgüdüsünün
taşkınlığı önündeki bütün engelleri,
her türden dizginleyici mekanizmayı ortadan
kaldırıp bu içgüdüyü tamamen başıboş
bırakmak istiyorlar. Oysa eğer bu ateşli içgüdü
başıboş biçimde taşmaya
bırakılırsa onun azgınlığı
karşısında ortada; ne kalp huzuru, ne sinir
sağlığı, ne ev dirliği, ne ırz
dokunulmazlığı kalır ve ne de aile yuvası
ayakta durabilir. Bu adamlar insanların birer hayvan sürüsü
olmasını istiyorlar. Kuvvet üstünlüğünden,
kurnazlıktan veya kör tesadüften başka hiçbir kurala
bağlı olmaksızın erkeklerin dişileri
üzerine çullandıklarını gördüğümüz birer
hayvan sürüsü! Bu adamlar, bütün bu yıkıcılığı,
bütün bu bozgunculuğu, bütün bu kötülüğü
özgürlük adına yaparlar. Oysa bu anlamdaki bir özgürlük
sadece şehvet tutsaklığının ve içgüdü
köleliğinin başka bir adıdır.
İşte yüce Allah'ın, müminleri sakındırdığı
büyük sapıklık budur. Yüce Allah, müminleri
şehevi arzularının tutsağı olmuş bu
kişilerin kendilerine yönelik emellerine kapılmamaya
çağırıyor. Bu adamlar İslâm toplumunu
sözünü ettiğimiz ahlâk alanında tekrar cahiliye dönemine
döndürmek için olanca gayretlerini her dönemde sarf etmişlerdir.
Oysa İslâm toplumu tutarlı ve temiz ilâhi sistem
sayesinde bu ahlâk alanında diğer toplumlara
karşı kesin bir üstünlük sağlamış,
parmakla gösterilir bir rakipsizliğe
ulaşmıştır. Günümüzün seviyesiz
kalemlerinin ve güdümlü propaganda araçlarının
amacı da aynıdır. Bunlar toplumda hayvanî başıboşluğa
karşı direnen son engelleri de ortadan kaldırmak
istiyorlar. Oysa insanlığı bu hayvanî başıboşluktan,
bu içgüdü anarşisinden yüce Allah'ın sisteminden
başka hiçbir şey kurtaramaz. Bu kurtuluş ne zaman?
İnşaallah; yüce Allah'ın bu sistemi, mümin
topluluklar eli ile yeryüzünde egemenliği gerçekleştiği
zaman.
ZAVALLI İNSANLAR
Okuduğumuz geniş kapsamlı yorum ayetlerinin
sonuncusu, yüce Allah'ın
yasallaştırdığı sistem ve hükümlerde
insanın güçsüzlüğünü merhameti ile dengelediğini,
herkesten iyi bildiği bu güçsüzlüğe devâ olan
kolaylıklar tanıdığını, yasal düzenlemelerinde
her zaman yükümlülükleri hafif tutmayı gözettiğini;
zorluğu, sıkıntıyı, zarar vermeyi ve
zarara uğramayı istemediğini açıklıyor.
Okuyoruz:
irade, fıtrî içgüdülerin
birer psikolojik realite olarak tanınmasında, bu içgüdülerin
isteklerini karşılayan yasal düzenlemelerin
getirilmesinde enerjilerinin verimli, güvenli ve yararlı
alanlara yöneltilmesinde ortaya çıkar. Ayrıca
tatminlerinin temiz, arınmış ve yücelmiş bir
ortamda gerçekleştirilmesinde, bunalıma ve sapık
davranışlara yol açacak biçimde baskı
altında tutulmalarından kaçınılmasında
ve bunun yanında sınırsız ve
kayıtsız tatmin arama yollarında
başıboş bırakılmamalarında
somutlaşır.
İnsan hayatını düzenleyen ilâhi sistemin
kapsamına aldığı genel hayat alanına
gelince, bu alandaki hafifletmeye yönelik ilâhi irade de
belirgindir. Bunun somut göstergesi yüce Allah'ın insan
fıtratını, insanın gücünün sınırlarını
ve gerçek ihtiyaçlarını bir bütün olarak gözetmesi,
yapıcı insan enerjilerini özgür bırakması,
bu insan enerjilerinin etrafında heder olmalarını
ve kötüye kullanılmalarını önleyecek koruyucu
duvarlar örmesidir.
Çoğu kimse, -özellikle kadın-erkek
ilişkilerinde- yüce Allah'ın sistemine bağlı
kalmanın zor ve sıkıntılı, buna
karşılık nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenlerin
başıboşluk yolunu izlemelerinin kolay ve mutluluk
verici olduğunu sanır. Bu kocaman bir
saplantıdır. Farz edelim ki, içgüdüleri bütün sınırlayıcı
engellerden kurtarılarak tamamen başıboş
bırakılmış; insan her
davranışında sırf içgüdüsel hazzı arar
olmuştur. Hazzın. tek belirleyici faktör olarak baş
köşeye kurulduğu böyle bir ortamda
"sorumluluk" bilincinin adı anılmaz
olmuş; insanlar dünyasında kadın-erkek
ilişkilerinin amacı, bu ilişkilerin hayvanlar dünyasındaki
amacı ile tamamen özdeşleşmiş;
karşı cinsler arasındaki ilişkiler her türlü
ahlâkî sınırlamadan ve sosyal sorumluluktan
soyutlanmış olsun. Bütün bunlar ilk bakışta
kolaylık rahatlık ve özgürlük olarak görünürler.
Oysa aslında birer sıkıntı, zorluk,
bunalım ve ağır yüktürler. Bunların
sarsıcı sonuçları sosyal hayatta -hatta bireysel
hayatta- üzücü, yıkıcı ve mahvedicidir.
İsterseniz bu alanda din, ahlâk ve utanma duygusunun kayıtlarından
sıyrılarak "özgür"leşen günümüz
toplumlarının durumuna kısaca göz atalım. Böylesine
üstünkörü bir bakış bile kalplere dehşet salmak
için yeterlidir. Tabii ki, eğer ortada
duyarlılıklarını yitirmemiş kalpler
varsa!
Bilindiği gibi kadın-erkek ilişkileri
alanındaki anarşi eski uygarlıkların
yıkılmalarında birinci derecede rol oynayan bir
faktör olmuştur. Bu faktör; Eski Yunan uygarlığını,
Roma uygarlığını, eski İran (Pers)
uygarlığını yıkmış, tarihin
karanlığına gömmüştür. Yine aynı
anarşi günümüz Batı uygarlığını
da yıkmaya başlamıştır. Bu
yıkılışın belirtileri sözünü ettiğimiz
anarşi alanında öteden beri başı çeken
Fransa'nın sosyal çalkantılarında iyice su yüzüne
çıkarken aynı yıkılış belirtileri
Amerika'da, İsveç'te, İngiltere'de ve çağdaş
Batı uygarlığının şemsiyesi
altına giren diğer bütün devletlerde de açıkça
görülmeye başlamıştır.
Bu anarşinin belirtileri ilk önce Fransa'da ortaya çıktı.
Bu yüzden bu devlet, 1870 yılından günümüze kadar
girdiği bütün savaşlarda hep dize geldi. Bu devlet tam
bir çöküşe doğru gidiyor. Bütün göstergeler bu
gerçeği ortaya koyuyor. Bu çöküşün birinci dünya
savaşından sonra gitgide daha da belirginleşen
belirtilerinin başlıcaları şunlardır:
"Şehvet tutsaklığının
Fransızlar üzerinde meydana getirdiği ilk olumsuz etki
organik güçlerinin sarsılması ve günden güne zayıflaması
oldu. Sürekli cinsel gerginlik sinirlerini zayıflatmış,
şehvetperestlik direnme ve karşı koyma güçlerini
neredeyse tüketmiş, zührevi hastalıkların
hızla yayılması sağlıklarını
alt-üst etmişti. Bu yüzden yirminci yüzyılın
başından itibaren her birkaç yılda bir askerî
yetkililer, orduya başvuran gönüllülerde aranan organik
güç ve vücud sağlığı seviyeleri düzeyinin
düşük olduğunu görmüşlerdir. Çünkü daha
önce belirlenen sağlık ve beden gücü normlarına
sahip gençlerin oranı toplumda gitgide azalıyordu. Bu
durum, tıpkı sıcaklık derecesini ölçen bir
termometre gibi, Fransız milletinin
uğradığı organik güç aşımını
kanıtlayan güvenilir bir göstergedir.'
Bu çöküntünün başta gelen sebeplerinden biri
yıkıcı zührevi hastalıklardır. Bunun bir
kanıtı şudur: Birinci dünya savaşının
ilk iki yılında Fransız hükümetinin çeşitli
zührevi hastalıklara yakalanmış oldukları
gerekçesi ile görevden muaf tutarak hastanelere sevk ettiği
askerlerin sayısı yetmiş beş bine
varmıştı. Sadece orta büyüklükteki bir askeri
birlikte bu tür hastalıklara yakalananların
sayısı iki yüz kırkikiye
ulaşmıştı.
Şimdi Allah aşkına, bu zavallı milletin
halini düşününüz. Bir yandan bir ölüm-kalım mücadelesi
ile karşı karşıyadır, yani güvenliğinin
sağlanması ve varlığının devamı
için eli silah tutan her evlâdının fedakârlığına
son derece muhtaç bir durumdadır. Her Fransız
vatandaşı rahat yaşamasını
sağlayacak geçim imkânlarına fazlası ile
sahiptir. Buna göre yurt savunması uğruna daha çok
fedakârlıklarda bulunması, daha büyük bir çaba, daha
çok zaman ve. maddî imkân harcaması beklenir. Oysa öte
yanda binlerce genç evlâdı cinsel hazlara
dalışlarından dolayı normal yurt
savunması görevlerini yerine getiremez duruma düşüyorlar.
Bu hasta gençlerin milletlerinin başlarına getirdikleri
yıkım bu kadar ile de kalmıyor. Ayrıca böyle
bir ana-baba gününde milli servetlerinin bir bölümünün bu
tür hastalıkların tedavisi için harcanmasına yol
açıyor.
"Mr. Lyrie adlı, uzman bir Fransız doktoru
şöyle diyor; `Fransa'da her yıl otuz bin kişi bel
soğukluğu ve bununla bağlantılı olarak zührevî
hastalıklar sonucu ölüyor. Bu hastalık,
Fransızlar arasında "Dük" sıtmasından
sonra en çok ölüme yol açan bir hastalık haline
gelmiştir.'
Bu sonuç cinsel anarşinin yol açtığı
hastalıklardan sadece birinin acı bilânçosudur. Bu
anarşiden kaynaklanan diğer birçok hastalığın
yıkımı ise bu hesaba dahil değildir."
Fransa'da nüfus artış hızı tehlikeli
oranda düşüyor. Çünkü cinsel arzuları tatmin
etmenin kolaylığı, kadın-erkek
ilişkilerinin başıboşluğu, gebeliği
ve doğumu önleme imkânı ne aile yuvası kurmaya ne
kurulmuş yuvaların uzun ömürlü olmasına ve ne de
geçici cinsel ilişkiden doğan çocukların
sorumluluğunu yüklenmeye elverişli bir ortam
bırakmıyor. Bu yüzden evlilikler azalmakta, üreme oram
düşmekte ve Fransa büyük bir uçuruma doğru
yuvarlanmaktadır.
"Günümüz Fransa'sında evli erkek ve
kadınların genel nüfusa oram binde yedi ya da binde
sekiz kadardır. Bu oranın düşüklüğünü
göz önüne alarak bu ülkede nüfusun evlenmemiş kesiminin
ne kadar yüksek oranda olduğunu kestirebilirsiniz.
Ayrıca bu çok az orandaki Fransız evlilerin de son
derece az bir bölümü iffetli olmak ve eşlerine
bağlı kalmak niyeti ile evlenir, tersine Fransa'da
çiftler evlenirken sözünü ettiğimiz bu amacın
dışındaki her amacı taşırlar.
Öyle ki, bu çiftlerin çoğunun evlilik amacı,
kadının evlilik öncesinde peydahladığı
gayri meşrû çocuğa meşrûluk konumu sağlamak,
onu normal ana-babalı çocuk haline getirmektir.
Nitekim Paul Pierrot adlı yazarın belirttiğine göre
Fransa'da çalışan kadınlar arasında şöyle
bir yaygın uygulama vardır: Kadın, evleneceği
erkekten nikâhtan önce doğurduğu çocuğu nüfusuna
geçirecek diye söz alır ve ancak ondan sonra evlenir.
Nitekim Siene kasabası Hukuk Mahkemesi'nde boşanma
davası açan bir kadın ifadesinde şöyle diyordu:
"Ben kocama daha evlenmeden önce açıkça söylemiştim.
Onunla evlenmekteki tek amacım aramızda daha önceki ilişkilerimizin
sonucu olarak dünyaya getirdiğim çocuklara meşrûluk
kazandırmaktı. Onunla birlikte yaşamaya, kendisi
ile karı-koca ilişkisi kurmaya gelince böyle bir
şeyi ne evlenirken düşünmüştüm ve ne de
şimdi düşünüyorum. Bu yüzden evlendiğimiz günün
akşamından beri eşimden ayrıldım ve bu güne
kadar onunla aramızda hiçbir ilişki olmadı.
Çünkü ben onunla birlikte yaşamayı, karı-koca
hayatı sürdürmeyi hiç bir zaman düşünmedim."
Paris'teki ünlü bir fakültenin dekanı, sözünü ettiğimiz
yazar Paul Pierrot'a bu konuda şunları söylüyor;
"Gençlerin çoğu evliliği, kadınlara
karşı bir baskı aracı olarak kullanmak için
istiyorlar. Bu da şöyle oluyor: Bu gençler on yıl
kadar, hatta bazan daha uzun bir süre tamamen başıboş
bir cinsel hayat yaşıyorlar. Fakat gün geliyor, bu
bunalım ve gerginlik dolu hayattan bıkıyorlar, bu yüzden
belirli bir kadınla evleniyorlar. Amaçları
eşlerine sadık bir koca olmak değil, aile
hayatının huzur ve rahatı ile evlilik
dışı gayri meşru ilişkilerin
hazzını birlikte yasamaktır."
İşte Fransa bu şekilde sarsıntıya düşmüş,
böylece girdiği her savaşta yenilgiye
uğramış ve günden güne önce uygarlık
sahnesinden, arkasından da varlık sahnesinden kaybolma
yoluna girmiştir. Böylece yüce Allah'ın kesin ve
değişmez kanunu gerçekleşmiştir. Gerçi bu değişmez
kanunun süreci, insanın aceleci gözlemine göre ağır
işler ama mutlaka bir gün hükmünü yürürlüğe
koyar.
Şimdi de henüz bu yıkını göstergelerinin
belirgin bir şekilde bünyelerinde görülmediği ve
Fransa'ya göre genç sayılan diğer bazı devletlere
bakalım ve bu toplumlarda neler olup bittiğine
ilişkin bazı örnekler verelim:
Yakınlarda İsveç'i ziyaret eden Mısırlı
bir gazeteci, bu ülkede gördüğü sevişme özgürlüğünü
yüksek düzeyli maddî refahı ve örnek bir sosyalizmin
ürünü olarak ortaya çıkan sosyal güvenlik sisteminin
mükemmelliğini anlattıktan sonra sözlerine şöyle
devam ediyor:
"Diyelim ki, ideallerimiz beklentilerimizi aşan bir
oranda gerçekleşti de İsveç halkının
ulaştığı ekonomik gelişmişlik düzeyini
kendi halkımız için de sağladık. Onların
uyguladıkları başarılı sosyalist yöntemlerle
ülkemizdeki sınıflar arası farkları giderdik
ve yurttaşlarımızı insan aklına
gelebilecek her türlü sosyal engel karşısında güvenceye
kavuşturduk. Fakat bütün gücümüzle, bütün imkânlarımız
ile Mısırda pratiğe yansıtmaya çalıştığımız
bu parlak rüya gerçekleştiğinde acaba bu
kalkınmanın diğer sonuçlarına da
katlanabilecek miyiz? Acaba bu örnek toplumun siyah yüzünü
kabul edebilecek miyiz? Acaba "sevişme özgürlüğü"nü
ve bu özgürlüğün aile kurumuna yansıyan
yıkıcı sonuçlarını benimseyebilecek
miyiz?"
İŞTE İSTATİSTİKLER
Bırakın da rakamlarla konuşalım...
Rahat yaşamayı sağlayan ve aile yuvası
kurmayı kolaylaştıran bunca özendirici önlemlere
rağmen İsveç'te nüfus artış hızı sürekli
düşme eğilimi gösteriyor. Genç kızlara evlilik
yardımları yapılmasına, sonra da doğacak
çocuklarına üniversiteyi bitirinceye kadar bedava okuma ve
yaşama sağlanmasına rağmen İsveçli
aileler sürekli çocuktan kaçınma ve çocuk edinmeme
yolundadırlar.
Buna paralel olarak evlilik oranı gitgide düşüyor
ve gayri meşrû doğumların oranı günden güne
yükseliyor. Bunlarla bağlantılı olarak büluğ
çağına ermiş kızların ve erkeklerin yüzde
yirmisi hiç evlenmiyor.
İsveç'te sanayi devrimi, sosyalist rejimin kuruluşu
ile aynı yılda, yani 1870 yılında başlar.
O yıl evli olmayan anaların, tüm analar içindeki oranı
yüzde yedi idi. 1920 yılında bu oran yüzde onaltıya
yükseldi. Bu konuda daha sonraki yıllara ilişkin
rakamları gösteren istatistik bilgi bulamadım. Fakat sözünü
ettiğimiz oranın daha sonraki yıllarda sürekli
biçimde arttığı kuşkusuzdur.
İsveç'te bir çok bilimsel kurum "Özgür sevişme"
konusunda çok sayıda anket düzenledi. Bu anketlerin ortak
sonuçlarına göre, gerek erkekler ve gerekse kızlar
evlenmeden önce cinsel ilişkiye girişiyor, bu evlilik
öncesi cinsel ilişki yaşı ortalama olarak
erkeklerde onsekiz, kızlarda onbeştir. Gençlerin yüzde
doksan beşi yirmi bir yaşında mutlaka cinsel
ilişki deneyimi yaşıyor.
Eğer "Özgür sevişme"
taraftarlarını inandıracak daha
ayrıntılı rakamlar verecek olursak bu cinsel
ilişkilerin yüzde yedisinin nişanlılar
arasında, yüzde otuz beşinin sevgililer arasında
ve geriye kalan yüzde elli sekizinin de geçici arkadaşlar
arasında gerçekleştiğini belirtmeliyiz.
Eğer yi-mi yaşından önce erkekler ile cinse(
ilişki kuran kadınların bu ilişkilerinin
istatistik analizini yaparsak bu kadınların sadece yüzde
üçünün kocaları ile, yüzde yirmi yedisinin nişanlıları
ile ve kalan yüzde altmış dördünün geçici arkadaşları
ile ilişki kurduklarını belirleriz.
Bu konudaki bilimsel araştırmalardan elde edilen sonuçlara
göre İsveçli kadınların yüzde sekseni evlenmeden
önce tam seksüel anlamı ile cinsel ilişki deneyimi
yaşamış ve yüzde yirmisi hiç evlenmemiştir.
`Sevişme özgürlüğü" doğal olarak
şu üç sonucu vermiştir: Evliliğin ileri
yaşlara sarkması, uzun nişanlılık dönemi
ve daha önce dediğim gibi gayri meşrû çocuk oranının
artması.
Bütün bunların doğal sonucu olarak aile
yuvalarının bozulma oranı sürekli artma eğilimindedir.
İsveçliler "sevişme özgürlüğü"nü
şöyle savunurlar "İsveç toplumunda, evli
çiftlerin birbirlerini aldatmaları, diğer uygar
toplumlarda olduğu gibi, ayıplanan, kınanan bir
davranıştır". Bu iddia doğrudur, ona
karşı diyecek bir sözümüz yok. Fakat onlar, İsveç
halkının neslinin tükenmeye yüz tutmuş
olmasını ve sonra boşanma oranında gözlenen
sürekli ve korkunç artışı savunamazlar.
Dünyadaki en yüksek boşanma oranı İsveç'tekidir.
Nitekim sosyal güvenlik bakanlığının resmi
rakamlarına göre her altı ya da yedi evlilikten biri
boşanma ile sonuçlanıyor. Bu oran önceleri düşüktü;
fakat gitgide sürekli yükseldi. Meselâ 1925 yılında
her yüzbin evli çiftin sadece yirmi altısı
boşanmıştı. 1952 yılında bu oran yüzbinde
yüz dörde çıktı, 1954'de ise yüzbinde yüz ondörde
yükseldi.
Bunun başta gelen sebebi şudur: Evliliklerin yüzde
otuzu kadınlar hamile kaldıktan sonra ve bu durumun
zorlayıcı baskısı altında gerçekleşiyor.
Doğaldır ki, zorunluluk altında yapılan
evlilikler, normal evlilikler gibi dayanıklı ve uzun süreli
olamıyor. Boşanmayı özendiren diğer bir faktör
de İsveç kanunlarının bu konuda herhangi bir
engelleyici tedbire yer vermemiş olmalarıdır.
Eğer karı-koca aralarında anlaşarak
boşanmak istediklerini bildirirlerse iş son derece
basittir. Fakat eğer taraflardan sadece biri boşanmak
isterse o zaman da mahkemeye sunacağı en sudan sebep
boşanma kararı vermeye gerekçe olabiliyor.
İsveç'te "Sevişme özgürlüğü" nasıl
güvence altında ise halk çoğunluğu arasında
son derece yaygın olan bir başka özgürlük daha var.
Bu özgürlük Allah a inanmama (Ateizm) özgürlüğüdür.
Bu ülkede kilise otoritesine karşı baş
kaldırma, kilise denetiminden sıyrılma
akımları son derece büyük desteğe sahiptir. Bu görüntü
Norveç ve Danimarka toplumlarında da egemendir.
Üniversitelerde ve enstitülerde öğretim üyeleri bu
özgürlüğü hararetle savunuyorlar ve bu akımı
genç kuşakların beyinlerine yerleştirmeye çalışıyorlar.
Genç kuşak sürekli sapıklıklar peşinde.
Bu görüntü gerek İsveç ve gerekse diğer
İskandinav ülkelerinde gençliğin geleceğini
tehdit eden tehlikeli bir olgu olarak dikkatleri çekiyor.
Gençlerin inançtan yoksun olmaları onları sapık
davranışların, alkollü içki ve uyuşturucu
bağımlılığının
kucağına atıyor. Alkolik babalı çocukların
sayısının yüz yetmiş beş bin
dolaylarında olduğu hesaplanmış. Bu rakam tüm
İsveç'li çocuk nüfusunun yüzde onunu oluşturur.
Yetişkin gençler arasındaki alkol
bağımlılığı oranı katlanarak
artıyor. Polis tarafından alkol koması halinde
yakalanan onbeş-onyedi arası yaştaki gençlerin
toplamı onbeş yıl önce aynı suçtan yakalanan
aynı yaşlardaki gençlerin üç katına yükselmiş
durumdadır. Yetişkin yaşlardaki kadın ve
erkekler arasında alkollü içki düşkünlüğü
günden güne kötüden daha kötüye doğru ilerliyor. Bu
olgu şu korkunç gerçeği beraberinde getiriyor:
Bulûğ çağına ermiş gençlerin onda biri
mutlaka şu ya da bu oranda akıl ve ruh
hastalıklarına yakalanıyor. İsveçli doktorlar
tedavi ettikleri hastaların yüzde ellisinin organik bir
hastalık yanında aynı zamanda akıl ve ruh
hastalıklarından da şikâyetçi olduklarını
belirtiyorlar. Sözünü ettiğimiz "İnançsızlık
özgürlüğü" daha da yayıldıkça bu
psikolojik bunalımların ve sapıklıkların
katlanarak artacağı, aile yuvasının çözülüşünün
daha da hızlanacağı ve bu gidişin İsveç
milletini soyunun kesilmesi uçurumunun eşiğine
getireceği kuşkusuzdur.
Amerika'daki durum da bundan daha farklı değil. Kötü
geleceği haber veren çığlıklar ardarda yükseliyor,
ama delikanlılık çağını yaşayan
Amerikan toplumu bu çığlıklara hiç kulak asmıyor.
Fakat dış görünüşün alımlı
parlaklığına rağmen yıkıcı faktörler
bu toplumun yapısını için için kemiriyor, etki
alanlarını hızla genişletiyorlar. Bu
doludizgin yozlaşma, dış görünüşün bütün
göz kamaştırıcılığına
rağmen son derece hızlı bir iç döküntünün
felâketini haber veriyor.
Amerika ve İngiltere'de bu ülkelerin askeri sırlarını
düşmanlarına satan casusluk şebekelerine
ilişkin soruşturmalardan elde edilen sonuçlara göre bu
şebekeler, söz konusu millî sırları paraya ihtiyaçları
olduğu için düşmana satmıyorlar. Bu ihanetlerinin
asıl sebebi toplumlarında egemen olan cinsel
anarşinin yol açtığı sapık cinsel
ilişki tutkunluğu olarak ortaya çıkıyor.
Bundan bir kaç yıl önce Amerikan polisi birçok eyalette
kolları olan büyük bir gizli şebeke ortaya çıkarmış.
Şebekenin elemanları avukatlar ve doktorlardan, yani
aydın kesiminin en üst zümrelerinden oluşmuş.
Şebekenin marifeti boşanmak isteyen kadın ve
erkeklerin eşlerini kiralık adamları ile zina
halinde yakalatarak boşanmalarına yardımcı
olmak. Çünkü bazı Amerikan eyaletlerindeki kanunlar
eşleri birbirinden boşamak için bu şartın
yerine gelmesini, yani eşlerden birinin zina işlerken suçüstü
halinde yakalanmasını arıyorlar. İşte bu
yüzden eşini sözü geçen şebekenin kiralık
adamı ile zina halinde yakalatan taraf karşı taraf
aleyhinde boşanma dâvası açma hakkını elde
ediyor. Oysa zina işlerken baskına uğrayan taraf,
bu şebekenin tuzağına düşmüş oluyor!
Yine Amerika'da faaliyet gösteren bir takım özel
detektiflik büroları var. Bunların işi evlerinden
kaçan kadınları ve kocaları aramaktır. Bu
detektiflerin kaçak eşlerin izlerini sürdükleri bu
toplumda eğer evini terk eden erkek geri dönecek olursa eşini
evinde mi bulacağı yoksa karısının
aşığı ile birlikte kayıplara
karışmış olacağı süprizi ile mi karşılaşacağını
bilemez. Buna karşılık kadın da sabahleyin
evden çıkan kocasından emin değildir, Acaba adam
akşam olunca yuvasına mı dönecek, yoksa
kendisinden daha güzel veya daha çekici bir kadının
ağına mı düşecek? İşte Amerikan
toplumunda evli çiftler sürekli olarak sinir sağlığını
kökünden mahveden bu tür endişeler, bu tür yıpratıcı
stresler içinde yaşarlar.
Bir Amerika Cumhurbaşkanının son zamanlarda
yaptığı bir açıklamaya göre askerlik çağına
girmiş her yedi Amerikalı gençten altısının
askerlik görevi yapmaya elverişli olmadıkları
belirlenmiş. Sebebi de gençlerin yaşadıkları
ahlâk bunalımı, hatta ahlâk çöküntüsüdür.
Çeyrek yüzyılı aşkın bir süre önce bir
Amerikan dergisinde şöyle yazıyordu:
"Şu üç şeytanî faktör, uğursuz
kolları ile, dünyamızı sarmıştır.
Bunlar ortaklaşa yeryüzünü yangın yerine çevirme
yolundadırlar:
1- Hergün biraz daha arsızlaşan ve Birinci Dünya
Savaşından beri korkunç bir hızla yayılan çıplak
ve müstehcen fuhuş edebiyatı.
2- İnsanların sadece şehevi içgüdülerini gıdıklamakla
kalmayan, onlara iffetsizliği özendirici pratik dersler de
veren sinema filimleri.
3- Kadınların kıyafetlerinde, daha doğrusu
çıplaklıklarında, hızla artan sigara
tiryakiliklerinde, hiç bir kuralın
sınırlayıcılığı ile
bağlı kalmaksızın erkekler ile düşüp
kalkmalarında somutlaşan kadın ahlâkının
genel düzeyindeki düşüklük.
Bu üç yıkıcı akım toplumumuzda günden
güne artan bir hızla yayılıyor. Bu gidişin kaçınılmaz
akıbeti Hristiyan uygarlığın, hristiyan
toplumun yıkılışı ve sonunda tamamen yok
oluşudur. Eğer bu azgın gidişi frenleyemezsek,
tarihi sonumuz Romalıların ya da onlar gibi davranan
diğer eski milletlerin tarihinin sonuna kesinlikle
benzeyecektir. Sözünü ettiğimiz milletleri; şehvet
bağımlılıkları, ihtiras
tutkunlukları, aralarında yaygınlaşan içki,
kadın düşkünlüğü, dans partileri, müzikli ve
çalgılı eğlenceler gibi kötü alışkanlıklar
yıkılıp yok olmaya götürmüştür.
Peki ne oldu? Olan şu: Amerika bu üç yıkıcı
akımın azgın gidişini frenleyemediği
gibi, aksine onlara tamamen teslim oldu. Artık bir zamanlar
Roma İmparatorluğunun geçtiği yolda hızla
ilerlemektedir!
Başka bir Mısırlı gazeteci de bizim gençlerimizin
uğradıkları ahlâk çöküntüsünü mazur ve
önemsiz göstermek çabası ile Amerika, Fransa ve
İngiltere'de gençler arasında kol gezen
sapıklıklardan şöyle söz ediyor:
"Amerika'da ergenlik (adolescence) çağına
girmiş erkek ve kızlar arasında suç işleme
eğilimi son derece yaygınlık göstermiş
durumda. Bu yüzden Newyork eyaleti valisi, ıslahat
proğramının başına bu meseleyi
koyacağını söylüyor... Vali, bu problemi
çözebilmek için gençlere yönelik çiftlikler, ıslah
yuvaları kurmayı ve çeşitli sportif çalışma
proğramları düzenlemeyi plânladı. Fakat
özellikle üniversite öğrencisi erkek ve kızlar
arasında pek yaygın olan uyuşturucu madde -bu arada
kokain ve eroin- bağımlılığına
karşı mücadele etmeyi proğramına
almadığını, bu işi federal hükümetin sağlık
bakanlığının yetkililerine
bıraktığını açıkladı.
"İngiltere'de de son iki yıldan beri
kadınlara ve genç kızlara yönelik tecavüz olayları
artış gösterdi. Bu olayların çoğunda
saldırganın ya da suçlunun genç yaşta bir
delikanlı olduğu belirlendi. Bu olayların
bazılarında ise saldırıya uğrayan genç kızın
ya da küçük yaştaki kız çocuğunun cesedi
boğulmuş olarak bulundu. Saldırgan bu cinayeti, suçu
açığa çıkmasın diye ya da polisteki muhtemel
yüzleştirme sırasında kurbanı tarafından
tanınıp yakayı ele vermesin diye istiyor.
"Bundan iki ay kadar önce ihtiyar bir adam köyüne
giderken yol kenarındaki bir ağacın altında
bir delikanlının genç bir kızla zina halinde
olduğunu görür. Adam ilişki halindeki bu çiftin yanına
giderek elindeki değnekle delikanlıyı dürtüp geri
çeker ve "yaptığınız herkesin gelip geçtiği
bir yolda yapılacak bir şey değildir" diyerek
kendisini azarlar.
Sen misin böyle diyen? Delikanlı hemen ayağa
fırlar ve ihtiyarın karnına var gücü ile bir
tekme indirerek adamı yere serer. Arkasından da
kunduralı ayakları ile adamın başını
tekmeler ve bu acımasız tekmelemeler zavallı
ihtiyarın başı parçalanana kadar devam eder.
Sonradan belirlendiğine göre delikanlı onbeş ve
yanında yatan kız da onüç yaşındadır."
Amerika'da ülke çapında ahlâki denetimle görevli onbeş
kişilik bir komisyonun belirlemelerine göre bu ülke halkının
yüzde doksanı öldürücü zührevi hastalıklardan
birinin mikrobunu taşıyor. (Bu belirleme
"penisilin" ve "streptomicin" gibi modern
anti-biyotiklerin bulunuşundan önceki döneme aittir.)
Amerika'nın Danwer kenti hakimlerinden Landsay'ın bir
yazısında belirttiğine göre her iki evlilikten
biri sonradan boşanma davası konusu olmaktadır.
Dünyaca ünlü tıp bilgini Aleksis Carrel ise
"İnsan, Bu Meçhul" adlı eserinin bir yerinde
şunları yazıyor:
"Çocuk ishali, verem, difteri, sıtma ve tifo gibi
yaygın hastalıkların köklerini kurutma yolundayız,
ama bunların yerini sinir ve ruh hastalıkları
alıyor. Sinir ve akıl hastalarının
sayısı büyük .rakamlara ulaştı.
Amerika'nın bazı eyaletlerinde tımarhanelerde gözetim
altında tutulan delilerin sayısı, o eyaletlerin
diğer tüm hastanelerinde yatan hastaların
sayısından fazladır. Delilik gibi çeşitli
sinir bozuklukları ve akıl
rahatsızlıkları da artma yolundadır. Bu
rahatsızlıklar fertleri mutsuz eden ve aileleri
yıkan en etkili faktörlerdir. Akıl
rahatsızlıkları, uygarlık hesabına mide
hastalıklarından çok daha tehlikelidir. Buna rağmen
sağlık bilginleri ve doktorlar, şu ana kadar çalışmalarını
sadece mide hastalıklarını tedavi etme amacı
üzerinde yoğunlaştırmışlardır."
Okuduğumuz bu seçme yazılarda şaşkın
insanlığın, modern cahiliye döneminde şehevi
arzularının peşinden sürüklenenlerin ve yüce
Allah'ın önerdiği yaşama sistemini benimsemeye
yanaşmayanların sözlerine kapıldığı
için katlanmak zorunda kaldığı bazı
musibetleri dile geliyor. Oysa İlâhi sistem yaratılış
itibarı ile zayıf bir varlık olan insana;
kolaylık, külfetsizlik getiriyor, onu içgüdülerinin azgınlığından
ve şehevî arzularının baskısından
kurtararak güvenli bir yola iletiyor, onu tevbe etmeye, islâh
olmaya ve her türlü pislikten arınmaya götürüyor.
Tekrarlayalım: