23- Geçmiş uygulamalar bir yana, bundan böyle analarınız,
kızlarınız, kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin
kızları, kız kardeşlerinizin kızları,
sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz,
kaynanalarınız, cinsel ilişkide bulunduğunuz
èşlerinizden doğan gözetiminiz altındaki üvey kızlarınız
-eğer anaları ile cinsel ilişkide
bulunmamış iseniz bu kızlar ile evlenmenizin
sakıncası yoktur- öz oğullarınızın
eşleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte
nikahınız altında bulundurmanız size haram
kılındı. Hiç kuşkusuz Allah affedici ve
merhametlidir.
Evlenilmesi yasak olan kadınlar, ilkel-ileri tüm
milletlerde bilinmektedir. Ancak yasağın nedenleri ve
dereceleri değişik milletlerin yanında
farklılık arz etmiştir. İlkel halklarda bu
çemberin oldukça genişken, ileri halklarda ise çemberin
daraldığı görülmektedir.
İslâm'da evlenilmesi yasak olan kadınlara gelince,
bunlar şu ayette, öncekinde ve sonraki ayette açıklanan
sınıflardır. Bunlardan bazısı ebediyyen
yasaktır, bazısı ise geçicidir. Kimisi hesap
nedeniyle, kimisi emzirmeden dolayı, kimisi de evlilikten
doğan akrabalık yüzünden yasaktır.
Bunun dışında, diğer toplumlarda
tanınan her tür bağı ortadan
kaldırmıştır İslâm. İnsanların
ırk, renk ve kavmiyetlerinin bir de bir ırk ve bir vatan
için deki sınıfsal ve toplumsal konumların
farklılığından doğan bağlar gibi..."
İslâm şeriatında yakınlık nedeniyle
evlenilmesi yasak olan kadınlar dört sınıftır:
Birincisi; ne kadar yukarda olursa olsun usûl, (yukarıya
doğru say) dolayısıyle, ne kadar yukarıda
olurlarsa olsunlar kişinin anasıyla, gerek ana
tarafından gerekse baba tarafından neneleriyle evlenmesi
yasaktır. "...Analarınız size haram
kılındı.."
İkincisi; aşağıya doğru tüm çocuklar
(fürû); Yani kişinin kızlarıyla ve kız erkek
çocuklarının kızlarıyla evlenmesi
yasaktır. "...Kız çocuklarınız..."
Üçüncüsü; aşağıya doğru
anne-babanın tüm çocukları. Buna göre kişinin
kız kardeşiyle, erkek veya kız kardeşlerinin
kızlarıyla ve kardeşlerinin çocuklarının
kızlarıyla evlenmesi yasaktır. "...kız
kardeşleriniz..." "....
Erkek
kardeşinizin kızları ve kız kardeşinizin
kızları..."
Dördüncüsü; Dedelerine doğrudan bağlanan
çocukları, yani kişinin halası, teyzesi,
babasının halası, babadan veya anadan taraf
ninesinin halası ile evlenmesi yasaktır. "...Halalarınız,
teyzeleriniz..." Ancak dedelere doğrudan
bağlanmayan çocuklarla evlenmek helâldir. Bu nedenle amca
ve hala çocuklarının, dayı ve teyze çocuklarının
evlenmesi serbesttir.
Evlilik nedeniyle meydana gelen yasaklar ise beş tanedir:
1- Karının yukarıya doğru (usul)
akrabası, adamın eşinin anasıyla, ne kadar
yukarıda olursa olsun baba veya ana tarafından nenesiyle
evlenmesi yasaktır. Bu yasak erkeğin eşiyle
yalnızca nikah ahdini gerçekleştirmesiyle birlikte yürürlüğe
girer. Cinsel ilişkide bulunması ya da bulunmaması
fark etmez. "...Kaynanalarınız..."
2- Karının aşağıya doğru tüm
çocukları... Yani kişinin eşinin kızıyla
ne kadar aşağıda olursa olsun erkek kadın tüm
çocuklarının kızlarıyla evlenmesi
yasaktır. Ancak bu yasak, cinsel ilişkide
bulunmadığı sürece yürürlüğe girmez. "...Cinsel
ilişkide bulunduğunuz eşlerinizden doğan gözetiminiz
altındaki üvey kızlarınız. Eğer
analarıyla cinsel ilişkide bulunmamış iseniz
bu kızlarla evlenmenizin sakıncası yokt
ur."
3- Babanın ve ne kadar yukarıda olursa olsun her iki
tarafın dedelerin eşleri. Yani kişinin
babasının karısı ve ne kadar yukarıda
olursa olsun ana ve baba tarafından dedelerinden birinin
karısıyla evlenmesi yasaktır. "Geçmiş
uygulamalar bir yana bundan böyle babalarınızın
nikahladığı kadınları kendinize
nikahlamayın." Yani bu tür nikahtan cahiliyede yaptıkları
müstesna. Bilindiği gibi cahiliyyeden bu nikahı caiz görürlerdi.
4- Oğulların ve aşağıya doğru tüm
çocukların oğullarının eşleri.
Kişinin kendi sülbünden olan oğlunun ve ne kadar
aşağıda olursa olsun oğlunun ve
kızının
oğullarının karılarıyla evlenmesi
yasaktır. "...Öz oğullarınızın
eşleriyle evlenmeniz haram kılındı..." Böylece
bu ayet cahiliyede evlatlığın karısıyla
evlenmeyi yasaklayan adeti iptal edip bu yasağı öz oğullarının
karısıyla sınırlandırmaktadır. Ahzab
suresinde değinileceği gibi evlatlıklar öz babalarının
adıyla çağrılırlar.
5- Karının kız kardeşi. Bu yasaklama geçicidir.
Ve karının sağ oluşuna ve adamın
nikahında bulunmasıyla bağlıdır. Yasak
olan iki kız kardeşi aynı anda bir nikah
altında tutmaktır.
"...İki kız kardeşi birlikte
nikahınız altında bulundurmanız size haram
kılındı... Geçmiş uygulamalar bir yana."
Yani cahiliye de yaptığınız bu tür nikah
hariç. Çünkü o dönemde bu nikahı caiz görüyorlardı.
Nesep ve evlilik dolayısıyla yasak olanların tümü
emzirme nedeniyle de yasaktırlar. Bu da dokuz
yasağı içermektedir:
1- Süt anne ve ondan yukarısı (usul) "...Sizi
emziren süt anneleriniz.. "
2- Süt kızı ve aşağıya doğru
onun kızları (Adamın süt kızı
nikahı altındaki karısının emzirdiği
kızdır)
3- Süt kız kardeş ve aşağıya
doğru onun kızları "...Süt kardeşleriniz..."
4- Süt hala ve teyze (süt teyze, süt annenin kız
kardeşidir. Süt hala ise sütannenin kocasının
kız kardeşidir.)
5- Karının süt annesi (çocukluğunda
kadını emziren kadın) ve ondan yukarısı.
Bu yasak nesepte olduğu gibi kadının yalnızca
nikahlamakla yürürlüğe girer.
6- Karının süt kızı (kadının
evlenmeden önce emzirdiği kız) ve
aşağıya doğru onun kızları .
Kadınla cinsel ilişkiye girilmedikçe bu yasak
yürürlüğe girmez.
7- Süt baba, süt dede ve bundan yukarısının
eşleri. (Süt baba çocukları karısına
emzirten adamdır. Bu çocuğun yalnızca kendisini
emziren eşiyle evlenmesi yasak değildir, bu onun süt
annesidir. Süt babasının karısı olan
diğer kadınlarla evlenmesi yasaktır.)
8- Süt oğlunun ve ondan
aşağısının karıları.
9- Kadınla süt kız kardeşini, süt halasım,
süt teyzesinin veya emzirme nedeniyle mahrem olan herhangi bir
kadını nikah altında bulundurmak yasaktır.·
Yukarıda açıklanan yasakların bir, iki ve
üçüncüsü ayetin nassıyla yasaklanmıştır.
Ancak diğer yasaklar Resulullah'ın (salât ve selâm
üzerine olsun) "Nesep bakımından haram olanlar
emzirme yoluyla da haramdır."·(
Buhari
ve Müslim) hadisi uyarınca
belirlenmiştir.
Bunlar, İslâm şeriatında evlenilmesi yasak olan
kadınlardır. Ancak ayet yasaklamanın -özel ya da
genel- bir nedenini belirlememektedir. İleri sürülen tüm
nedenler, insanların düşünce, görüş ve de
değerlendirmesidir
Ancak burada genel bir neden olacaktır. Aynı zamanda
her yasağın kendine özgü yasaklama nedenleri de
bulunacaktır. Bazı yasakların arasında ortak
dedenler de olacaktır kuşkusuz.
Örneğin şöyle denilebilir; "Akrabalar arasındaki
evlilik neslin cılızlaşmasına zamanla da
zayıflaşmasına neden olmaktadır. Çünkü zayıflık
özellikleri çocukta odaklaşıp birleşirler. Bunun
tersine, sürekli yeni yabancı kanların
karışmasına fırsat verilirse çocuğun seçkin
yetenekleri artar, neslin canlılık ve yetenekleri
tazelenir.
Ya da "Anneler, kızlar, kız kardeşler,
halalar, teyzeler, erkek ve kız kardeşin
kızları, aynı şekilde emzirme nedeniyle akraba
olunan benzerleri, karıların anneleri, eşlerin
kızları, -himayedeki üvey kızlar- gibi evlenmesi
yasak sınıflarla kurulacak ilişkinin gözetim,
şefkat, saygı ve vakara dayanması istenmektedir. Bu
yüzden evlilik hayatında boşanma ve
ayrılığa kadar götüren ihtilaflar gibi
şeylere meydan verilmemesi arzu edilmektedir. Çünkü -bu
ayrılıkların bıraktığı kötü
etkilerle- kalıcı olması istenen duygular tahrip
olur" denilebilir.
Veya şöyle denilebilir: "Himaye edilen üvey kızlar,
iki kız kardeşi bir nikahta bulundurmak,
karının annesi ve babanın karısı gibi
sınıfların yasaklanmasıyla oğulluk ve
kardeşlik duygularının zarar görmemesi
hedeflenmektedir. Çünkü kızının kocası
konusunda kendine rakip gören annenin -kız ve kız
kardeş de bu durumdadır- hayatını
paylaştığı kızına, ya da bir
anne-baba da birleştikleri kız kardeşine ve
annesine -annesi olduğu halde- karşı tertemiz
duygularının devam etmesi mümkün değildir.
Kendisinden sonra karısının oğluna
kalacağını düşünen baba ya da boşanan
babanın kendisine rakip olduğunu düşünen oğul
da öyle. Baba ile oğul arasında lekelenmesi istenmeyen
ilişkiler nedeniyle aynı şey soyundan gelen
oğullar için de geçerlidir."
Şöyle de denilebilir; Evlilik ilişkisi, aile
çemberinin genişleyip akrabalık
bağlarının ötesine taşması için bir
araçtır. Bu yüzden yakın akrabalık
bağlarıyla birbirine bağlı kimseler
arasında evlenme zorunluluğu yoktur. Bir hikmeti
bulunmadığından bu durumda olanların evlenmesi
yasaklanmıştır. Akrabalık bağı
nerdeyse kopmak üzere olacak kadar uzak bulunanların
dışında akrabaların evlenmesine müsaade
edilmemiştir."
Nedeni ne olursa olsun biz, yüce Allah'ın seçtiklerinin
ötesinde bir hikmetin, bir iyiliğin bulunduğunu kabul
ediyoruz. Bilmemiz ya da bilmememiz fark etmez. Bunun soruna
herhangi bir etkisi söz konusu değildir. Hoşnutluk ve
kabullenme ile birlikte uyup uygulama zorunluluğundan
herhangi bir şey eksiltmez. Çünkü Allah'ın
şeriatıyla hükm olunmadan sonra da buna karşı
göğsünde herhangi bir sıkıntı
duymaksızın tam anlamıyla teslim olmadıkça
bir kalpte iman gerçekleşmez.
Ardından Kur'an'ın hüküm bildiren nassının
açıkladığı tüm yasaklara ilişkin son
bir söz yer almaktadır.
Kuşkusuz bu yasaklar, iki durumun dışında
cahiliye geleneğinde de yasaktı. Bunlar babaların
nikahladıkları kadınlar ve iki kız
kardeşi birlikte nikahlamaktı. Cahiliye toplumunda
hoş karşılamamakla beraber caizdi bu tür evlilik.
Ancak -bütün bu yasakları koyan- İslâm, bunları
yasaklarken kesinlikle cahiliye geleneğine
dayanmamaktadır. Bu yasakları yeni baştan ve
kendine özgü otoritesine dayanarak koymaktadır. Hüküm
şöyle geliyor:
"Analarınız size haram
kılındı..."
Buradaki sorun göstermelik bir sorun değildir. Bir bütün
olarak bu dinin sorunudur. Bu konudaki düğümün kavranması
bir bütün olarak bu dinin kavranması demektir. Onun
dayandığı temelin kavranması demektir.
uluhiyet temeli ve tek başına Allah'a özgü kılma...
Bu din, helal kılma (serbest bırakma) ve haram
kılma (yasaklama)'nın tamamen Allah'a ait olduğunu
yerleştiriyor. Çünkü her ikisi de uluhiyetin en belirgin
özellikleridir. Allah'tan başka hiçbir otoritenin helal kılma
(serbest bırakma) ve haram kılma (yasaklama) yetkisi
yoktur. Tek başına Allah insanlar için dilediğini
helal dilediğini haram kılar. Bunda ve şunda
Allah'tan başka hiç kimse herhangi bir hüküm koyamaz.
Kimse böyle bir iddiaya kalkışamaz. Çünkü bu davranış
uluhiyyet iddiasında bulunmakla eş anlamlıdır.
Bu yüzden cahiliye herhangi bir şeyi serbest ya da yasak
kıldığında bu yasaklama ve serbest
bırakma temelden batıldır. Düzeltmek mümkün değildir.
Çünkü daha başlangıçtan varlığı söz
konusu değildir. İslâm cahiliyenin helal ya da haram kıldığı
şeylerle karşılaşınca, işin
başında temelden bunların battığına
hükmeder ve onları tümden yok sayar. Çünkü bunlar böyle
bir hüküm koymaya yetkisi bulunmayan -çünkü ilah değildir-
bir kaynaktan doğmaktadırlar. Bundan sonra İslâm
hükümlerini yeni baştan inşa eder. Cahiliyede helal
olan şeyi helal kılarken ya da haram bir şeyi o da
haram kılarken bile bunu yeni baştan belirliyor,
İslâm. Temelden batıl kabul ettiği cahiliyenin hükümlerine
bu konuda itibar etmez. Çünkü cahiliye batıldır. Tek
başına bu hükümleri koyma yetkisine sahip merciden
kaynaklanmamaktadır. Kuşkusuz bu merci yüce Allah'tır.
İnsan hayatındaki herşeyi kapsayan helal ve
harama ilişkin İslâm'ın görüşü budur. Bu
hayattaki hiçbir şey bu çerçevenin dışına
çıkamaz. Nikahta yeme içmede, giyim-kuşamda, hareket
ve davranışta inanç ve ilişkilerde,
bağlılıklarda, gelenek ve hayat düzeninde onun
şeriatına uymak suretiyle yetkisini yüce Allah'a dayandırmadıkça
hiç kimsenin helal veya haram kılma yetkisi yoktur.
Bunun dışında insan hayatında -büyük,
küçük- yasaklama (haram) veya serbest (helal) bırakma
işlevini gören tüm mercilerin hükümleri temelden boştur,
batıldır. Ve temyizi mümkün değildir. İslâm
şeriatında yer alan hükümler cahiliyede bulunan
hükümleri düzeltmek veya onlara dayanmak için gelmemişlerdir.
Aksine bunlar, tek başına bu hükümleri koyma
yetkisine sahip merciden kaynaklanan yeni baştan bir
inşadır.
İslâm helal ve harama ilişkin hükümlerini böyle
inşa etti. Sistem ve düzenini işte böyle kurdu
İslâm. Gelenek ve göreneklerini İslâm böyle
düzenledi. Bu faaliyetinde tek başına bu yetkiye sahip
güce dayanmıştır kuşkusuz.
Kur'an bu görüşün yerleşmesine büyük özen
gösterir. Bu yüzden bütün haram ve helal kılma
olaylarında cahiliye mensuplarıyla tekrar tekrar mücadeleye
girişmektedir. İlkeyi belirlerken istinkârı bir
soru yöneltmektedir: "De ki; Allah'ın kulları için
çıkardığı ziyneti, temiz rızıklan
kim haram edermiş?"
(A'raf
suresi; 32)
"De ki; gelin size Rabbinizin neleri haram
kıldığını okuyalım." (En'am
suresi; 151)
"De ki; Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin
yiyeceğinde ölü yahut akıtılan kan veya domuz
etinin dışında haram edilmiş bir şey
bulmuyorum..." (En'am suresi; 145)
Bu istinkâri sorularla yüce Allah onları şu temel
ilkeyle yüzyüze getirmeyi istemektedir: Haram ve helal kılma
hakkına tek başına Allah sahiptir. Allah'ın
şeriatına uygun olarak onun otoritesine dayanandan
başka fert, sınıf, ulus veya tüm insanlar içinde
hiç kimsenin böyle bir yetkisi söz konusu değildir. Helal
ve haram kılma -serbest bırakma ve yasaklama-
şeriat demektir, din demektir. Buna göre helal ve haram kılan
bütün insanların boyun eğdiği din koyma yetkisine
sahip kimsedir. Haram ve helal kılan Allah'tan başka
biriyse bu durumda insanlar ona boyun eğiyorlar, onun
dinindendirler, Allah'ın değil.
Bu şekliyle sorun uluhiyyet ve özellikleri sorunudur. Bu
sorun din ve anlamı sorunudur. İman ve
sınırları sorunudur. O halde yeryüzündeki
müslümanlar, kendileri ile bu durumu gözden geçirmelidirler.
Kendileri nerede bu din nerede? Nerede onlar nerede İslâm?
Ona bir baksınlar. Şayet henüz onlar müslümanlık
iddiasını sürdürüyorlarsa.
5. CÜZ'ÜN BAŞLANGICI
Sûrenin giriş bölümünde de işaret ettiğimiz
amaçların ve konuların çoğunu içeren bu cüzde
Nisa suresini incelemeye devam edeceğiz. Bu cüzde surenin
temel hedefleri ve ana konularının
başlıcaları işleniyor. Bu temel hedefler ile
ana konuları şöyle sıralayabiliriz:
Cüzün ilk bölümündeki ayet demetinde şunları
buluyoruz: Aile kurumuna ilişkin yasal düzenlemelerin devamı;
bu kurumu fıtratın değişmez kurallarından
oluşmuş bir temel üzerine oturtmak; yine bu kurumu, eşlerin
hayatını etkileyen geçici şartların
sarsıntılarından korumak; bunun yanısıra
hem aileyi ve-hem de toplumu fuhuşa düşmekten,
yasakların çiğnenmesinden ve aile-içi ilişkileri
zedelemekten korumak konuları bulunmaktadır.
Yine bu derste, sosyal ve ekonomik düzenlemelere yeni
hükümlerin eklendiğini görüyoruz. Bu hükümler, mali ve
ticari ilişkileri içerdikleri gibi bazı miras hükümlerini
ve hem erkeğin, hem de kadının toplumda mülk
edinmesinin hukukî kurallarını da açıklamaktadır.
Bütün bu yasal düzenlemelerin -surenin giriş bölümünde
dediğimiz gibi temel amacı şudur: Müslüman
toplumu, cahiliye düzeninden uzaklaştırıp
İslam'ın önerdiği hayat düzenine geçirmek, ayrıca
cahiliye sisteminin toplumsal niteliklerinin
artıklarını silip yerlerine İslâm'ın
yeni toplumsal vasıflarını yerleştirmek.
İlâhi sistemin cahiliye bataklığından çekip
çıkardığı bu İslâm toplumuna yükseliş
merdivenini basamak basamak çıkmasını
sağlayarak o yüce doruğa tırmanmasına imkan
hazırlamak.
Beşinci cüzün ikinci bölümünün âyetlerinde İslâm
düşüncesinin temel ilkelerinin belirlenmesinin yeniden ele
alındığını görürüz. Bu ayetlerde imanın
sınırları belirleniyor, müslüman olmanın
temel şartı vurgulanıyor. Bu yenilenen vurgulama
ile sosyal dayanışmanın diğer yasal düzenlemelerine
temel oluşturuluyor. En dar anlamıyla ailede
başlayıp toplumdaki tüm yoksulları ve düşkünleri
içerecek şekilde genişliyor. İyilikseverliğin
ve sosyal dayanışmanın emredildiği bu bölümde
cimriliğin, malla böbürlenmenin, nankörlüğün ve
gösteriş olsun diye iyilikte bulunmanın
kınandığını görüyoruz.
Yine burada yapılmakta olan ibadete ilişkin
psikolojik eğitimin bir yönüne; bu ibadet için
temizlenmeye-arınmaya, alkollü içkiyi bu ibadetle bağdaşmaz
bir pislik olarak kabul etmeye de değiniliyor. Böylece bu
hikmetli eğitim sisteminin planı uyarınca alkollü
içki yolunda bir adım daha atılmış oluyor.
Üçüncü bölümde bu surenin ana konularından biri olan
ehl-i kitapla hesaplaşma konusu gündeme geliyor. Bu hesaplaşma
ayetlerinde kitap ehlinin müslüman cemaate ilişkin kötü
niyetleri ve kirli emelleri açığa vuruluyor,
tuzaklarının ve entrikalarının mahiyeti açıklanıp,
tutumları belirtilerek sonunda kendilerini bekleyen kötü akıbetle
ve acıklı azapla tehdit ediliyorlar.
Bu cüzün dördüncü bölümünü oluşturan ayetlerin
amacı ise; dinin anlamını, mümin olmanın
vazgeçilmez şartını ve İslâm'ın
tanımını kesin ve yoruma kapalı bir dille açıklamaktır.
Bu ayetlerde İslâmi düzenin mahiyeti; müslümanın
itaat, bağlılık, emir ve yasakları sadece yüce
Allah'tan alma, sırf yüce Allah'ın sisteminin
hakemliğine başvurma, peygamberimizin hükümlerine uyma
ve boyun eğme konuları açıklığa
kavuşturuluyor. Bunların yanısıra müslümanların,
emanetleri ehillerine teslim etme, insanlar arasında adil hükümler
verme, insanların hayatında yüce Allah'ın
sistemini egemen kılma uygulamalarına ilişkin yükümlülükleri
vurgulanmakta ve bu yükümlülükler, imanın pratikte gerçekleşebilmesinin
şartı sayılmaktadır. Bu prensiple
bağlantılı olarak mümin olduklarını
iddia ettikleri halde imanın bu ilk şartına, yani yüce
Allah'ı ve peygamberimizi her konuda hakem kabul edip
bunların hükümlerine tam bir gönül hoşnutluğu
ile teslim olma şartına sırt çevirenlerin çelişkili
tutumları hayretle karşılanmakta ve bu açık
ve kesin şartı yerine getirmeyenlerin, bu yoldaki bütün
kuru iddialarına rağmen asla mümin olamayacakları
ısrarla vurgulanmaktadır.
Bu ilke ile bağlantılı olarak yine bu
beşinci bölümde müslüman cemaat, bu apaçık sistemi
savunma uğrunda savaşmaya çağrılmakta, bu çağrıya
yan çizen yılgınlar ile ona sırt çeviren münafıklar
kınanmakta, müminlerin kalblerine cihad şevki
aşılanmak amacı ile İslâmi savaşın
amaçları açıklanmakta; baskı altında
yaşayan müminleri küfür diyarından kurtararak
İslâm ülkesine kavuşturmanın, onlara bu yüce
sistemin egemenliği altında onurlu bir hayat sürdürme
imkânı sağlamanın bu cihadın başta gelen
hedefi olduğu belirtilmektedir. Ayrıca kalbleri korkudan
ve yılgınlıktan arındırmak amacı ile
ölümün ecelin ve kaderin mahiyeti anlatılmaktadır. Bu
bölüm tek başına bile kalsa cihada devam etmesini içeren
peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun)
şahsına yönelik bir emirle sona eriyor. Demek ki; bu
dini, bu tutarlı ilâhi sistemi egemen kılmak için
sürekli savaşmak, kaçınılmaz bir görevdir.
Bu cüzün altıncı bölümünü oluşturan
ayetlerde savaşma yükümlülüğü ile bağlantılı
olarak devletlerarası hukukun birçok kuralı açıklanıyor;
İslâm toplumu ile ateş-kes imzalamış ya da
barış antlaşması yapmış düşman
devletler arasındaki ilişkilerin nasıl olması
gerektiği anlatılıyor. Buna göre mesele basit bir
kaba kuvvet, bir tepeleme ve boyunduruk altına alma meselesi
değildir. Tersine farklı ideolojilere bağlı düşman
blokların bağlılarına hadise ve
şartların gerektirdiği gerçekçi bir yaklaşımla
muamele yapmak gerekir.
Yedinci bölümün ayetlerinde belirli bir İslâm devleti
kurulduğu, İslâm'ın aziz ve onurlu
sancağı bu devletin göklerinde dalgalandığı
halde buraya göç etmeyi ihmal ederek küfür diyarında dini
inançlarının zayıflaması ihtimaline meydan
verenlerin çekingenlikleri kınanırken bununla
bağlantılı olarak mali ve bedeni cihad görevi işlenmektedir.
Bu kısım, müminleri savaşmaya, düşmanlarının
izini sürmeye, onlara soluk aldırmamaya, düşmanlarını
kovalama hususunda gevşekliğe kapılmamaya
teşvik eder. Bunun yanısıra müminlerin
durumu ile İslâm düşmanlarının durumunu;
her ikisinin istikametleri, akıbetleri ve Ahirette görecekleri
karşılıklar bakımından birbirlerinden
farklı olduklarını belirten ayetler ile sona erer.
Sekizinci bölümün ayetleri İslâm adaletinin bir
şahikasını, doruk noktasına
ulaşmış somut bir uygulamasını gözlerimizin
önüne getiriyor. Bilindiği gibi bir yahudi haksız
olarak zırh hırsızı olmakla suçlanmış
ve bu suçlama asılsız şahitlikler ile perçinlenmişti.
İşte bunun üzerine yüce Allah'ın katından
birbiri peşi sıra inen bir dizi ayet, bu masum yahudiyi
aklıyor. Oysa yahudiler o sırada İslâm'a ve
müslümanlara karşı komplo üstüne komplo
düzenlemekle meşguldürler. Fakat İslâm adaleti,
sempati ve antipati gibi duyguların etkisi altında
kalmayan ilahi bir adalettir. Bu olay; insanlığın
bu eşsiz ve yüce sistemin dışında hiçbir
sistemde ulaşamadığı, benzerini
yaşamadığı bir adalet doruğudur.'
Dokuzuncu bölümün konusu; şirk, müşrikler,
şirk kaynaklı hurafeler, bu hurafelerin etkisi ile
oluşmuş sapık sloganlar ve saçma düşüncelerdir.
Bu kısmın ayetlerinde yüce Allah'ın adaletine
ilişkin asılsız saplantılar ve kuruntular ele
alınıp düzeltiliyor, cezaların ve ödüllerin bu
saplantılara ve kuruntulara göre değil, işlenen
amellere göre biçileceği belirtiliyor; bunun
yanısıra tek gerçek dinin sadece İslâm olduğu
ve bu dinin aynı zamanda Hz. İbrahim'in (selâm üzerine
olsun) de dini olduğu vurgulanıyor.
Onuncu bölümün ayetlerinde ise bu surenin ilk konusunu oluşturan
kadınların -özellikle yetim kızların- ve
kimsesiz çocukların haklarına tekrar dönüldüğünü
görürüz. Bununla bağlantılı olarak
kadının, kocası tarafından ihmal edilmesi ya
da aldatılması olaylarına ilişkin çözümler
anlatılıyor. Bu arada ideal karı-koca
hayatının gerçekleşebilmesi için hangi
şartlara uyulması gerektiği açıklanıyor.
Eğer bu şartlara uyulmaz ise ortak aile
hayatının yürüyemeyeceği ve bu şartlara
ilişkin aksaklıklar giderilemezse eşlerin
birbirinden ayrılmalarının daha hayırlı
olacağı belirtiliyor.
Eşlere adil davranma ve genel anlamda aile hayatına
ilişkin bu hükümlerin arkasından gelen
uyarıcı sonuç cümlelerinde; bu hükümler ile bu
direktifler, yüce Allah'a, Allah'ın göklerin ve
yeryüzünün maliki oluşuna ve yüce Allah'ın
şimdiki bütün insanları ortadan kaldırıp
yerlerine başka insanlar getirmeye gücü yettiğine
bağlanıyor. Bu da meselenin, ilahlığın
dehşet verici gerçeği ile ilgili son derece önemli bir
husus olduğunu kanıtlar. Arkasından kalplerdeki
Allah korkusu harekete geçiriliyor ve müminlere, her türlü
insanlar arası ilişkilerinde ve verdikleri bütün
hükümlerde mutlak anlamda adil olmaları çağrısı
yenileniyor. Bu çağrı yenilemesi, Kur'an'ın
bildiğimiz üslûbu uyarınca, belirli bir konunun dar
alanından hareket ederek genel ve yaygın bir çevreye
açılıyor.
Arkasından bu cüzün son bölümünü oluşturan ayet
demeti geliyor. Bu kısmın hemen hemen tek konusu münafıklığı
ve münafıkları kınamak; müminleri ciddi belirgin
ve istikametli bir imana sahip olmaya çağırmaktır.
Bunun gereği olarak müminleri müslüman cemaatten başka
bir dost, bir dayanak edinmekten, İslâm yönetiminden başkasına
bağlılık göstermekten kaçınmak, gerek münafıklara
ve gerekse bu dinin açık düşmanlarına
karşı yersiz bir nezaket göstererek ya da onlarla
aradaki sosyal ve şahsi ilişkilerin etkisinde kalarak
dini konularda gevşek ve savsaklayıcı
davranmamalarım müslümanlara önemle telkin etmektir. Bu
son tutum münafıklığın
belirtilerinden biridir. Münafıkların yeri ise
cehennemin en alt katıdır. Münafıklar; kâfirleri
dost ve müttefik edinen kimselerdir.
Daha sonra bu cüzle birlikte bu bölüm yüce Allah'ın
sıfatlarına, O'nunla kulları arasındaki
ilişkinin niteliğine ve yine O'nun yoldan çıkmışları
ve sapıkları neden cezalandırdığına
ilişkin etkili bir açıklama ile noktalanıyor.
Eğer kullar Allah'a iman etseler, O'na şükretseler,
O'nun onları cezalandırmakta hiçbir yararı yoktur.
Allah şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah'a şükreder, inanırsanız,
O sizi niye azaba çarptırsın ki? Hiç şüphesiz,
Allah şükre karşılık verir ve her şeyi
bilir." (Nisa Suresi, 147)
Bu ifade acayip bir ifade., Yüce Allah'ın rahmetini,
insanlara azap çektirmede hiçbir yararı
olmadığını, eğer O'nun sistemine uygun
yaşasalar, bu sistemi sunuşundaki lütfa ve bağışa
karşı şükretseler insanları azaba çarptırmasının
söz konusu olmayacağını kalplere duyuran,
şaşırtıcı derecede sıcak ve cana
yakın bir ifade. Fakat durum böyleyken insanlar;
kâfirlikleri, inkârcılıkları, bu küfür ve
inkârcılığın sebep olduğu psikolojik
(ferdi), sosyal ve uluslararası bozgunculukları yüzünden
ilâhi azabı kendi elleri ile satın alıyorlar.
İşte bu cüz bu konular ve amaçlar yığınını
bu kadar geniş çapta ve boyutta sayfalarına
sığdırıyor. Burada bazı kısa
değinmeler yapmakla yetiniyor ve yüce Allah'ın
yardımı ile tek tek ayetlerin ayrıntılı açıklamasına
geçiyoruz.
EVLİLİK KURUMU
Bu surenin aşağıda inceleyeceğimiz
ayetleri, aile kurumunu fıtri temellere oturtma çabasının
tamamlayıcısı niteliğini taşır.
Surenin akışı boyunca iki nokta
dışında bu konuya bir daha değinilmeyecektir.
Bu iki nokta ile de bu son derece önemli temel konuya ilişkin
ek niteliğinde bazı hükümler açıklanacaktır.
Gerçekten aile kurumunun yasal düzenlemeye kavuşturulması
o kadar önemlidir ki, insan hayatının fıtrî
mecrası (doğuştan gelen akışı) içinde
dengeli ve sağlıklı seyri bu yasal düzenlemeye bağlı
olduğu gibi bu kurumun amacından sapması kesinlikle
yeryüzünde kargaşalığa ve sosyal çalkantılara
yol açar.
Bu bölümün ayetleri kendileri ile evlenmenin yasak olduğu
kadınlara ilişkin ek bir açıklama gündeme
getiriyor; sağlıklı bir aile kurumu içinde yüce
Allah'ın kadınlar ve erkekler tarafından
ortaklaşa gözetilmesini istediği şartları
belirliyor. Bu şartları gözetmenin temiz ve sağlıklı
bir aile yuvasını güvence altına alıcı
niteliği yanında insanlar için kolaylık ve
problemsizlik sağladığı anlatılıyor.
Bunların yanısıra bu kurumun
dayanağını oluşturan temel yasal kurallar ile
evlilik akdini gerçekleştiren tarafların her ikisinin
omuzlarına yüklenen karşılıklı haklar ve
görevler açıklanıyor.
Sözü edilen aile kurumu düzenlemesine paralel olarak
müslüman toplumda geçerli olacak mali ilişkilerin
bazı yasaları da belirtiliyor. Gerek ferdi teşebbüs
ve gerekse miras yolu ile kazanılan mallara ilişkin
hukuki düzenlemeler getirilip bununla bağlantılı
olarak akraba olmayanlar arasında evlilik yolu ile birbirine
miras geçişini sağlayan sözleşmelerin nasıl
çözüme bağlanacakları açıklanıyor.
Bu bölümde genel olarak şu nokta dikkatimizi
çekmektedir. Bu kısmı oluşturan ayetler, bütün
bu yasal düzenlemeler ve hükümler ile imanın başta
gelen temel ilkesi arasında sıkı bir bağ
kuruyor. Bu temel ilke şudur: Bütün bu yasal düzenlemeler,
bu hükümler yüce Allah'tan kaynaklanıyor ve bunlar O'nun
ilâhlığının vazgeçilmez gerekleridir.
Çünkü bu surenin giriş bölümünde ısrarla
vurguladığımız gibi, en başta gelen
karakteristik özellik kayıtsız-şartsız
egemenlik konusudur, insanlar için yasa koyma yetkisidir,
insanların hayatlarının ve
karşılıklı ilişkilerinin
dayanağını oluşturan temel ilkeleri düzenleme
tekelidir.
Bu dersin ayetleri boyunca bu duyarlı ilişki
ısrarla tekrarlanır ve özel yetkinin ilâhlığın
karakteristik niteliklerinden biri olduğu vurgulanır.
Bunun yanısıra bu yasal düzenlemelerin engin bilgi ve
hikmet sahibi olan, Kur'an'ın deyimi ile "Alîm" ve
"Hakîm" olan yüce Allah'tan kaynaklandığı
gerçeği de ısrarla vurgulanır. Bu
ısrarlı vurgulama derin bir anlam taşır.
Sebebine gelince bu ilâhi sistemin temel özelliği, her
şeyden önce kapsamlı ve eksiksiz bilgi ile
kavrayıcı ve geniş görüşlü hikmete dayalı
olmasıdır. Oysa bu özellikler insanda yoktur. Buna
göre insan, sosyal hayatın isabetli temel
kurallarını koyma yeteneğinden kesinlikle
yoksundur.
İşte insanoğlunun yeryüzündeki bahtsızlığı
ve mutsuzluğu bu noktadaki yanılgıdan
kaynaklanıyor. İnsan ne zaman engin bilgi ve hikmetin
mutlak sahibi olan yüce Allah'ın sistemine sırt
çevirirse sapar. Böylece uçsuz-bucaksız bir çölde kılavuzsuz
olarak taban tepmiş olur. Eksik bilgisini
azgınlığını ve şahsi arzuların
tutsağı olmaya yatkın yapısını göz
ardı ederek yüce Allah'ın kendisi ve sosyal hayatı
için seçmiş olduğu sistemden daha yararlı bir
sistem ortaya koyabileceği yanılgısına düşerse
kesinlikle mutsuz ve bedbaht olur!
Aşağıda ayetlerini okuyacağımız
bu bölümün ısrarla vurguladığı bir
başka gerçek de şudur: Yüce Allah'ın sistemi,
insanların şahsi arzularının ürünü olarak
ortaya koymak istedikleri bütün sistemlerden daha kolay, daha
külfetsiz ve fıtrata daha yakındır. Yüce Allah'ın
bu sistemi ortaya koymuş olması, O'nun insan
yetersizliğini telâfi edici bir rahmetidir. Eğer
insanoğlu bu sistemden saparsa hayvanlık düzeyine doğru
inişe ve gerilemeye geçeceği gibi ayrıca kendini
ağır bir zorluk ve sıkıntı yükünün altına
da sokmuş olacaktır. Aşağıda bu bölümün
ayetlerini açıklamaya çalışırken, bu gerçeğin
insanlık tarihinin pratiği tarafından
doğrulandığını ve
ispatlandığını hep birlikte göreceğiz.
Bu gerçek, sözünü ettiğimiz tarihi pratiğin gözler
önüne serdiği açık bir realitedir.
Fakat bu gerçeği görebilmek için insan ihtiraslarının
kalpleri dumûra uğratmaması, gözleri kör etmemesi,
cahiliye zihniyetinin karanlık baskısı altında
kalplerin ve gözlerin tabiî fonksiyonlarını
yitirmemiş olması gerekir.
Şimdi bu dersin ilk ayetlerini okuyalım: