Onu insan sözünden ve insan sanatından ayıran ilahî
sanatın mührü orada açıkça görülür. Hem söz hem
d:. anlam bakımından. Bu olay o denli açıktır
ki, kimi zaman Arapça'dan bir tek harf bile anlamayanlar bile,
insanı dehşete düşürecek şekilde
kavrayabilirler.
Bir geminin güvertesinde Atlas okyanusunda Newyork'a doğru
yol alıyorduk. Bu arada çeşitli Arap ülkelerinden
müslüman yolculardan altı kişi ve gemide çalışan
bir çok Sudanlı'yla birlikte güvertede Cuma namazı
kıldık. Kur'an'dan ayetler de içeren Cuma hutbesi
okundu. Çeşitli ülkelere mensup diğer yolcular da
etrafımızda halka tutup seyrediyorlardı.
Namazın sonunda -İslâm'ın namazından
duyduğu derin etkiyi ifade etmeye gelenler arasından,
Yugoslavya'daki komünist rejimden kaçıp Amerika'ya gitmekte
olan bir bayan yanımıza yanaştı. Gözleri yaş
doluydu, kendini zor tutuyordu. Konuşurken sesi titriyordu.
Zayıf bir İngilizceyle bile "Kıldığınız
namazda açıkça görülen huşuya hayran olmaktan
kendimi tutamadım. Ancak ben bunun için gelmedim. Sizin
dilinizden bir tek harf bile anlamıyorum fakat, başka hiçbir
dilde bulamadığım müzikal bir ahenge sahip olduğunu
görüyorum. Bu arada hatibin konuşmasında bazı bölümler
vardı ki sesler arasında uyum daha belirgindi. Bu bölümler
ruhumda apayrı bir etki bırakıyordu. dedi.
Tabii belirgin bir uyuma ve özel bir etkileme gücüne sahip
bölümlerin Kur'an ayetleri olduğunu
anlamıştım.
Arapça bilmeyen herkes için bu, geçerli bir kuraldır
demek istemiyorum. Ancak bu Kur'an'ın, belirgin bir özelliği
olduğu da kuşkusuzdur.
Bu dilin tadına varanlar ve onun üsluplarını
kavrayacak özellikte olanların durumu, Muhammed (salât ve
selâm üzerine olsun)'in bu Kur'an'la yüzyüze getirdiği
insanların durumu gibidir. Ahnes b. Şureyk, Ebu Süfyan
b. Harb, Ebu Cehil Amr b. Hişam'ın
ayıplandıkları halde gizlice Kur'an'ı
dinlemeye gelmeleri olayı meşhurdur. (İbn-i
Hişam siretinin Mektebeti Ticariyenin Hicaz
baskısının 1. c., 337. sayfasında İbn-i
İshak der ki; Bana Muhammed bin Müslim b. Şihab b. ez-Zührî
anlattı. Ona da şöyle anlatılmış: Ebu Süfyan
b. Harb Ebu Cehil b. Hişam ve Beni Zühre müttefiki Ahnes b.
Şûreyk b. Amr Vehb es-Sakafi bir gece Resulullah'ı
evinde namaz kılarken dinlemek üzere yola çıktılar.
Herbiri bir yerde oturup O'nu dinlemeye koyuldu. Hiç kimse diğerinin
yerini bilmiyordu. Geceyi O'nu dinlemekle geçirdiler. Şafak
söküncede oradan ayrıldılar. Ancak yolda
karşılaştılar. Birbirlerini kınayarak
şöyle dediler: "Bir daha böyle birşey
yapmayın, aptalın biri sizi görürse içine kuşku
düşürürsünüz."
Sonra da dağıldılar. İkinci gece herbiri
tekrar aynı yerine gelip geceyi onu dinlemekle geçirdi.
Şafak sökünce de dağıldılar. Yine yolda
birbirleriyle karşılaştılar. Önceki sefer
birbirlerine söylediklerini tekrarlayıp
dağıldılar. Üçüncü gece tekrar gelip sabaha
kadar O'nu dinlediler. Oradan ayrılırlarken tekrar yolda
karşılaştılar. Bu sefer "Bir daha
gelmemek üzere anlaşalım" dediler. Böylece anlaşıp
dağıldılar.) Bu örneklerden sadece bir tanesidir.
Hangi nesilde olursa olsun zevk sahibi olanlar bu yönden Kur'an-ı
Kerim'de bir özellik, bir güç ve apaçık bir kanıt
olduğunu anlarlar.
Ancak Kur'an'ın anlamına,
taşıdığı düşünceye, belirlediği
hayat sistemine, yerleştirdiği düzene ve hayat için
koyduğu plana gelince; onları burada
ayrıntılı bir şekilde ele almamız mümkün
değildir. Ancak içindeki kanıtlar, geldiği
kaynağı ve bunun da insan sanatı
olmadığı gerçeğini göstermektedir. Çünkü
o, insanın mühründen farklı eksiksiz bir sanatın
mührünü taşımaktadır.
Ayrıca bu Kur'an'ın
aydınlatıcılık özelliği de vardır:
"... Size apaçık bir ışık indirdik."
Bu ışığın
aydınlığında eşyanın gerçek
mahiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar.
Hak ile batıl arasındaki yol ayrımı
belirlenmiş ve çizilmiş olarak, hem ruhun
derinliklerinde hem de pratik hayatta belirir. Öncelikle nefis bu
ışık sayesinde her yanının
aydınlandığını görür. Karanlık
dağılıp yok olur. Gerçek olanca çıplaklığıyla
ortaya çıkar.
Öyle ki insan, bu kadar açık ve kolay
anlaşılır olmasına rağmen nasıl olur
da bu gerçeğin görülmediğine hayret eder.
İnsan, bir dönem ruhuyla Kur'an atmosferinde yaşarsa,
düşüncesini, değer ve ölçülerini ondan alırsa
algılar, karşısında bir kolaylık bir
basitlik ve açıklık hisseder. `
Kendisine sıkıntı veren bir çok düşüncenin
ferahlığa kavuştuğunu ve kolaylıkla gerçek
durumunu algıladığını görür. Allah'ın
elinden çıktığı günkü gibi fıtrî arılığına
ve temizliğine yeniden kavuşmak için üzerine bulaşan
parazit fazlalıkları bir kenara atar.
"Size apaçık bir ışık indirdik" ifadesi
için söylediklerimiz her ne kadar az ise de, bunun tadına
varmayana, onu içinde hissetmeyene sözlerimle bu gerçeği
tasvir etmem imkansız. O halde bu anlamları kavramak için
zorluklara katlanmak gerek. Bizzat tatmak zorunludur. Doğrudan
doğruya denemek kaçınılmazdır.
"Allah kendisine inanıp sarılanları
rahmetine bol bağışına kavuşturacak,
onları doğru yola iletecek
Allah'a sarılmak O'na inanmanın zorunlu bir
sonucudur. İman sağlıklı olduğu zaman,
kişi hem Allah'ın hem de O'na yönelik herşeyin
kulluğunun gerçeğini anladığında
önünde sadece Allah'a bağlanmaktan başka yol kalmaz.
Çünkü tek başına otorite ve güç sahibi odur.
İşte böylelerini yüce Allah rahmetine ve lütfuna kavuşturuyor.
Ahiret hayatından önce bu dünyada rahmetine sokuyor onları.
O sonsuz alemdeki lütuftan önce şu fani dünyada bolluk
lütfediyor. İman, şaşkınlık,
bunalım ve hiçliğin çölünde yer alan yemyeşil
bir vahadır. Ruh sapıklığın kavurucu
sıcağından kaçıp, iman gölgesine sığınır.
Aynı zamanda iman, toplumsal hayat düzenin -daha öncede değindiğimiz
gibi onurluluk, özgürlük, temizlik ve doğrulukla
dayandığı bir temeldir. Bu sayede insan gerçek
konumunu bilir, Allah'ın kulu, O'ndan
başkasının efendisi... İslâm'ın
getirdiği şekliyle iman düzeninden başka hiçbir
düzende böyle birşey söz konusu değildir. Bu düzen,
insanları kullara kulluk yapmaktan kurtarıp
yalnızca Allah'a kul yapar. İlahlık birlendiği
zaman, tüm yaratıklar kullukta eşitleşir. Otorite
ve hakimiyet tek başına Allah'a verildiği kişi
kendisi gibi bir insanın koyduğu kanuna boyun
eğmez. Böyle bir durumda ne kadar özgür olduğunu söylese
de ona kulluk yapmış olur.
İman edenlerse, hem şu andaki hayatlarında hemde
ahiretteki hayatlarında Allah'ın rahmeti ve lütfu ile
kuşatılırlar.
"...