O |
|
O |
|
172- Ne Mesih Allah'a kul olmaktan kaçınır ve nede
Allah'a yakın melekler. Kim ona kul olmaktan kaçınır,
büyüklük taslarsa, bilsîn ki, Allah hepsini huzurunda bir
araya getirecektir.
173- İman edip iyi ameller işleyenlere mükafatlarını
eksiksiz ödeyecek, hatta lütfundan onlara daha fazlasını
verecektir. Kul olmayı kendisine yedirmeyip büyüklük
taslayanları da acı bir azaba çarptıracaktır.
Bunlar Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım
edici bulamazlar.
İslâm, yüce Allah'ın birliği gerçeğini
yerleştirmeye büyük önem vermiştir. Öyle ki bu birliğe
şirk yada herhangi bir şekliyle müşahebet (benzerlik)
kuşkusu bulaşmamıştır. Ayrıca hiçbir
şeyin yüce Allah gibi olmadığını da
belirtmeye önem vermiştir. Ne mahiyet, ne sıfat ne de
özellik bakımından hiçbir şey O'na ortak olamaz.
Nitekim aralarında tüm canlılarda olmak üzere evrende
yer alan herşeyle yüce Allah arasındaki bağın
gerçeğini de belirlemeye büyük önem vermiştir. Bu,
ilahlık ve kulluk bağıdır. Allah'ın
ilahlığı ve herşeyin O'na yönelik kulluğu.
Kur'an'ın tümünü gereği gibi inceleyenler bu gerçeklerin
-yada çeşitli yönleriyle bu gerçeğin-
yerleştirilmesi üzerinde önemle durulduğunu görecektir.
Böylece nefiste bir kuşku, bir şüphe veya kapalılığın
kalmasına imkan bırakılmadığını
görecektir.
Ayrıca Kur'an, tüm peygamberlerin, bu gerçeği
getirdiklerini bildirmektedir. Her peygamberin hayatında ve
davet sürecinde bu gerçeği öne çıkarır. Bunu
Nuh (Allah'ın selamı üzerine olsun)'un zamanından
Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)'in zamanına kadar
ki risaletlerin ekseni kılar. Her peygamberin dilinden bu gerçeği
tekrarlar: "Ey kavmim Allah'a kulluk edin, sizin ondan
başka ilahınız yoktur." (Araf Suresi, 59)
Esas şaşırtıcı olan, bu gerçeğin
yerleşmesi konusunda bu kadar kesin ve katı olan semavi
dinlere mensup olanlardan kimisinin bu gerçeği bozması,
yüce Allah'a oğul yada kız
yakıştırması yada cahiliye toplumlarında
yaşayan putçuluktan esinlenerek yüce Allah'ın uknumlar
şeklinde yarattıklarından biriyle sentez
oluşturduğunu söylemesidir.
İlahlık ve kulluk. Bu gerçeğin
dışında herhangi birşey ve bu temelin
dışında bir temelin varlığı söz
konusu değildir. İlahlıkla kulluk yada kullukla
ilahlık arasındaki bağın
dışında bir bağ mevcut değildir.
Bu gerçek, her türlü bulanıklıktan, şüphe ve
gölgeden kurtulmadığı sürece -hayatları
istikamet bulamayacağı gibi- insanların düşünceleri
istikrara kavuşamaz.
Evet, Rableriyle aralarındaki bağın gerçek
mahiyetini iyice kavramadıkları '' sürece insanların,
düşünceleri istikamet bulamaz, bilinçleri yerine oturamaz.
O, ilahlarıdır, onlar da O'nun kulu. O,
yaratıcılarıdır onlar da yaratık. O,
sahipleridir onlar da O'nun mülküdür. Tümü de bu bağda
eşit durumdadır. '. Hiç kimsenin oğulluğu söz
konusu değildir. Yüce Allah'ın herhangi biriyle '
birleşmesi de mümkün değildir. Bu yüzden herkesin
sahip olduğu ve istediği ' zaman yönelip elde edebildiği
bir şeyin dışında, herhangi birinin O'na
yakınlık . kurması mümkün değildir. Bu da,
takva ve salih ameldir. Bu ise, herkesin gücü dahilindeki bir
şeydir. Ancak onun oğlu olmak ve O'nunla birleşmek.
İşte bunlar olmayacak şeylerdir.
Hayatları, ilişkileri ve hayattaki görevleri hiçbir
zaman istikamet bulamaz, hep birlikte bir tek Rabbin kulları
oldukları gerçeği gönüllerinde yer etmediği sürece.
Bu nedenle biricik otorite sahibinin karşısındaki
konumları birdir. O'na yakınlık kurmak ise herkesin
gücü dahilindedir. Bu durumda Allah ile insanlar arasındaki
tüm aracılık iddiaları geçersiz olur. Herhangi
bir fert, toplum yada insanlardan bir grup nesilden nesile geçen
hakları iddiası da boşta kalmış olur.
Bunun dışında insanların toplumsal
hayatlarında, düzenlerinde ve bu düzen içindeki konumlarında
köklü bir eşitlik düşünülemez.
O halde sorun sadece bu sağlam temel üzerinde kalbin
huzurunu sağlayan soyut bir inanç sorunu değildir.
Bunun yanında, hayat düzeni, toplumsal bağlar, uluslar
ve nesiller olarak insanların birbiriyle ilişkileri
sorunudur da.
Bu, İslâm'ın eliyle gerçekleşen insanlık
için bir yeniden doğuştur. Kulların Rabbine kul
olmak suretiyle, kullara kul olmaktan kurtulmuş özgür insanın
doğuşu. Bu yüzden İslâm tarihinde Allah'ın
oğlu yada tanrısal uknumların
tamamlayıcısı uknum adına insanları ezen,
kendine kul-köle edinen bir "kilise" olayı
yaşanmamıştır. Bilindiği gibi kilise,
otoritesini oğulun yada uknumun otoritesinden alıyordu.
Aynı şekilde İslâm tarihinde, egemenlik yada kanun
koyma hakkının, Allah'a
yakınlığından ve O'nun onayından
kaynaklandığını iddia ederek "tanrısal
hak"la egemenlik sürdüren kutsal bir otoritenin de izine
rastlanmamıştır.
Bir yandan kilisenin ve papaların öte yandan, kilisede
olduğu gibi kendileri için kutsal bir hak iddia eden
Patriklerin Avrupa'da oğul yada uknum birleşimi
adına ileri sürdükleri "kutsal hak" iddiaları,
"Haçlılar"ın İslâm toprağın
talan etmek için saldırmalarına kadar sürdü. İslâm
ülkesinden, "kutsal hak"ka karşı devrim
fikrini edinerek, geri dönmüşlerdi. Reform adıyla
"Martin Luter" "Kalvin" ve "Zenceli"
hareketleri bundan sonra
başlamıştır. Bu hareketler, temelde İslâm'dan
İslâm düşüncesinin berraklığından,
insanoğlundan kutsallığı ve egemenlik
ayrıcalığını kaldıran özelliğinden
etkilenerek başlamıştı. Çünkü İslâm
inancında sadece ilahlık ve kulluk gerçeği yer
alıyordu.
Burada Kur'an-ı Kerim, İsa'nın
tanrılığı ve oğulluğu, (Uknumlardan
biri olan) kutsal ruhun tanrılığı ve Allah'la
birlikte her tür oğulluk ve tüm şekilleriyle
tanrılık iddialarına ilişkin net cevabı
veriliyor. Kur'an-ı Kerim Hz. İsa'nın Meryem'in
oğlu ve Allah'ın kulu olduğunu ayrıca, Allah'a
kul olmaktan kaçınmayacağını, Allah'a
yakın meleklerin de onun kulları olduklarını
ve O'na kul olmaktan kaçınmayacaklarını bildirerek
doğru ile yanlışı ayırıcı sözü
yerleştiriyor. Aynı zamanda tüm yaratıkların
Allah'ın huzurunda toplanacağını, ona kul
olmayı kendilerine yediremeyenleri acıklı bir
azabın beklediğini ve O'na içten kul olanları da büyük
bir mükafatın beklediğini bildiriyor:
"ne Mesih Allah'a kul olmaktan kaçınır ve nede
Allah'a yakın melekler. Kim Allah'a kul olmaktan kaçınır,
büyüklük taslarsa bilsin ki, Allah hepsini huzurunda bir aray a
getirecektir."
Kuşkusuz Meryemoğlu İsa-Mesih, Allah'a kul
olmaktan büyüklük taslayarak kaçınmaz. Çünkü O -Allah'ın
peygamberi ve elçisi olduğundan- ilahlık ve kulluk gerçeğini
ve bu ikisinin bir araya gelmez mahiyetlerinin farklı
olduğunu çok iyi bilir. Yine O, Allah tarafından
yaratılmış olduğunu çok iyi bilir. Allah
tarafından yaratılmış olanın, Allah gibi
yada O'nun bir parçası gibi olamayacağını
çok iyi bilir. Tek ve pekiştirilmiş gerçek olmakla
beraber Allah'a kul olmanın değerinden bir şey
eksiltmediğini ve Allah'a kulluğun yaratılma ve
meydana gelme nimetini inkar eden kafirlerden
başkasının küçümseyip kaçınmadığı
bir mertebe olduğunu da en iyi bilenlerden birisidir. Allah'a
kulluk, yüce Allah'ın peygamberlerini nitelendirdiği
bir mertebedir. Üstelik peygamberlerin durumu son derece üstün
ve O'nun katında oldukça onurlu bir durumdur. Aralarında
Ruhul Kudüs, Cebrail'de olmak üzere Allah'ın yakın
meleklerin durumu da İsa ve diğer peygamberlerin durumu
gibidir. O halde İsa'ya tabi olanlar, O'nun kendisi için hoşnut
olduğu ve çok iyi de bildiği bir şeyden niçin
kaçınıyorlar?
"... Kim O'na kul olmaktan kaçınır,
büyüklük taslarsa bilsin ki Allah hepsini huzurunda bir araya
getirecektir."
Onların kaçınmaları ve büyüklük taslamaları
yüce Allah'ın gücüyle onları huzurunda
toplamasına engel olamaz. Kullar üzerindeki mutlak ilahlık
otoritesidir bu. Bu konuda onlarla, yüce Allah'a içtenlikle kul
olup ona teslim olanlar arasında bir fark söz konusu değildir.
Ancak gerçeği bilip, Allah'a gerçeği gibi kul
olanların ve bu bilgi ve kabullenmenin doğal sonucunun
salih amel olduğunu bilerek hareket edenlerin mükafatları
fazlasıyla verilecektir.
"... Kul olmayı
kendilerine yediremeyip büyüklük taslayanları da acı
bir azaba çarptıracaktır. Bunlar Allah'tan başka
hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamazlar."
Yüce Allah, kulluklarına ve ibadetlerine muhtaç olduğundan
yada mülkünde bir artma veya eksilme söz konusu olduğundan
kullarının içtenlikle kullukta bulunmalarını
ve sadece kendisine ibadet etmelerini istemiyor. Aksine,
hayatları ve konumları gibi düşünce ve duygularının
da doğrulması için ilahlık ve kulluk gerçeğini
bilmelerini istemektedir. Çünkü düşüncelerin, duyguların,
hayat ve konumların istiklal bulması ancak, bu
sağlam temele dayanmakla mümkün olur. Bu gerçeği
bilmek; ardından kabullenmek, sonra da hayata geçirmekle
mümkündür.
Yüce Allah, bu gerçeğin açıkladığımız
tüm boyutlarıyla insanların gönüllerinde ve hayatlarıyla
yerleşmesini dilemektedir. Kulların kulluğundan
kurtulup bir tek Allah'ın kulluğuna yükselmeleri ancak
bu şekilde mümkün olur çünkü. Bu evrende ve yeryüzünde
gerçek otoritenin kime ait olduğunu bilmelerini
istemektedir. Böylece sadece O'na ve O'nun hayat sistemine ve
şeriatına bir de, hayatlarına sadece onun sistemi
ve şeriatıyla hükmedene boyun eğerler. Herkesin
O'na kul olduklarını bilmelerini istemektedir. Sadece
O'nun için yüzlerini ve alınlarını eğip ve
O'ndan başkasına karşı
alınlarını dik tutmaları için. O'nun için
secde ve rukuya varmakla yalnızca, Allah'ı anıp
O'ndan başkasını zikretmemekle, despotların ve
tağutların karşısında üstünlük
duymalarını istemektedir. O'na yakınlık
kurmanın hısımlık yada soy
bakımından olmadığını aksine, takva
ve salih amelle mümkün olduğunu bilmelerini istemektedir. Böylece
Allah'a yaklaşmak için yeryüzünü bayındır hale
getirip salih ameller işlemiş olurlar. İlahlık
ve kulluk gerçeğini gereği gibi bilmelerini
istemektedir. Bu sayede yeryüzünde Allah'ın otoritesini
korumuş olurlar. Allah adına bu otoriteyi ele geçirmek
isteyenlere karşı çıkıp, her işi Allah'a
döndürmüş olurlar. Böylece hayatları düzelir, bu
temel üzerinde yücelir, onurlanırlar.
Bu büyük gerçeği değerlendirmek, insanların
bakışlarını sadece Allah'a bağlamak,
kalplerini O'nun hoşnutluğuna,
davranışlarını takvasına veya, hayat düzenlerini
sadece O'nun iznine şeriat ve sistemine bağlamak,
insanların yeryüzündeki hayatlarına iyilik,
üstünlük, özgürlük, adalet ve doğruluk saçan bir
hazinedir. İyilik, üstünlük özgürlük, adalet ve doğruluktan
ibaret bir besin kaynağıdır. Tüm yeryüzü hayat
boyu yararlanır. Yüce Allah'ın, içtenlikle kul olan ve
salih ameller işleyenlere ahirette vereceği mükafata
gelince, kuşkusuz bu, O'ndan bir onur ve üstünlüktür.
Allah'ın bağışından bir bolluktur.
Bu açıklamaların ışığında,
İslâm'ın getirdiği ve mensupları
tarafından bozulmadan, nesillerin geçmesiyle değiştirilmeden
önce tüm risaletlerin ve tüm peygamberlerin çağrısının
temeli olduğunu bildirdiği net şekliyle iman
sorununa bakmamız gerekmektedir. Bu olaya, onunla birlikte
onur, özgürlük, adalet ve doğruluk buldukları ve hem
sembolik kulluk davranışlarında hem de hayat
nizamında kullara kulluktan kurtulup, tek basına Allah'a
kul oldukları insanlığın yeniden
doğuşu gözüyle bakmalıyız.
Allah'a kul olmaktan kaçınanlar, sınırsız
mercilere kul olma zilletini yaşarlar. Arzu ve
ihtirasların, kuruntu ve hurafelerin kulu olmak alçaklığını
tadarlar. Kendileri gibi olan insanlara kul olurlar. Onların
önünde eğilme alçaklığını
yaşarlar. Kendileri gibi insan olan kulların düzenlerini,
şeriat ve kanunlarını, değer ve ölçülerini,
hayatlarına uygulamak suretiyle aşağılık
bir hayat sürdürürler. Bunlar ve onlar Allah'ın
katında bir oldukları halde, onları bu dünyada
Allah'ın dışında ilahlar edinirler. Ahirette
ise;
"...Acı bir azaba çarptıracaktır. Bunlar
Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım ed ici
bulamazlar."
Kuşkusuz bu, Kur'an'ın akışı içinde
şu ayetin Ehl-i Kitap'tan hıristiyanların o zamanki
ve kıyamete kadarki tahriflerine karşılık
sunulan semavi inançlarda yer alan önemli bir sorundur.
SON ÇAĞRI
Bu yüzden -geçen derste Ehl-i Kitap'tan yahudilerle karşılaşmanın
sonunda yapıldığı gibi- tüm insanlığa
yönelik bir çağrı yer almaktadır. Son risaletin
Allah'tan bir kanıt taşıdığı ve onun
karanlıkları ve kuşkuları dağıtan
bir nur olduğunu bildirmektedir. Kim bu nur
aracılığıyla doğru yolu bulur ve Allah'a
sarılırsa, Allah'ın rahmeti tarafından
kuşatıldığını görecek kendini,
Allah'ın lütfu içinde bulacaktır. Böylece bu nur
sayesinde Allah'ın dosdoğru yolunu bulacaktır:
|
|
O |
|
O |
|